‘Suçun’ sosyolojisi: Harlem Ritmi

Kültür/Sanat Haberleri —

"Harlem Ritmi" kitabı

  • 1960’ların Harlem’indeyiz. Irkçı uygulamalar eskiye göre hafiflese de, üst düzeyde görülmeye devam ettiği bir dönem. Başkarakterimiz Ray Carney, bir mobilya esnafı. Harlem’in göbeğinde, görece küçük bir dükkanı var ve doğal müşterileri siyahlar.

BİLGE AKSU

Son dönemin en dikkat çekici yazarlarından biri, ABD’li Colson Whitehead. 69 doğumlu yazar, New York’lu bir siyah. Harvard’dan mezun olduktan sonra gazetelerde başladığı yazı serüveni, 90’ların sonlarında çıkardığı romanlarıyla, bir yazarlık külliyatına dönüşmüş. Türkçeye çevrilen epey eseri bulunan Whitehead, son yıllarda üst üste aldığı Pulitzer Ödülleriyle çok konuşulmuştu.

 

Colson Whitehead

 

Kendisiyle benim ilk tanışmam, 2017’de Türkçeye çevrilen Yeraltı Demiryolu’yla olmuştu. Dikkatimi çeken ilk şey, kitabın hem Pulitzer’i hem de Arhtur C. Clarke ödülünü almasıydı. Malum, edebiyatta bilimkurgunun ciddiyeti ve edebi niteliği hep sorgulanmıştır; bu iki ödülü kendinde toplayan kitabı merak etmiştim. Okuyunca, haklı bir ödül olduğunu düşündüm.

‘Yeraltı Demiryolu’

Yeraltı Demiryolu, ABD’nin en karanlık dönemlerinden birini, plantasyon zamanlarındaki kuzey-güney iç savaşının çevresinde gelişen kölelik tartışmalarını anlatıyor. Cora adlı karakterin çevresinde ilerleyen metin, güneyli çiftlik sahiplerinin akıl almaz uygulamalarını ve ırk ayrımcılığını ele alıyor. Fakat dümdüz bir anlatıdan ziyade, içine serpiştirilmiş yarı fantastik ve bilimkurguya yaklaşan unsurlar mevcut. ‘Yeraltı Demiryolu’ ifadesi, o dönemlerde güneydeki siyahların kuzeye kaçarken sığınabilecekleri noktalar barındıran bir rotayı ifade ediyor. Kitaptaysa bu durum, Whitehead’in kurgusuyla yeraltında inşa edilmiş bir demiryolunu refere etmiş. Cora, ona aşık olan Ceasar’la birlikte kaçtıktan sonra bu yolu kullanarak kuzeye ulaşmaya çalışıyor.

Whitehead’in yazarlık serüveni az çok böyle temalarla şekillenmiş. Kendisi de mücadeleci bir siyah olduğundan, bunları anlatmayı sorumluluk gibi görüyor. Bazı söyleşilerinde buna dair söylemleri mevcut. Aynı zamanda, yaptığı kurguların arka planına öylesine unsurlar ekliyor ki, dönemin günlük yaşantısı ve genel panoraması hakkında epey bilgi ediniyorsunuz.

‘Harlem Ritmi’

Son kitabı Harlem Ritmi de bu minvalde ilerleyen bir hikaye. Bu kez 1960’ların Harlem’indeyiz. Irkçı uygulamaların eskiye göre hafiflese de, üst düzeyde görülmeye devam ettiği bir dönem. Rosa Parks’ın otobüs koltuğundan kalkmayarak bir hareketi başlatmasının üzerinden 4-5 yıl geçmiş henüz. Ve elbette Harlem gibi, siyah komünitenin baskın olduğu bir bölgedeyiz.

Başkarakterimiz Ray Carney, bir mobilya esnafı. Harlem’in göbeğinde, görece küçük bir dükkanı var ve doğal müşterileri siyahlar. Esasen, oralarda nam salmış bir babanın oğlu Carney. Bir zamanlar Harlem’in altını üstüne getiren babasının aksine o uyumlu bir hayatın peşine düşmüş. Ufak tefek orta sınıf alışkanlıkları ve sınıf atlama gayesi olsa da, bunlara ‘yasal’ yollardan, yavaş yavaş ulaşmaya çalışıyor. Eşi Elizabeth, görece zengin bir ailenin kızı ve söz konusu aile, yavaş yavaş ortaya çıkan siyah elitlerden. Hatta bazı kısımlarda Carney’i kızlarına layık bulmadıkları anlaşılıyor. Kaynana Alma, nesiller boyu giderek açtıkları renklerini, Carney yüzünden torunlarında göremeyeceklerini düşünüyor. Siyahlığa geri dönüş, pek makul değil onlar için.

