Tarihsel bir aralığın eşiğindeyiz

Cengiz Çiçek
- Kürt Özgürlük Hareketi ve devlet arasındaki silahlı ilişkinin yerini silahsız-çatışmasız bir ilişkiye bırakacağı tarihsel bir aralığın eşiğinde bulunulduğuna işaret eden DEM Parti'li Cengiz Çiçek, bu eşiği atlayabilmek için de yeni bir hukuk aklına ihtiyaç olduğunu söyledi.
- Çiçek, şunları ifade etti: "Sürecin bu aşamada hayati ihtiyacı, Kürt Özgürlük Hareketi’nin silahlı mücadeleden demokratik siyaset mücadelesine dönüşümünü kolaylaştıracak geçiş süreci yasasının çıkarılmasıdır. Buna PKK’ye özel yasa ya da kod yasa da diyebilirsiniz.
- Adından bağımsız, ihtiyacı duyulan, içeriği demokratik toplum fikriyatına içkin, ona alan açan bir özel yasanın çıkarılmasıdır. Bu yasa, silahlı mücadele stratejisini sonlandıran Hareket'in, demokratik siyasal zemine yerleşmesini kolaylaştıracak hedefe odaklanmalıdır."
AZİZ ORUÇ / İSTANBUL
Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu'nun DEM Parti'li üyelerinden Cengiz Çiçek, Kürt Özgürlük Hareketi’nin silahlı mücadeleden demokratik siyasete geçişini güvence altına alacak özel bir geçiş yasasının çıkarılması ve Meclis’in bu fırsatı Türkiye’nin demokratikleşmesi için değerlendirmesi gerektiğini söyledi.
DEM Parti'nin hukukçu vekillerinden Cengiz Çiçek, Geçiş Hukuku, Demokratik Entegrasyon Yasaları, Meclis Komisyonu’nun rolü, İmralı’ya gitmesi gibi tartışmalara ilişkin sorularımızı yanıtladı.
Türkiye'den çekilme kararı açıklanırken de “Geçiş Hukuku” esas alınmalı ve adımlar atılmalı, denildi. “Geçiş Hukuku” kavramıyla somut olarak ne kastediliyor?
“Geçiş Hukuku” adı üzerinde bir durumdan başka bir duruma dönüşürken, bu dönüşümü sağlayacak, kolaylaştıracak koşulların oluşturulmasıdır. Eski durum ve hedeflenen yeni durum arasındaki fark nedir? Bir başka ifadeyle Kürt meselesi bağlamında dönüşümden neyi anlıyoruz? Bu soruları sistemsel olarak “inkar-isyan yüzyılından” “ne inkar-ne isyan yüzyılına” geçiş çabası olarak cevaplandırabiliriz. Bu cevaptan hareketle “Geçiş Hukuku”nu, inkar ve isyan ilişkisini ortadan kaldırma hedefini gerçekleştirecek hukuksal zeminin oluşturulması olarak tarif edebiliriz. Ne inkar ne isyan hedefi, Kürt halkı-devlet, Kürt Hareketi-sistem ve Kürt-Türk ilişkileri bağlamında yeni bir hukuksal, siyasal ve toplumsal ilişki önermesini içeriyor. Dikkat edecek olursanız tüm çabalar ve mesajlar ilişkisizliğe değil, tersine ilişkilerin yeniden düzenlenmesine işaret ediyor. Daha somut bir ifadeyle Cumhuriyet tarihi boyunca Kürtlerin varlığını tehdit olarak görerek tedavüle sokulan güvenlik politikalarından vazgeçişi ve bunun doğal bir sonucu olarak ortaya çıkan Kürt Hareketi ve devlet arasındaki silahlı ilişkinin, yerini silahsız-çatışmasız bir ilişkiye bırakacağı tarihsel bir aralığın eşiğindeyiz. Bu eşiği atlayabilmek için de hem geçmişin tekrarından kaçınmak hem de pratik olarak işleyen sürecin nihayete kavuşmasını sağlayacak yeni bir hukuk aklına ihtiyaç var.
