Savaş garnizonu kayyumlar sarsılacak

Dosya Haberleri —

Selçuk Mızraklı

Selçuk Mızraklı

Yerine kayyum atanan Amed Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı Selçuk Mızraklı, Edirne F Tipi Cezaevi’nden geçmişten günümüze kayyum politikalarına ve 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlere ilişkin Yeni Özgür Politika'nın sorularını yanıtladı:

  • Hakikati öldürmek mümkün mü? Dünya üzerinde bir halk gerçekliğini yenebilecek bir ordu, bir güç var mı? Bütün kötücül çabalar eninde sonunda tuzla buz olacak, kayyum rejimi de bir siyasal ayıp olarak tarihe kaydolacak. Kayyumluk toplumsal bünyenin bir aradalığını, üretkenliğini, estetiğini, hevesini, umudunu kırmak üzere tasarlanmış garnizonlar oldu.
  • Herkesin gözü önünde herkese bir şekilde temas eden özel savaş garnizonu niteliğinde kayyumluk her gün bir şekilde sarsılmalı ve toplumsal bünyenin buna itirazı canlı, direngen tutulmalıdır. Kayyumluk karşısında giderek sessizleşmek zımni bir kabule, bir meşruiyete yol açar, her boyutu itibari ile olağandışı bir yapıya olağanlaşma imkanını tanımamak gerekir.

ERDOĞAN ALAYUMAT

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan kısa bir süre sonra Kurdistan’da yürütülen soykırım saldırılarına uygun olarak sömürge valilikleri ile bu saldırılarını pekiştirmeye girişirken, “Umumi Müfettişlik” adı altında atadıkları sömürge valilileri Kurdistan’da 1927 yılından 1952 yılına kadar görev yaptı. Kürt Özgürlük Hareketi'nin büyümesi ile birlikte 1990’lı yıllarda devlet Kurdistan’da “Olağanüstü Hal” bölgeleri ilan ederek bu politikalarını sürdürmeye devam etti.

Müzakere sürecinin bozulması ile birlikte devlet yeniden savaş siyasetine dönerken 100 yıl önce hayata geçirdiği politikalara geri dönerek seçilmiş belediyelere kayyumlar atamaya başladı. Kürt halkının iradesini hiçe sayan ve tanınmayan bu uygulamayı Kürt halkı boşa düşürürken 2019 yılında yapılan yerel seçimlerde de kayyum atanan belediyelerin büyük kısmı geri alındı. Bu hezimeti hazmedemeyen devlet aygıtı seçimlerden sadece birkaç ay sonra belediyelere yeniden kayyumlar atadı.

2019’da Amed Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanlığına yüzde 63’lük bir çoğunlukla seçilen Dr. Selçuk Mızraklı ve Hülya Alökmen Uyanık’ın yerlerine kayyum atandı ve her iki isim de daha sonra tutuklandı. Mızraklı, 23 Ekim 2019’dan bu yana rehin tutuluyor. Edirne F Tipi Cezaevi’nden gazetemizin sorularını yanıtlayan Selçuk Mızraklı, geçmişten günümüze kayyum politikaları, buna karşı verilen mücadeleleri değerlendirdi, 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlere ilişkin öneri ve değerlendirmelerde bulundu.   

Cumhuriyet kurulduğunda “Umumi Müfettişlik” vardı, 80’dan sonra “Olağanüstü Hal” ilan edildi ve günümüzde de kayyumlar eliyle özel savaş ve asimilasyon politikaları sürüyor. Bu anlamda geçmişten günümüze kayyum politikalarını nasıl tanımlarsanız?