Carney böyle bir orta sınıf rüyası içinde yaşayadursun, çocukluğundan beri ayrı düşmediği bir kuzeni var, Freddie. İkisi teyze çocukları ve Carney’nin annesinin ölümünden sonra, babasının arada bir ortadan kaybolmalarından mütevellit, sürekli birlikte vakit geçirmişler. Hikayenin buralarda yaptığı geriye dönüşlerde, ikisi arasında adeta bir Tom Sawyer ve Huckleberry Finn mevzuu göze çarpıyor. Freddie gözüpek ve her türlü haylazlığa meyilliyken, Carney daha çok onun arkasını toplamakla meşgul. Elbette aralarındaki bağ, onu da zaman zaman suça itmiş. Hiçbir şey yapmasa, Freddie ordan burdan bir şeyler aşırırken gözcülük etmiş.

Carney’nin Freddie’yle olan bağı yetişkinlikte de aynı minvalde seyrediyor. Kendisi işinde gücünde bir esnaf olmaya çabalarken kuzeni ha bire bir şeyler aşırıp onun dükkanına getiriyor. Karşılık olarak da bazı çalıntı malları Carney’nin okutmasına yol veriyor. Simbiyotik bir ilişki mevcut. Fakat günün birinde, büyük bir planla karşısına çıkıldığında Carney için her şeyin değişeceği yere geliyoruz. Bölgenin en büyük otellerinden biri soyulacak ve çalınanlar onun dükkanına taşınacak. Bunun için 4-5 kişilik bir çeteye ihtiyaç var. Carney, bir yandan fırsat tepmemek ama daha önemlisi, kuzenine göz kulak olmak için bu işe girmeyi kabul ediyor. Soygun gerçekleştikten sonraysa, Carney’nin ikinci hayatı başlıyor. Çeteler arası didişmelerde onun da adı var artık. Bölgenin yeni yetme kabadayısı Chink başta olmak üzere, kirli işlere bulaşmış çeşitli aynasızlar, onun dükkanına gelip gitmeye başlıyor.

Sınıf atlama çabaları

Anlatının süregiden akışı bir yana, en dikkat çekici unsurlar, dönemin kültürel ve gündelik yaşantısına dair verilen ayrıntılar. Çizgili mor takım elbise giyen bitirim siyahlar, yalnızca beyazlara ev kiralayan ev sahipleri, açık renkten koyu renge doğru giden siyah sınıflaşmaları ya da olup bitenlere göre değişen ruh halleriyle, zaman zaman politikleşen ortalama siyah tepkileri… Harlem’e doğru gelince bozulan, çukurlarla kaplı yollar, beyazların yoğun olduğu yerlerde görünmezleşen karakterler… Whitehead’in satır aralarına sıkıştırdığı bilgiler de enteresan. Örneğin 30’larda, “Çalışabileceğin yerden alışveriş yap!” gibi kampanyalar örgütlenmiş. Çünkü o dönemlerde siyahlar yalnızca belli mağazalarda ya da iş yerlerinde barındırılırmış.

Carney’nin genel motivasyonu öylesine iyi aktarılıyor ki, bu karakterin sınıf atlama çabasına dair ikilemleri de kilit bir noktayı oluşturuyor. Eşi Elizabeth’in çocukluk arkadaşı Alexander, iyi bir eğitim aldığından, kayınpederinin hali hazırda üyesi olduğu seçkin bir siyahlar kulübüne kabul edildiğinde, Carney’deki kıskançlığı sayfalarca analiz ediyoruz. Sonrasında işleri biraz açılınca o da kulübe dahil olmak için biraz para harcıyor hatta. Fakat elbette o, diğerlerinden biraz daha siyah. Duke isimli kulüp yöneticisi ona üyelik vaat edip bir miktar parasını alsa da sonuç olumsuz şekilleniyor. Bu da hikayenin ikinci dönüşüm noktası zaten. Gururuyla oynandığını düşünen Carney, şeytani bir planla Duke isimli kişiden intikam peşine düşüyor. Bunun için hem polisle, hem siyah çetecilerle işbirliği yapması gerek. Yani artık o, kendi halinde esnaflık rüyası yaşayan eski Carney değil.