Nedir o hukuk aklı?
Silahlı mücadele stratejisine son verdiğini, kendisini feshettiğini ve silahlı güçlerini Türkiye'den çektiğini açıklayan Kürt Özgürlük Hareketi'ni, inkarcı çağın isyan örgütü olmaktan çıkarmanın ve özgürlük çağının yasal, demokratik, toplumsal siyasal hareketine dönüşümünü sağlayacak hukuksal zeminin oluşturulmasıdır. 'Geçiş Hukuku', budur.
Silahlı mücadele stratejisinden demokratik siyaset stratejisine geçiş, doğal olarak devletin bu geçişi sağlıklı bir şekilde sağlayacak olan hukuksal yaklaşım geliştirmesiyle mümkün olacaktır. Bu yönüyle Geçiş Hukuku, Sayın Abdullah Öcalan’ın değimiyle hukuk kapısının dışında tutulan ve buna isyan eden Kürtlerin, demokratik ve yasal bir güç olarak hukuk kapısından içeriye girmesini sağlayacak eşiği atlatacak olan hukuktur. Bu yönüyle “Eşik Hukuku” da denilebilir. Oda metaforundan hareketle bir odadan (illegal) başka bir odaya (legal) geçiş için aşılması, geçilmesi gereken eşiğin hukukudur diyebiliriz.
Sürecin ilerleyebilmesi için “Demokratik Entegrasyon Yasaları” çıkarılması gerektiği belirtildi. Bu yasalar sizce neyi kapsamalı, hangi alanlarda düzenlemeler yapılmalı?
Adı üzerinde somut yasaların neler olacağı tartışmasından önce demokratik bir ortamın, iklimin ve zihniyetin oluşturulmasında karar kılmak ve bunda ısrar etmek belirleyici olandır. Demokratik tutum ya da yaklaşım, öncelikle Kürtleri ve kolektif haklarını, sıfırın altında tutmaktan vazgeçiştir. Bir başka deyişle Kürtlere dair kültürel ve siyasal mevzularda ayrımcı politikaları ortadan kaldırmak ve bu ayrımcılıkla sistemsel olarak mücadele etmektir. Benzeri örneklerde olduğu üzere, ezilen bir kimliğin özgürlük alanının sağlanması, sadece kimi yasal ve siyasal haklarının mevzuata yerleştirilmesiyle mümkün olmamaktadır. Geçmiş dönemlerin sistematik ayrımcı politikalarının tüm sonuçları ve kalıntılarıyla mücadele etmekle mümkündür. Siyahi hareketler örneğinde olduğu gibi ırkçılığı bir insanlık suçu olarak kabul eden ve ırkçılığa yaşam alanı tanımayan devlet ve yasa güvencesi olmadan, siyahilerin özgürlük alanı da sistemsel bir kazanıma dönüşmüyor maalesef. O nedenle Demokratik Entegrasyon bağlamında öne çekilecek yasal çalışmalardan birisi, etnisiteler, inançlar, kimlikler arasında hiyerarşi kuran, toplumsal nefreti canlı tutan ve siyasal, ekonomik, kültürel egemenlik alanı yaratan ayrımcılıkla mücadele olabilir. Buna 'Ayrımcılıkla Mücadele Yasası' diyebiliriz.
