Örgütlü toplum!

Cafer TAR yazdı —

  • Sorun sadece “Erdoğan gitsin!” kolaycılığına indirgenemez; burada bir sistem, bir anlayış sorunu ile karşı karşıyayız.

AKP öncesi birçok insan için neredeyse milat haline geldi; özellikle Kemalistler ısrarla günümüz koşullarında yaşananları AKP öncesi dönemle karşılaştırmaktan çok keyif alıyorlar. Halbuki o yıllarda da Türkiye’de yolsuzluklar diz boyuydu, devlet içine yerleşmiş bir ekip; yasamayı, yürütmeyi ve yargıyı belirliyordu. 
 
Devletin bir tarafında Mehmet Ağar ve ekibi, diğer tarafında Ordu vardı; o yıllarda da yasama birileri tarafından belirleniyor, vekiller onlar ne isterlerse onu yapıyorlardı. Yürütme hakeza, yargı ise yine birilerinin elinde ezilenlere, adalet arayanlara karşı bir tür sopaya dönüştürülmüştü. 
 
Şimdi yine benzeri bir süreç işliyor Türkiye’de, Mehmet Ağar yine aktif; fakat onun daha lümpen, çirkin ve düşkün versiyonu Süleyman Soylu İçişleri Bakanı. Eskiden Ordu hükümet içinde yer almaz, daha çok Milli Güvenlik Kurulu üzerinden hükümeti yönlendirirdi; fakat şimdi artık Hulusi Akar üzerinden bizzat hükümet içerisinde temsil ediliyor. 
 
“Hiçbir şey değişmedi, her şey yirmi yıl önceki gibi!” demiyorum elbette; her şeyden önce AKP ile kendini tarif eden çevre iktidarın en güçlü ortağı haline geldi. Toplumsal ayrıcalıklardan ve kamu kaynaklarından önemli bir kısmı bu çevreye ayrılıyor. 
 
Geldiğimiz noktada bu insanlar kendi yaşam biçimleri ile daha fazla görünür hale geldiler; Türkiye halkı bizzat deneyimlediği yolsuzluk, adam kayırma, küçük yaşta kız çocuklarının zorla evlendirilmesi ve benzeri birçok ahlak ve hukuk dışı uygulamalarla siyasal İslamcılarla yüzleşiyor.  
 
 Halbuki AKP “halkın kaynaklarının seçkin bir tabaka tarafından kullanıldığını, devlet organlarının seçkinler tarafından ele geçirildiğini, kendi iktidarlarında bunun tam tersinin olacağını; kamu kaynaklarının halk için kullanılacağını ve devlette bu çevrelerin etkisinin kırılacağını” iddia ederek iktidara gelmişti.  
 
Erdoğan ilk yıllarda sürekli sokaktaki insanın ekonomik ve sosyal çıkarlarını vurgulayarak seçim meydanlarına çıkıyordu. Bol bol geçmişin yolsuzluklarından bahsediyor, yakın dönemde yaşanan krizlerin neden olduğu sosyal ve ekonomik yıkımları hatırlatarak insanlardan oy istiyordu.  
 
Nitekim bu yaklaşım Erdoğan tarafından uzunca bir süre kullanıldı; fakat bir süre sonra Erdoğan ve ekibi bizzat ekonomik talanın baş müsebbibi haline geldiler. Eskiden İstanbul sermeyesi etrafında kümelenmiş irili ufaklı sermaye çevreleri kamu kaynaklarını talan ederken; şimdi onların yerine meşhur beşli çete ve türevleri geçmiş durumda.  
 
Dikkat ederseniz bir tür tahterevalli oyununda gibiyiz; tahterevallinin iki ucunda birbirine çok benzeyen iki ekip var. Bir dönem birinin yükselişi diğerinin düşüşü, başka bir dönem ise bunun tam tersi yaşanıyor.  
 
Halbuki çalınan, talan edilen bu ülkenin yoksul insanlarının alın teri; fakat bu ülkenin çoğunluğunun kendi alın teri üzerinden oluşmuş kaynakların kimin için ve nasıl kullanılacağı konusunda hiçbir inisiyatifi yok. 
 
Sadece seçimlere indirgenmiş sahte demokrasiye halkın yönetimi denilemeyeceğini neredeyse yüz yılını doldurmuş cumhuriyet dönemi boyunca görmüş olduk. Neredeyse her dört yılda bir seçimler yapılmasına rağmen Türkiye’de yaşayan halklar kendi ekonomik ve sosyal yaşamlarına dair hiçbir karara doğrudan katılamadılar.  
 
Ne yolsuzluk ne de adam kayırma son bulmadı; gelen her zaman gideni arattı. Sorun sadece “Erdoğan gitsin!” boyutunda tartışılırsa kendimizi yine aynı yerde buluruz. İktidarın; yasama ve yargı yoluyla denetlenmesi elbette önemli, fakat bir ülkede demokratik işleyiş sadece buna indirgenemez.  
 
Bütün bunların yanına eğer halkın bizzat kendisinin ekonomik ve siyasal süreçlere kendi kurumları aracılığıyla katılımının önü açılmazsa ve politika profesyonellerin bir faaliyeti olarak algılanmaya devam ederse, kim iktidara gelirse gelsin toplum kendisini yine aynı noktada bulur.  
 
Dolayısıyla Kürt Halk Önder’inin halkın sokak sokak, mahalle mahalle örgütlendirilmesi önerisi gerçekten işleyen bir demokrasinin hem olmazsa olmazı, hem de güvencesidir. Ayrıca halk üretim ve tüketim kooperatifleri üzerinden kendini tekellere karşı güvenceye alma olanağı elde etmiş olur. 
 
Dolayısıyla sorun sadece “Erdoğan gitsin!” kolaycılığına indirgenemez; burada bir sistem, bir anlayış sorunu ile karşı karşıyayız. Yaklaşan seçimleri HDP ve devrimciler sadece insanlardan sadece oy istedikleri bir süreç olarak değil; aynı zamanda halkın örgütlülük düzeyinin yükseldiği bir dönem olarak değerlendirmelidirler. Unutulmamalıdır ki; örgütlü toplum asla yenilmez!

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.