Anlatının temel iletilerinden biri tam da buna dair. Eğer böyle bir sınıfın içinde doğduysanız, suça itilmemeniz neredeyse imkansız. Bu ister ailenizden gelen genetik bir yatkınlık olsun, ister iyi kalpli dünyanızda birilerini korumaya çabalarken olsun… Motivasyonunuzdan tamamen bağımsız olarak, siz zaten ötekileştirilen ve bazı kapıları açmak için yasadışı yollara mahkum edilen bireylerdensiniz. Carney’nin durumu da tam olarak bu. Kuzenini korumanın peşinde adımlar atarken, ister istemez bulaştığı çeteleri, günü gelince kendi planları için kullanma yoluna gitmesi bundan. Çünkü zaten o çeteler dükkana dadanmış, haraç istemeye başlamış halde. Zaman zaman kendiniz için de bir şeyler istemeniz, o esnadaki en makul seçenek.

George Floyd ayaklanmaları

Whitehead bu kitabı uzun bir süreçte yazmış ama kendisinin belirttiğine göre asıl üretimini 2020’deki pandemi sırasında ortaya çıkarmış. Bu dönemin simgeleşen olaylarından biri de, hatırlayacağımız üzere, George Floyd ayaklanmaları. Kitapta buna benzer bir ayaklanmayı da uzun uzun okuyoruz. 1964’teki meşhur Harlem İsyanlarını yani. 15 yaşındaki bir liselinin, polis tarafından üç kurşunla öldürülmesinin ardından başlayan ve Harlem’in neredeyse yerle bir edildiği olaylar da anlatıda önemli bir dönüşüm noktası. Kuzen Freddie ve zengin beyaz arkadaşı Linus, bu ayaklanmayı fırsat bildikleri çok büyük bir soyguna giriştiğinde, hem Carney’nin hem de etrafındaki iyi/kötü herkesin kaderi sonsuza kadar değişiyor. Bu kısmı detaylandırırsak okuma zevkini bitireceğimizden şimdilik keselim.

Fakat Harlem ayaklanması sırasında bir esnaf olan Carney’nin olayları yorumlama biçimi epey enteresan. Evvelden mimlenmiş, kimisi işbirlikçi kimisi fırsatçı siyah esnafların mağazaları yerle bir edilirken, onun dükkanına zarar gelip gelmeyeceği merak konusu oluyor haliyle. Cama yapıştırdığı kağıtta, “BU İŞYERİNİN SAHİBİ SİYAHTIR!” şeklinde bir uyarı bulunsa da, protestocuların nerede duracaklarını bilmemelerinden korkuyor. İsyanlar sırasında dağıtılan bazı broşürlere de yer verilmiş. Bütün gerilimin ortasında, yüzünde umutlu bir gülümsemeyle yaklaşan genç bir kızın uzattığı kağıtta şunlar yazıyor:

“TALİMATLAR:

BOŞ BİR ŞİŞE AL, İÇİNE BENZİN DOLDUR.

FİTİL YERİNE BİR BEZ PARÇASI TAK, BEZİ YAK.

FIRLAT VE NASIL KAÇTIKLARINA BAK…”

Bir başkasında ise, olayların bitişi aksettirilmiş. Gergin şekilde olacakları bekleyen siyah komüniteye hitaben şunlar yazıyor:

“SAKİNLEŞ BEBEĞİM, MESAJ ALINDI… Yıllardır haykırarak iş istedik, doğru dürüst okullar ve temiz evler istedik. Bazı kulaklar bize kapalıydı. Siyahların durumu düzelmezse ortalık yangın yerine dönecek dedik. Bazıları bizi dinlemedi. Bugün herkes dinliyor.”

Son olarak kitabı çeviren Begüm Kovulmaz’a da bir parantez açmadan edemiyorum. Yeraltı Demiryolu’nu da onun çevirisinden, harika bir akıcılıkta okumuştuk. Aynı şekilde Harlem Ritmi de enfes bir çeviri olmuş. Ki kendisinin geçen ay Can Yayınları’ndan çıkan Umutsuz Karakterler çevirisini de bilahare konuşuruz. O da 70’ler ABD’sine, bu kez orta sınıf beyazların gözünden bakan bir kitap. Ve yine çok sürükleyici, öğretici, düşündürücü.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.