1980’lerin sonunda Olağanüstü Hal Valiliği gündeme taşındığında biz Kürtler hemen bölge müfettişliğinin yeni sürümü olduğunu söylemiştik. Kürt meselesinde demokratik siyasal çözüm arayışlarına yönelmek yerine cebir ve savaş çizgisine savrulduğu vakit sömürgeci hezeyanları hortluyor. Bildiğiniz gibi 1930’larda da Kurdistan’da 90’a yakın yerde kayyum uygulaması vardı ve 1950’ye kadar devam etti. Rejim aklının aczi kendisini hep antikacı dükkanına taşıyor fakat sonucu her zaman daha çok acı, ölüm, yıkım, zulüm ve sefalet oluyor. Artık eskisi gibi sadece bir bölgeye lokalize de edemiyor. Savaş sahasının dışında da yokluk, çürüme, kirlenme, açlık, günlük yaşanan rezaletler olarak kendisinin ayıp suçlarının yansımaları çıkıyor.

1910-1920 aralığında yaşananlar silsilesini hatırladığımızda ulus devlet kuruluş sürecinin arkasında halklar ve inançlar için cehennemvari bir ortam olduğunu görürüz. Bu olayların müsebbipleri de maalesef cumhuriyetin kuruluşunda yerlerini almış ama paranoyalarından da asla kurtulmamış ve devlet kodlarına nakşetmiştir. Onun içindir ki Cumhuriyetin ilanından itibaren bütün anayasalar, yasalar, hukuk rejimi, idare rejimi, dış politika esasları, uluslararası antlaşma ve sözleşmeler, ekonomisinin gelişimi, eğitim politikaları, demografya ve ekolojiye dair ne varsa hepsi Kürt parantezi açılarak işletilmiş ve yürütülmüştür. Oysa Kürt meselesi tarihsel, sosyal, coğrafik, ontolojik bir meseledir. Çözümü, hakikate yaslanan barışçıl çabalarla sağlanabilir. Asla ve asla zor ve çatışmaya dayalı adımlar Kürtlerde karşılık bulmaz, direnişle yanıtlarlar.

Kayyum kelimesi, amaçlanan yeni dönem rejim politika ve protokollerini gizlemek için adeta uydurulmuştur. 2015 ve sonrasında sadece Türkiye içi değil, dışını da içeren revizyonist politikaların devreye alındığını, bu anlamda öncelikli olarak Kürt sosyolojisi ve siyasal temsiliyetlerinin hedeflendiğine hep beraber tanık ya da “sanık” olduk. Tabii ki buradaki sanıklık suçun faili olmak değil bu yayılmacı ve sömürgeci politikalara karşı duruştan kaynaklıydı. Beraberinde, bölge insanın da hedeflendiği korku ve geri çekilmeyi sağlayamadığı birçok seçim süreci ve toplumsal gözlemlerle de aşikardır.

2016 yılında Kürt kentlerinde neredeyse tüm belediyelere kayyum atandı ancak 2019 yılında yapılan yerel seçimlerde halk kayyumları yolladı. Bu direniş ve karşı koyma hakikati karşımızda dururken devletin hakikati görmeyen tutumunu nasıl yorumluyorsunuz?

Hakikati öldürmek mümkün mü? Dünya üzerinde bir halk gerçekliğini yenebilecek bir ordu, bir güç var mı? Bütün kötücül çabalar eninde sonunda tuzla buz olacak, kayyum rejimi de bir siyasal ayıp olarak tarihe kaydolacak.

14 Mayıs 2023’te yapılan seçimlerden sonra birçok teknik ve siyasal değerlendirme yapıldı. Ne yazık ki bizlere yakın çevreler de dahil olmak üzere sonuçlara kilitlendiler fakat sonuçları ortaya çıkaran arka plana pek işaret etmediler. Partimizin kurum ve kadrolarına yapılan saldırıların yarısı herhangi bir partiye dönük yapılsa tabelalarını indirirlerdi. Algı operasyonlarından, psikolojik harp-tekniklerine, kumpas davalarından kriminalizasyon ve illegalizasyon çabalarına, ablukalardan ötekileştirmeye, itibarsızlaştırmaya dönük ahlak ve kural dışı her türden adımlar atıldı. Sokaktaki ortalamayı hedefleyen bir yaklaşım toplumsal iradeyi değerleştirmeyi-hiçleştirmeyi ve yok hükmündesin algısını pekiştirmeyi nihayetinde teslim almayı amaçlıyordu.