Buradan hareketle Kürt sorunu bağlamında 'Demokratik Entegrasyon Yasaları', geçmişte yaşanılanın tersine kamusal alanda yer edinmek isteyen Kürt’ü, kendi benliğinden, duygusundan, kültüründen, hafızasından, bilincinden kaçmaya zorlamayan, değerleriyle kavgalı tutmayan; bilakis, her kimliğin en doğal hali olan barış halinde tutacak ve bunun için gerekli olan tüm yasal düzenlemelerdir. Bu yönüyle Demokratik Entegrasyon’un iki uçlu iyileştirici bir işlevi var;
* Kürt halkının kendi iç dünyasındaki; duyguda, düşüncede, ifadede, ruhta, bilinçte barışı sağlaması veya 100 yıllık inkarcı sitemin Kürtlerin bünyesinde yarattığı tüm tahribatlarının onarılmasıdır.
* Sözü edilen Türk-Kürt kardeşliğinin eşitlik hukukuyla sapma halinden çıkarılması ve kalıcılaştırılmasıdır. Bu aynı zamanda coğrafyanın tüm halklarının ve inançlarının demokratik birliklerini güçlendirecek tarihsel bir harç niteliğinde olacaktır.
Bu yönüyle Demokratik Entegrasyon, Kürt halkının her türden demokratik örgütlenmesini tanıyan, bunun önündeki engelleri kaldırarak, yasal-anayasal güvenceye kavuşturan tüm yasal düzenlemeleri içerir. Bu aynı zamanda sistemin ikinci yüzyılda kendisini demokratik kurumlaştırması ve demokratik düzenlemesi demektir. Bu perspektif ışığında vatandaşlık tanımının yeniden düzenlenmesi, yerel yönetimler yasasının halk iradesine ipotek konulmasına fırsat vermeyecek şekilde güçlendirilmesi, ana dilinde eğitim ve öğrenimin yasal güvenceye kavuşturulması, düşünce-ifade-örgütlenme özgürlüğüne müdahale zeminlerini ortadan kaldıracak düzenlemelerin yapılması, 'Demokratik Entegrasyon Yasaları’nın temel başlıkları olabilir.
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Sabri Ok, “Herhangi bir af değil, sürece özgü özel yasalar olmalı” ifadesini kullandı. Af dışında, barış sürecinin önünü açabilecek ne tür özel düzenlemeler yapılabilir; bu tür adımların Meclis’te karşılık bulma olasılığı nedir?
Süreci af mantığıyla çözmeye çalışmak, hem 100 yıllık anti demokratik, inkarcı sistemden hem de Kürt meselesinden doğru sonuçlar çıkarmamak demek olur. Af, kelime anlamı itibarıyla suçlu olanı bir nevi bağışlamak ya da mazur görmektir. Ortada bu anlamda bağışlanması, mazur görülmesi gereken bir Kürt öznesi yok. Tersine tıpkı Kürt katliamları öncesi hazırlanan raporlarda olduğu gibi “bu topraklar iki ulusa yetmez” gerekçesiyle Kürt varlığına kastedenlerin tarihsel bir özür ya da özeleştiri borcu var. Tabii yeri gelmişken bu tartışmayı, pozitif hukuk bağlamında veya onun suç ve ceza teorisi bağlamında yapmadığımızı belirtelim. Öte yandan af mantığı, aynı zamanda iki özne arasında hiyerarşik bir duruma ya da egemenlikçi bir yaklaşıma işaret eder. O nedenle sürecin ilacı af değil, tarihten gerekli derslerin çıkarılmasıdır. Doğru bir gelecek inşası için çıkarılması gereken derslerden bahsediyoruz.
Sürecin bu aşamada hayati ihtiyacı, silahlı mücadele stratejisine son verdiğini ilan eden Kürt Özgürlük Hareketi’nin silahlı mücadeleden demokratik siyaset mücadelesine dönüşümünü kolaylaştıracak 'geçiş süreci yasası'nın çıkarılmasıdır. Buna PKK’ye özel yasa ya da kod yasa da diyebilirsiniz. Adından bağımsız, ihtiyacı duyulan, içeriği demokratik toplum fikriyatına içkin, ona alan açan bir özel yasanın çıkarılmasıdır. Bu yasa, silahlı mücadele stratejisini sonlandıran Hareket'in, demokratik siyasal zemine yerleşmesini kolaylaştıracak hedefe odaklanmalıdır. Aksi her durum, Sayın Öcalan’ın da ifade ettiği gibi Kürt Hareketi'ne “savaşın dayatılması” ve savaş politikalarından beslenen siyasal ve ekonomik rantçılığa alan açılmasıdır.
