Kolonyalist kapatılmanın duvarlarında açılan gedik: MED TV

  • O güne kadar Kürtlerin anlam dünyasında “Ên li Çiyê, Ên ji Derve, Meçêtir” gibi tanımlarla mistik ve belirsiz bir alana dâhil edilen savaşçılar, şal û şapik, sarı mekap ve qelêşleri ile ekranlardan sızarak dünyanın dört bir yanına savrulmuş Kürtlerin bizzat evlerinin içine “gündelik olanı belirleyen birer özne olarak” girmeye başlamışlardı. 

SELAHADDİN BİYANÎ

 

Kürtlerin tarihteki ilk gazetesi Kürdistan 1898’de Kahire’de, Latin alfabesine geçişin miadı sayılan Hawar Dergisi 1932’de Şam’da, ilk Kürtçe radyo yayını 1939’da Bağdat’ta, küresel ölçekte uydu üzerinden yayın yapan ilk televizyon MED TV 1995’te Londra’da yayın hayatına başlamıştır. Kürtlüğe dair sanatsal, kültürel ve politik üretimin neredeyse bütün ilklerinin sürgünde veya ülke dışında ortaya çıkışı kolonyal kuşatmanın ve kapatılmanın somut bir gösterenidir. MED TV’nin Kürt basın yayın dünyası içerisindeki en özgün yanı, ülke dışına daha önce çıkmış diğer yapılar gibi ülke dışında sabitlenmeyi ret ederek bizzat ülkede geniş bir iletişim ağı kurması ve ülkenin içinde olan biteni bizzat ülkenin içinden vermiş olmasıdır. Özgürlük Hareketi’nin 1970’lerin sonunda başlattığı “Hicret” ve 80’lerin ortasından itibaren başlattığı “Ülkeye Dönüş” stratejisi, 1970’lerden itibaren ülke dışına çıkmak zorunda kalmış muhacirlerin özellikle 90 sonrası basın yayın alanında başlatacakları politik, kültürel ve sanatsal bir hicretin momentumuna dönüşmüştür. Bu yönüyle MED TV’nin, ülkeye dönerek ülkedeki her evin ve sokağı içine yayılma stratejisi ve en önemlisi ülke ile kurduğu ilişki bağlamında Özgürlük Hareketi’yle ciddi bir senkronizasyon yakaladığını söyleyebiliriz. 

O güne kadar Kürtlerin anlam dünyasında “Ên li Çiyê, Ên ji Derve, Meçêtir” gibi tanımlarla mistik ve belirsiz bir alana dâhil edilen savaşçılar, şal û şapik, sarı mekap ve qelêşleri ile ekranlardan sızarak dünyanın dört bir yanına savrulmuş Kürtlerin bizzat evlerinin içine “gündelik olanı belirleyen birer özne olarak” girmeye başlamışlardı. Ülkeye dönüş stratejisi, sadece kolonyal egemenliğin çizdiği yapay sınırlardan sızarak değil aynı zamanda uzayın derinliklerinden gelen “hakiki” seslerin ve görüntülerin evlere sızmasıyla tamamlanıyordu. Büyük bir kapatılma ve görünmez kılma stratejisi ile kendini kurumsallaştıran kolonyal kuşatmada açılan bu büyük gedik, kısa bir süre sonra devletin “çanak toplatma” müdahalesini beraberinde getirdi. Kürt’ün kendine ait olana dair büyük sahiplenici inadı, bu kez damlara ve balkonlara kurulan antenlerin sökülerek bahçelerin içine monte edilmesi yoluyla “görüneni görünmez” kılıyordu. Antenlerin köylerden kentlere bütün bir coğrafyaya yayılmış olması böylesi bir toplatmayla sorunu çözmenin imkânsızlığını gün be gün ortaya çıkarıyor ve bu hakikat zamanla bir kabule dönüşüyordu. Ok yaydan fırlamıştı ve geri dönüşü yoktu; üstelik balık ile deniz özdeşleştikten sonra ne denizi kurutmaya çalışmanın, ne de denizin içindeki balığı öldürmenin ne denizi ne de balığı ontolojik olarak öldüremediğini tarih defalarca güncellemişti ve güncellemeye devam ediyordu.     

1995’ten sonra Kürdistan’da binlerce evin damında ya da balkonunda beliren “çift çanak” birkaç yıl içerisinde inanılmaz bir topografyaya yayılarak zamanla hangi mahallede kaç yurtseverin yaşadığını rakamlarla anlatan ve politik mesajını “biz buradayız” üzerinden ilan eden bir politik beyanat imgesine dönüştü. Aynı yıllarda devlet asabiyetinin fobik ve alerjik imajlar koleksiyonuna dâhil olan çanak antenler, aynı zamanda yoksul mahallelerde göreli de olsa sosyo-ekonomik durumu daha iyi olan bir evde toplanan komşuların MED TV’ye odaklanan saygılı bakışları bir dönemler radyonun, radyodan önce dengbêjlerin evlerde bıraktığı boşluğu yeniden dolduran ve can çekişen bir geleneği geri çağırma ritüeline dönüşüyordu. Bir farkla: Daha dikkatli ve daha disiplinli! Kürdistan’ın birçok evinde, MED TV’nin açılışında başlayan Ey Reqîp ile saygı duruşuna geçen ve marş bitene kadar yerine oturmayan binlerce insanın yanında iki ineğinden birini satıp çanak satın alan yoksul bir köylünün hikâyesi, Kürtlerin MED TV’yi ve MED TV’nin temsil ettiği değer skalasını ne kadar yüksek bir yere yerleştirdiklerinin bir tezahürü gibiydi. 