Yerel yönetim pratiği günlük yaşamın yüzde 90’ına temas eden ve her kişinin kendinde müdahale hakkı gördüğü toplumsal ilişkilenme, yönetişim biçimidir bizlerin siyasetinde. Kendi toplumsallığı ile bu denli iç içe geçmiş, kurumsal düzlemde birçok yapıya tutamak oluşturan bu tarz yürütme mekanizması şüphesiz ki rejimin egemenlerinin de dikkatini çekiyordu. Bu sosyolojik bütünlük her geçen gün daha da yetkinleştiriyor kendisinin, kentinin, coğrafyasının, dünyanın temel meselelerine yeni ufuklar aralayabiliyordu. Yerel yönetimlerimizin bu orkestrasyon ve organizasyon kapasitesi yönetim bilimi ve halklaşması ile de ilerisi için umut vaat ediyordu. Kürt halkı kendi dilini, kültürünü, sanatını, bilgisini farklı ses ve görüntülerle zenginleştiriyordu. İster uzaydan ister sokaktan isterse insandan bakılsın kentlerimizin fiziki, sosyal, kültürel, entelektüel, sanatsal çabalarını karşılaştırın, ne kadar çok değer yaratıldığını görürüz. Bütün bu nedenlerledir ki rejim elitleri 30 Mart 2014 seçimleri ile 102 belediye partimizce kazanıldığında telaşa kapılmış ve tarihin çöp sepetinden kayyumluğu aramaya mahkum olmuş.

Mevcut sistemde partilerin siyasal iddialarını pratikleştirme ve halkların takdirine sundukları alan yerel yönetimler olmakta. Amed’e dışarıdan gelen hemen her kişi şehre girdiği ilk andan itibaren değişim ve ilerlemeyi gözlemlediğini ifade ederdi. Bir halkın el ele vererek sorunlarını her düzeyde aşabilme örneği olan projeler, dünya üniversitelerinde konuşuluyor, tartışılıyordu. Ama aynı zamanda rejimin gözlem merkezleri de halkımızın enerjisinin bileşke vektörüne dönüşen yerel yönetim yapılarımızı mercek altında tutuyordu. Doğal olarak topyekun saldırı sürecine girmeleri ile beraber anayasa değerleri, uluslararası sözleşmeler, halk iradesi gibi her türden değerin üzerinden geçilerek kayyumlar atandı. Kayyumluk toplumsal bünyenin bir aradalığını, üretkenliğini, estetiğini, hevesini, umudunu kırmak üzere tasarlanmış garnizonlar oldu.

Bir röportajınızda “Kayyum uygulaması siyasete, siyasetin dizaynının ve yerel demokrasiye etkileri nedeni ile rejimin en büyük saldırı biçimi” olduğunu ifade etmiştiniz. Bu politika Türkiye’de demokrasi güçleri tarafından yeterince açığa çıkarıldığını düşünüyor musunuz?

14 Mayıs seçimlerine giren partiler arasında HDP hattının özel bir yerinin olduğu sanırım sağdan sola herkesin gözlemidir. Rejimin 2015’ten itibaren HDP’ye kurumsal yapısı, liderliği ve kadroları ile yönelmesi, bunun kendini muhalif olarak tanımlayan çevrelerce de açık ya da zımni desteği olmadan gerçekleşmeyeceği de bilinen bir gerçeklik. HDP’nin ilerleyişi, yükselişi, halklardaki demokratik heyecanı tazelemesi, doğru bilinen yanlışları açık etmesi sistem koordinatları ve bilinçaltı ile donanmış bütün çevrelerde endişe yaratmıştı.

