Kılıçdaroğlu’nun korkaklığı

Fehim IŞIK yazdı —

  • Kılıçdaroğlu’na kaybettiren Kandil değil, tam aksine uzatılan barış eline hak ettiği değeri vermemesi, o eli tutmamasıdır.

Kemal Kılıçdaroğlu seçim sonrası katıldığı ilk televizyon programında "Erdoğan'ı iktidar yapan Kandil'dir” dedi. Bu, seçimden sonra yaptığı ilk açıklamalarda meşru görmediği sonuçları tescil etmesi anlamına da geliyor. Bu bir yana ama bu sözler ne anlama geliyor, önce kısaca bakalım.

Kılıçdaroğlu’nun yenilgiyi Kandil’e bağlaması, kuşkusuz siyasi korkaklığının dışa vurumudur. Kimse Kılıçdaroğlu’ndan seçim öncesi çıkıp “Kandil’le görüşeceğim, Kürt meselesini diyalog ve müzakere ile çözeceğim” demesini beklemiyordu elbet. Ama Kılıçdaroğlu birinci tur öncesinde ürkekçe dile getirdiği, “Sorunun çözüm yeri Meclis’tir” sözlerinin bile arkasında duramayacak kadar korkak çıktı. HDP ile bir kez, o da Meclis’te yan yana geldi. Onca açık desteğe rağmen Kılıçdaroğlu Meclis’teki ilk görüşme dışında HDP’yle, Yeşil Sol Parti’yle yan yana durmamak için her türlü ikiyüzlülüğe yol verdi. Kampanyayı seçimin ilk turunda kısmen, ikinci turunda ise tamamen milliyetçi sloganlarla yürüttü. Bu Türkiye’nin geleceğini de ipotek altına alan korkakça bir siyasetti ve Kılıçdaroğlu bu korkaklığın daniskasını yaptı.

Beğeniriz ya da beğenmeyiz, Erdoğan’ı 21 yıldır iktidarda tutan temel etken ise siyasetteki cesaretidir. Hatırlayalım; Erdoğan ilk iktidara geldiğinde sistem ona tamamen karşıydı. 2007 yılındaki cumhurbaşkanı seçiminde baş ulusalcılardan Sabih Kanadoğlu Anayasa’daki açık hükme rağmen Meclis’in yeni cumhurbaşkanı seçebilmesi için en az 367 vekilin toplantıda hazır bulunmasının şart olduğunu ileri sürdü. Bu ucube tez, Erdoğan’a kaybettirmek isteyen Kemalist devlet aklının hükmüne dönüştü. Erdoğan bu engeli, ciddi bir risk üstlenerek aldığı erken seçim kararıyla aştı. Bu arada Anayasa değişikliğini halk oylamasına sundu ve Meclis’teki oy çokluğuna rağmen seçtiremediği Abdullah Gül’ü bu kez halkoyuyla ilk cumhurbaşkanı olarak seçtirdi.

Bu gelişmeler Erdoğan’ın elini güçlendirdi. Kürt meselesindeki çözüm arayışları da bu gelişmelerin akabinde yaşandı. 2008 Oslo Süreci, 2013 Çözüm Süreci Erdoğan’ın elinin güçlendiği bu dönemlere denk gelir.

Bu cesaretin arkasındaki asıl akıl, hiç kuşkusuz AKP’nin ideolojik arka planıydı. AKP ideolojik aklını yaşama geçirecek koşulları kısmen 2011’de baş gösteren Suriye kriziyle, esasen ise Suriye’de Rus uçağının Türk savaş uçakları tarafından 2015’in Kasım ayında düşürülmesinden sonra yakaladı. Bu ideolojik aklına Kürtleri payanda yapamayacağını anlayınca ise bu kez tersine ricat etti, yüzünü Doğu’ya döndü. Bunu yaparken Kürt düşmanlığı üzerinden anlaştığı Avrasyacı ulusalcılar ile MHP’li faşistlere sığındı. Bu adımla, bir yandan da diktatörlüğünü perçinleştirmeye başladı. Ancak istediğini tam olarak elde edemedi. Ne kadar kan akıtsa da Kürt halkının direnişini bir türlü aşamadı.