Bu ve benzeri sürece özel yasaların, Meclis’te temsiliyeti bulunan tüm partilerin siyasal konsensüsüyle çıkması arzu edilendir. Yoksa sadece iktidar ortaklarının gerekli olan yasa ya da yasaları çıkaracak sayısal üstünlükleri Meclis’te mevcut. Burada mesele, sayısal değil siyasaldır. Meclis bünyesinde kurulan süreç komisyonu da bir siyasal uzlaşı çabası, gereği olarak anlaşılmalı, anlam bulmalıdır. Sadece özel yasa için de bunu söylemiyoruz. Kürt meselesini ve onun çatışmalı karakterini ortaya çıkaran kök nedenleri ortadan kaldırmaya odaklanan bir Meclis aklını ve inisiyatifini geliştirmenin tam zamanıdır. 100 yıllık tarihten doğru dersler çıkarmak ancak böyle mümkündür.
Tarih demişken yaşanan deneyim bir ilk de değildir...
Doğru, Kürt İnkarcılığı, katliamları ve Kürt isyancılığıyla ilk defa karşı karşıya değildir bu topraklar ama ilk kez doğru bir çözüme kavuşma, rayına oturma şansına bu düzeyde yakınlaşılmıştır. Cumhuriyetin kuruluşundan hemen önce Koçgirî İsyanı’nın hemen ertesinde; 10 Şubat 1922'de Meclis’te kabul edilen 'Kürt Reform Yasası’nın hayata geçirilmemesiyle bir tarihsel fırsat kaçırılmıştır. 100 yıl sonra Cumhuriyetin ikinci yüzyılında PKK isyanından çıkarılan derslerle bu tarihi fırsat, bir kez daha kaçırılmamalıdır. İlk fırsatın kaçırılması 100 yıla mal oldu, ikinci fırsatın kaçırılması ise günümüz 3. Dünya Savaşı gerçekliği de hesaba katıldığında benzeri bir fırsatı, şansı yakalama şansını da ortadan kaldırabilir. 100 yıl önce kaçırılan fırsat, Cumhuriyeti oligarşikleştirdi; şimdi değerlendirilecek bu fırsat ise Cumhuriyeti demokratikleştirecektir. Bu bağlamda Meclis’in tüm bileşenlerinin, yapacakları ya da yapamayacaklarıyla; cesaretleri ya da cesaretsizlikleriyle Cumhuriyetin ikinci yüzyılının niteliğinin belirlenmesinden doğrudan sorumlu olacakları aşikar. Bunun bilinciyle hareket edecek politik bir kuruculuk yeteneği göstermek de hepimizin görevleri arasında. Bütün çalışmalarımızı, görüşmelerimizi, bu tarihsel role layık olma hedefiyle gerçekleştirmeye özen gösterdiğimizin de bilinmesini isteriz.
Komisyon’un Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile doğrudan görüşmesi talebi uzun süredir gündemde. Böyle bir görüşmenin sürece nasıl bir katkı sağlayacağını düşünüyorsunuz?