7 Haziran 2015’e giden süreç, İmralı’da PKK önderliği ile müzakerenin bitirilmesi, 1 Kasım 2015’de seçimlerin yenilenmesi, 15 Temmuz 2016 darbeciği, 4 Kasım 2016’da HDP Eşbaşkanları ve vekillerine operasyon, 2017 Anayasa değişikliği referandumu ve ardı sıra gelen gelişen bütün süreçlerin ortak yanı HDP’nin dolayısıyla Kürt demokratik siyasetinin sistem dışılaştırılmasına dönük çabalardır.

Yeni rejim nizamı medya, akademi, siyaset ve sivil toplum yapılarını cendereye aldığı paralel birçok girişimle (basın yayın organlarının kapatılması-el konulması, KHK’ler ile kamu kurumları ve üniversitelerden ihraçlar, demokratik siyaset kurumlarına aralıksız operasyonlar) korku ve isnat toplumu tesis etmeye koyuldu. Bu çerçevede samimi demokrat sınırlı bir çevre dışında HDP’ye ve Kürt bünyesine yapılan tacizlere karşı duran olmadı. HDP’nin de sesinin en az duyulur olması için her açıklığı da kapatmayı ihmal etmediler.

Demokraside, hukukta, özgürlüklerde, hakların kullanımı herkes için olduğu zaman anlam kazanıyor. Gözler önünde cereyan eden tacizlere sessiz kalmakta, mırıldanmak da tacizin önünü kesmiyor. Aksine cesaretini arttırıyor. Nitekim HDP’nin demokratik mücadeleyi diri tutmak, buna soyunanlara can suyu vermek gibi birçok evredeki çabasına karşın 28 Mayıs seçimleri öncesinde tescilli faşistlerle de protokoller yapılabilmiştir.

Kayyum politikalarının yeterince boşa düşürüldüğünü düşünüyor musunuz? Kayyumlara karşı mücadelenin eksikliği nasıl giderilir ve iktidarın kayyum politikası sizce nasıl boşa çıkarılabilinir?

Sorunuza bir espri ile başlayayım. “Gözden ırak gönülden ırak olur” diye bir atasözü vardır. Partimizin ve siyasetimizin en öne çıkan yanı halkın içinde halkla birlikte kararlaşma, hareket etme yeteneğidir. Bu meyanda iletişim, ilişki köprülerini sürekli canlı tutan bir araya gelişlere ve dayanışma örneklerine ağırlık verilir. Birinci olarak bu düzeyde bir zayıflama gözlüyorum. İkincisi herkesin gözü önünde herkese bir şekilde temas eden özel savaş garnizonu niteliğinde kayyumluk her gün bir şekilde sarsılmalı ve toplumsal bünyenin buna itirazı canlı, direngen tutulmalıdır. Kayyumluk karşısında giderek sessizleşmek zımni bir kabule, bir meşruiyete yol açar, her boyutu itibari ile olağandışı bir yapıya olağanlaşma imkanını tanımamak gerekir.

İki yıldan fazla bir zaman önce arkadaşlarımıza “kayyum” izleme inisiyatiflerinin oluşturulmasını önermiştim. Hem siyaset kurumlarının hem de sivil toplumun dahil olduğu bu bileşke kayyumluğun her attığı adımı, her işlemini ve tasarrufunu not etmeli, derlemeli ve düzenli aralıklarla duyurmalı, paylaşmalıydı. Sokakta, salonlarda, basında, kurumlarda güncel tutmaya dönük etkinlikler ile itirazın görünürlüğü sağlanmalıydı. Yoksa tweet atarak, soru önergesi vererek esinti yaratmak mümkün olmuyor.

Son 7 yıllık kayyum dönemlerine baktığımızda nerdeyse yolsuzluk yapılmayan belediye kalmadığını görüyoruz. İktidarın Kürt kentlerine kayyum ataması sadece mali rant ile açıklanamaz. Kayyumla güdülen amaçların neler olduğunu düşünüyorsunuz?