Bu hatırlatmalardan sonra tekrar son seçime ve Kılıçdaroğlu’na kaybettiren olguya dönelim. Bu yazdıklarımı, hiç kuşkusuz benim kadar Kılıçdaroğlu’nun kendisi de bilir. Kılıçdaroğlu ayrıca bizden fazla olarak, CHP’deki ulusalcıları ve bunların AKP ve MHP’yle bağlarını da bilir. Deniz Baykal’ın kaset skandalı sonrasında CHP Genel Başkanlığı’na gelen Kılıçdaroğlu, parti içinde ağırlıkla denge siyaseti güttü. Ayağı yer tutuncaya kadar herkese hep mavi boncuk dağıttı. Bunu yaparken CHP tüzüğünün statükoyu destekleyen anti demokratik hükümlerinin ardına sığınarak genel başkanlığını pekiştirdi. Partinin kritik noktalarındaki ulusalcıların altını oyduğunu bilmesine rağmen hiçbirine dokunmadı. Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Enis Berberoğlu gibi ulusalcıları hapisten çıkarıp milletvekili yaptı, partinin kritik noktalarında görevlendirdi.

İş cumhurbaşkanlığı adaylığına gelince her şey değişti. İlk krizi Meral Akşener çıkardı. Akşener’e bu krizi çıkartanların arkasında CHP’deki ulusalcıların da olduğuna hiç şüphe yok. Hem CHP’deki ulusalcılar, hem de Millet İttifakı’ndaki ırkçı-milliyetçiler bir Kürt-Alevi’nin cumhurbaşkanı olmasını istemiyordu.

Bu realiteyi gören HDP ise yerel seçimlerde sonuç aldığı siyasal adımla bu kez Erdoğan iktidarına tamamen son vermenin siyasetini yürütmeye başladı. Bu yanlış bir adım değildi. Çok azı dışında Kürt partilerinin neredeyse tamamı HDP’nin bu adımına destek verdi. PKK de açıklamaları ile Erdoğan iktidarını devirmek için geliştirilen bu tutuma sahip çıktı. Eğer cumhurbaşkanlığı seçiminin hem ilk turunda, hem de ikinci turunda Kurdistan tamamen kırmızıya boyandıysa, bunu sağlayan Kürt siyasetinin bu cesur tutumudur.

Doğrusunu demek gerekirse Kılıçdaroğlu’na kaybettiren Kürtlerin ona açık destek vermesi değil, bir zamanlar hapisten çıkarıp Meclis sıralarına taşıdığı, partinin kritik noktalarına yerleştirdiği ulusalcıların bizzat kendisidir. Aslında Kılıçdaroğlu pek fark ettirmese de bunun böyle olduğunu görüyor. Bu nedenle olacak ki seçim sonrasında yenilenen yönetimde AKP-MHP ile zımni işbirliği içinde olan bu ulusalcıları tasfiye etmenin adımlarını atmaya başladı. Bunda ne kadar başarılı olur bilmiyoruz. Ama biliyoruz ki o cesaret edip ulusalcıların kendine kaybettirmesini dillendiremeyince o da ‘vur abalıya’ misali işin kolayına kaçıp Kürtlere saldırıyor.

Açık demekte yarar var; eğer Erdoğan şimdiye kadar iktidarını tam anlamıyla yerine oturtamamış, hala o koltuk kendine batıyor ise, bunun tek nedeni Kürt halkının direnişidir. Kürt halkı Türkiye’nin demokratik geleceği, Kurdistan’ın özgürlüğü için en fedakâr adımları atmaktan hiçbir zaman çekinmedi. Bugün yüzde 70’lere varan ırkçılığın altında da bu direnişi aşamamak var. Bir siyasetçi kazanmak istiyorsa bu hakikati görmeli, aşılamayan direnişten ırkçılık üretmek yerine öncelikle cesur adımlar atıp uzatılan barış elini tutmalıdır. Bu el tutulduğunda halk da buna destek verecektir.

Bu hakikatten yola çıkarak tekrar diyelim; Kılıçdaroğlu’na kaybettiren Kandil değil, tam aksine uzatılan barış eline hak ettiği değeri vermemesi, o eli tutmamasıdır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.