Her şeyden önce mevcut sürecin başarıyla nihayete erişmesi için aklı selim her çevre, Komisyon’un Sayın Öcalan ile görüşmesi gerektiğini savunur. Modern zamanların en büyük gerilla örgütlerinden birisine, bir başka deyişle silahlı kapasitesi itibarıyla bazı devletlerden daha güçlü olan bir yapıya tek bir çağrısıyla demokratik siyaset stratejisi kararı aldırtan bir aktörle görüşmekten kaçınılıyor. Bu, çözümden korkunun, kendisine güvensizliğin, geleneksel kodlardan arınamamanın ya da “ey Kürtler, bu iktidar blokundan demokrasi beklemeyin ve siz silahlı Kürt muhalefetine devam edin” pragmatizminden, sığlığından başka bir şey olamaz. Sadece ve sadece Barış ve Demokratik Toplum Süreci’nin pratik gereklilikleri bağlamında bunları belirtiyoruz. Sayın Öcalan’ın bu sürecin baş aktörlerinden birisi olarak rolünü oynayabilmesi için Türkiye’deki siyaset kurumunun kendisi de asli rolünü oynamalıdır. Kendi işini güvenlik bürokrasisine havale ederek tarihsel sorumluluktan kaçınmamalıdır. Bu kaçma hali, aynı zamanda hem Sayın Öcalan’ın ve Hareket'inin hem de Kürt meselesinin kriminalize edilmesi demektir ki özel savaş güçleri, yıllarca bunu yaptı ve sonuç ortadadır. Komisyon'un dinlemelerinde de açığa çıktığı üzere Kürt meselesi, kriminal bir mesele ya da bir güvenlik meselesi değildir siyasal bir meseledir. O zaman yapılması gereken, alınması gereken tutum bellidir. Süreç, güvenlik bürokrasisinden siyaset kurumuna tahvil edilmeli; güvenlikçi akıldan politik akla dönüşmelidir. Yoksa ısrarımız altı boş, hamasetle dile getirilen bir ısrar değildir. O nedenle bu defa farklı bir sonuç elde edilmek isteniyorsa bugüne kadar yapılmayan yapılmalıdır ve siyaset kurumu kendi işini kendisi üstlenmeli, havaleci tutumdan vazgeçmeli ve tarihsel olarak Kürt sorununu politika sahnesine taşıyan Sayın Öcalan ile görüşmelidir. Bu konu, aynı zamanda sorunu hangi temelde ele aldığınıza dair bir turnusol kağıdıdır.
Yakın bir tarihte Komisyon üyelerinin İmralı’ya gitmesi mümkün mü?
26 Ekim'deki çekilme açıklaması, İmralı Heyetimiz ile Cumhurbaşkanı’nın son görüşmesi ve MHP liderinin son grup konuşması bir bütünen değerlendirildiğinde Komisyon’u temsilen bir heyetin Sayın Öcalan’ı dinlemesi oldukça yüksek bir ihtimal olarak görülüyor. Bu konuda özellikle iktidar ortaklarının kendi içindeki kimi çevreler arasında ciddi görüş ayrılıkları ve gerilimler görülse de yol alınacağını düşünüyoruz. Komisyon'u temsilen bir heyetin Sayın Öcalan’ı dinlemesi durumunda, gereksiz yere haftalarca bu konuda bir bardak suda fırtınalar koparıldığı anlaşılacaktır. Artık anlaşılması gereken bir diğer husus da şudur; sürecin başarıyla sonuçlanması isteniyorsa Kürt sorunu etrafında yaratılan her türlü tabular bir bir yıkılarak bu gerçekleşecektir. Süreç zaten alışılmışın dışında davranışlar ve sözlerle başladı ve öyle devam ediyor; ilerlemesinin diyalektiği de budur. Tabular yıkılacak, ezberler bozulacak, yüzleşmeler sağlanacak; böylece mesafeler alınacak, yeni bir kurucu döneme girilecektir. Buna 100 yıl sonra ikinci kurucu dönem ya da Demokratik Cumhuriyet'in kuruluş dönemi diyebiliriz. Sayın Öcalan’ı da sunduğu tarihsel katkılarla sadece Kürt Özgürlük Hareketi’nin kurucu önderliğiyle sınırlandırmamak; Demokratik Cumhuriyet'in kurucu önderlerinden birisi olarak görmek, böyle kabul etmek, sürecin karakteri ve arzulanan hedefin niteliği gereğidir.