Kayyumların yolsuzlukları yarattıkları tahribatın belki de en kolay onarılabilecek boyutudur. Bizim kentlerimizdeki rantlar batı ile karşılaştırıldığında oldukça küçük kalır. O nedenle asıl odaklanmamız gereken toplumsal bünyede yaratmaya çalıştığı manevi, siyasal, kültürel ve psikolojik fasıllardır. Kültür ve kadın merkezlerine el koymaları, caddelerin, sokakların isimlerinin değiştirilmesi, kent yoksullarının kendilerine muhtaç hale getirilmesi bir politika bütünlüğüdür. Bu tarz yönelimlerde odaksal değil aksine kimliğin, ruhun, bünyenin toplamına dönüktür. Bunları yapar ardından analara, babalara torba içinde evlatlarının kemiklerini verir, mezarlıkları tahrip eder, taziyeleri yasaklar, hepsi toplumsallık ruhunun zayıf düşürülmesine dönüktür. Bizlere düşen tam da bu adımları boşa çıkaracak her türden dayanışma ve buluşma ile cevap olmaktır.

Kayyum belediyelerinde alınan birçok karar halka rağmen halka karşı uygulamanın laboratuvarı olarak işlev görüyor. Önümüzdeki seçim döneminde kayyumların bu işlevini boşa düşürecek nasıl bir politika izlenmeli?

Cumhuriyetin ilk yıllarından bu döneme kadar Kürt meselesine ilişkin ajandaya bir göz attığımızda, kimisi 5 yıl kimisi de, 20-30 yıl devam eden politikalar manzumesi ile karşılaşırız. Bütün bir yüzyılın vazgeçilmesi asimilasyonist politikalar, çifte hukuk ve zor yöntemleri olmuştur. Bazen mecburi iskan, bazen yurttaş haklarına kısıtlamalar ya da sözde vatandaş tarifi benzeri bazen de aşağılama, ötekileştirme gibi çeşitlilikler de katmışlar.

Son 7-8 yıla baktığımızda zaman zaman Saddam’ın “El Enfal” politikalarının Türkçe çevirisine benzer bir durum yaşandığını söylersem abartmış olmam. 2015’den itibaren sömürgeci ve alt emperyal hayallerin, Enver Paşavari hezeyanların hortladığını “Kızıl Elma” mefkuresinden Misak-i Milli’nin yeni sürümlerinin devreye alınması, Saddam’ın Nak’larına nazire yaparcasına son teknoloji kalekolların inşasına kadar birçok adımın atıldığını, öldürülen insan sayısı ile övünülebilindiği, savaş milliyetçiliğin selefi siyasal İslam simge ve sembollerinin gözlerin içine sokulduğu ve buraya sığmayacak daha birçok girişim tertiplendiği görülüyor.

Analarımız bizlere iyilik yapın iyilik bulun derlerdi. Bu politikalarıyla rejim som kötülük, kötülüğün sıradanlaşması ve toplumsala yedirilmesini amaçlıyor. Sonuçları tarihin geçmiş dönemlerinde de yaşandığı gibi ölüm, yıkım, gözyaşı ve lanetlenme olacak. Tarihe lanetliler olarak geçecekler. Ama bunun karşısında direngenliği korumak, itirazı yükseltmek, insanlık onurundan ödün vermemek, her türden meşru demokratik protestoyu yüreklendirerek vazgeçirtmeyi de sağlayabiliriz. 14 Mayıs bu anlamda önemli bir fırsattı ama yeterince etkin ve doğru adımları şekillendirilemedi. Önümüzde yine yeni bir turnosal var. Halkımız kendi yaşam alanları başta olmak üzere her yerde partisini sahiplenecek, çoğalarak, demokratik çözümü ısrarla her zeminde seslendirip dayatarak mesafe alabiliriz. Momental aralıkların önemini ve değerini bilerek elimizdeki imkan ve kapasiteyi halklarımızın kazanç hanesine yazdırabiliriz. Sadece bizler değil bütün ülke ve bölge yeni iklimi soluyabilir.