1990’ların başından itibaren özgürlük hareketinin hayatı baştan başa dönüştüren kurucu şiddetine paralel olarak gelişen karşı kültür inşasında MED TV’nin Kürt dünyasına dahil olması, Türk egemenlik sisteminin ‘görünmezse yoktur’ üzerine kurulu inkar stratejisini her taraftan parçalayan tarihsel bir müdahaleye dönüştü. Devletin özel savaş aygıtı gibi çalışan medyasının dezenformasyonunu tersyüz ederek hakikati deşifre eden MED TV’nin nasıl bir tarihsel misyon yüklendiğini iyi anlatan hikayelerden biri, Amed’te kendisiyle röportaj yapılan bir yurttaşın şu beyanında gizlidir: “Çanak varsa doğru vardır!”

Medyanın ve özellikle televizyonun gündelik hayatın belirleyeni olduğu bir dönemde, Kürtlerin arasına örülen kolonyal bariyerlerin dağıtılmasında ve neredeyse yeryüzüne dağılmış bütün Kürtler arasında standardize olmuş bir politik dilin oluşmasında MED TV’nin bir katalizör görevi üstlenerek dört ayrı lehçede yayın yapması Kürtlerin ulusal birlik düşüne güç veren bir öznellik kazanmasını sağlamıştır. Bir Kürt, yüzyıllardır hem kendi ülkesinden başka bir ülkeye gitmek, hem de kendi ülkesinin herhangi bir parçasından başka bir parçasına gitmek için başka bir ülkenin başkentinden vize almak zorundadır. Aynı şekilde yüzyıllardır kendine dair yarattığı anlam dünyasının bütün ilklerini kendi ülkesinin dışında bir ülkede var etmek zorunda kalmıştır. Her yanına dram, inat ve direniş hikâyeleri serpişmiş olan bu ontolojik gerçeklik, Kürtlerin kolonyalistler tarafından ‘aslında yurdu olan yurtsuzlara’ dönüştürülüp ‘tarihin bekleme odasına mahkûm edilmelerinden’  kaynaklanmıştır. 95 yılında Avrupa’da yayın hayatına başlayan MED TV, tam da bu öznelliğin içinde o odanın kalın duvarlarında en büyük gediklerden birini açmıştır… 

MED TV’nin açıldığı güne kadar Türk televizyonlarından Türkçeleştirilmiş bir Kürtçe şarkıyı dinlerken içinde geçen bir Kürtçe kelimede bile duygulanan Kürtler artık MED TV’den neredeyse her gün “Ka welatê min Kurdistan” şarkısını dinlemeye başlıyordu. Tıpkı, sömürgecinin sömürge bireyine ait olanı ona kırıntılar halinde verirken sömürge bireyinde beliren “kederli neşeden”, sömürge bireyinin kendi emeği ile var ettiği sofraya otururken ki  “doygunluk neşesine” geçişi gibi… Sadece bu yönüyle bile tarih boyunca Kürdistan’daki duygular sosyolojinde en büyük dönüşümü yaratan dinamiklerden biri de MED TV olmuştur.

MED TV, salt Kürtlüğün bir kültürel direniş odağı olmamış aynı zamanda Kürtlere dair bütün politik gündemin merkezi beyanat alanına dönüşmüş, siyasal öncülerin halk ile kurduğu ilişkide bir köprü ve siyasal alanın organizasyonunda bir çağrıcılık işlevi üstlenmiştir. Batı dünyasının başından beri rüşvet ve ihale üzerine kurulu “hak ve özgürlükler” alanı, defalarca MED TV’nin yayın lisansını iptal etmiş, banka hesaplarına el koymuş ve Kürtlerin çok da yabanı olmadığı “sürgünün içinde sürgün” durumunu süreklileştirmiştir. Buna rağmen, kapatıldığı odanın duvarlarını yıkma konusunda Kürtlerin yüzyıllara dayalı inadı ve mahirliği, sözü ve hakikati bir şekilde o gediklerden halka ulaştırmaya devam etmektedir. 

Kolonileştirilen bir coğrafyanın tekinsiz doğasının bilinebilir kılınması için kolonyalist, kolonileştirdiği coğrafyanın hiçbir tarihsel, coğrafik ve kültürel gerçekliğini esas almadan bir sömürge haritalandırmasına gider. Kürtlerle ilgili bütün kültürel haritalandırmaların stratejik hedefi Vatan Gazetesinin 1953 yılında hazırladığı Hakkâri Dosyası adlı ekte geçen Cehennem Gibi Vadilerden Geçtik ve Hakkâri Denilen Meçhul Şehir manşetlerinde gizlidir. O gün atılan manşetin 1970’lerdeki ardılı Ferit Edgü’nün daha soldan yazdığı ama beyazın başöğretmen tavrını asla bırakamadığı Hakkâri’de Bir Mevsim adlı filmi ise günümüze tevarüs eden medyatik ayağı ise TRT Kurdî denilen kanaldır. Bu kanal, geniş ölçekli ve ayrıntılandırılmış kolonyal haritanın “Kürt’ün kendi anadiliyle kendini aşağıladığı ve oto-kolonyalizmin yeniden üretildiği” alanına sabitlenmiştir.  MED TV ve ardılı olan bütün kanallar, tam da bu bağlam içerisinde kolonyalist haritaların kuşatıcılığının hükümsüz kılındığı ve Kürt’ün yüzlerce yıllık anlam ve değer savaşının devrimci bariyerlerle örüldüğü bir vaha işlevini görmektedir. O vahanın Kürtlüğe açılan bütün kapıları, sabahları hala Ey Reqîp ile açılıp gece yarıları Ey Reqîp ile kapanmaya devam ediyor… 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.