31 Mart tarihinde yapılacak yerel seçimlere çok az bir zaman kaldı. Seçimlere dönük ittifak tartışmalarının daha da alevlendiğini görüyoruz. Son yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yapılan Emek ve Özgürlük İttifakı pratiğini de göz önünde bulunduracak olursanız bu anlamda önerileriniz neler olur?

Partimizin hemen her dönemde ilkeli-tutarlı-samimi demokratlara kapısı açıktır. Elini uzatır gerekirse adımlar da atar. Sözü ve eylemi ile tutarlı, imtiyazlılık dışında tutulmuş kadın, genç, emekçi, öğrenci, kentli, köylü herkese açık, bu kesimlerin hak ve taleplerinin yılmaz savunucusu, yoldaşı olacaktır. Rejimin her dönemde olduğu gibi bu süreçle de tuzakları, içeriye el uzatmaları, 3. Yolda biriken itirazı parçalama girişimleri olacaktır. Geçmişin deneyimlerinden yeterince ders çıkararak bu salvolar savuşturulabilir. Bizlerin olacağı doğru siyasal örgütlü pozisyonlar sadece kendimizi tahkim etmeyecek aynı zamanda bugün yan yana olmasak da yarın bir araya gelmemiz muhtemel olan kesimlere de güven verecektir.

Bu dönem partinizin izlediği stratejiyi nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu anlamda eleştirileriniz ya da önerileriniz var mı?

Partimizin son 6 ayda önemli çabalar ve derlenme içinde olduğu herkesin malumudur. Bu dönemin en önemli çıktısı da ilkeli, özgün, siyasal tutum ve halkın içinde halkla beraber kararlaşmadır diye düşünüyorum. Bunun canlı tutulmasının yegane şartı atalete düşmemektir. Sorumlu, düzenli, azimli, coşkulu, güvenli, umut aktaran adımlarla günün 24 saatinin son dakikasına kadar zinde olmak gerekiyor.

Kent uzlaşısı başlığı altında adaylaşmaların en geniş katılımlı, kapsayıcı ön seçim ile gerçekleştirilmesi partimize yakışan tutumdur ve partimize güveni arttıracaktır düşüncesindeyim. 2019 yerel seçimlerinden önce Amed özelinde oldukça geniş bir temsiliyetle 3 aylık bir çalışma ile “Kent sözleşmesi” hazırlamıştık. O dönemde de bu çabaların süreklileştirilmesini önermiştim. Bu dönemde de hatırlattım. Kent uzlaşısı temsiliyetin belirlenmesine dönük bir çaba iken kent sözleşmesi yine en geniş çevrelerin kentsel perspektiflere dönük bir tutum belgesi, bir çerçeve sözleşmesi olarak kayıt düşmek olacaktır, hala da geç değildir.

Yerel yönetim politika ve perspektiflerimizin zenginleştirilmesi, yaratıcı önerilerin politikalara aktarılması babında akademisyenlerin ve sivil toplumun da desteğiyle enerjiden ekolojiye kadar birçok başlıkta çalışma masaları tertip edilip, önerileri alınabilir. 2024’de yaşadığımızı unutmadan teknolojinin bizlere sağladığı bütün imkanları etkin bir şekilde kullanıp her kesimle genci, yaşlısı ile temas hatlarını ihmal etmemeliyiz. Fiziki olarak her akşam her eve gidemeyeceğimize göre en azından görüntü ve ses olarak ulaşabilmeliyiz.

Son olarak hem Diyarbakır halkına hem de Türkiye halklarına ve demokrasi güçlerine bir çağrınız var mı? 

Bu topraklar, bu yaşamlar, bu gelecek bizim. Onurumuz, özgürlüğümüz, kimliğimiz, değerlerimiz vazgeçilmezdir. Her gün daha büyük, daha çok, daha örgütlü olursak ancak kazanabiliriz. Barışı müjdeleyebiliriz. El ele, omuz omuza, yürek yüreğe direndik, kazandık, kayyumlara, kirlilere yer yok! Dem dema serkeftinê ye! Sizleri özlemle selamlıyor ve özgürlükte buluşmak üzere diyorum.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.