Devlet Bahçeli’nin Selahattin Demirtaş ile ilgili açıklaması ve akabinde Demirtaş’ın tutsaklık durumuna dair tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sayın Selahattin Demirtaş’ın siyasi rehine koşullarındaki tutsaklık durumunun, Kürt halkını yüz yıl boyunca hukuk kapısının dışında tutan aklın bir devamı olduğunun farkındayız. Kürt halkının siyasi ve hukuki olarak tanınmasını hedeflediğimiz ya da Kürt Özgürlük Hareketi’nin demokratik siyaset stratejisinde karar kıldığı bu süreçte demokratik siyasette önemli tarihsel roller üstlenmiş ve üstlenecek olan yoldaşlarımızın halen hapishanelerde olmasının izah edilir bir tarafı yok. Başta Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş olmak üzere hapishanelerdeki yoldaşlarımızın içinde tutuldukları durum da süreç bağlamında bir samimiyet testidir. Bizim açımızdan 'Çöktürme Planı’nın bir gereği olarak devreye konan Kobanê Kumpas Davası, gelinen aşamada çökmüş vaziyettedir. Bir bütünen 'Çöktürme Planı’nın tarihsel direnişimizle çöktüğünü, boşa çıktığını kabul edelim, görelim. 10 yıl boyunca gerçekten içeride dışarıda çok ağır bedeller ödedik ama asla ve asla özgürlük irademizden taviz vermedik. Bugün basamakları örülen Barış ve Demokratik Toplum Süreci, bu direnişin tarihsel bir başarısıdır.
Bu sürecin asıl başarısı da çatışmalı ortamda zindanla, sürgünle birbirinden fiziksel olarak koparılan mücadele yoldaşlarının, Demokratik Komünler Birliği sisteminde ve demokratik siyaset mücadelesinde buluşarak, özgürlük yoluna daha güçlü, kararlı, coşkulu bir şekilde koyulmasıdır. Sayın Öcalan’ın deyimiyle inşa edilen Kürt aklı, Kürt Hareketi’ni içeriden parçalamaya çalışanların, içimizde karşıtlık oluşturmak isteyenlerin, mücadelemizi ve yoldaşlarımızı kendi arzularının nesnesi kılmak isteyenlerin oyunlarını bozacak düzeyde gelişkin, tecrübeli ve olgun bir akıldır. Bunun öz güveni, duygusu ve bilinciyle birbirimize daha fazla sarılacağız, birbirimizde daha fazla ısrar edeceğiz ve bizi biz yapan değerlerimizle Kürt halk tarihinin 'özgürlük çağı'nı açacağız.
* * *
Geçiş Hukuku
Silahlı mücadele stratejisine son verdiğini, kendisini feshettiğini ve silahlı güçlerini Türkiye'den çektiğini açıklayan Kürt Özgürlük Hareketi'ni, inkarcı çağın isyan örgütü olmaktan çıkarmanın ve özgürlük çağının yasal, demokratik, toplumsal siyasal hareketine dönüşümünü sağlayacak hukuksal zeminin oluşturulmasıdır. 'Geçiş Hukuku', budur. Geçiş Hukuku, hukuk kapısının dışında tutulan ve buna isyan eden Kürtlerin, demokratik ve yasal bir güç olarak hukuk kapısından içeriye girmesini sağlayacak eşiği atlatacak olan hukuktur. 'Eşik Hukuku' da denilebilir.
* * *
Ayrımcılıkla Mücadele
Demokratik Entegrasyon bağlamında öne çekilecek yasal çalışmalardan birisi, etnisiteler, inançlar, kimlikler arasında hiyerarşi kuran, toplumsal nefreti canlı tutan ve siyasal, ekonomik, kültürel egemenlik alanı yaratan ayrımcılıkla mücadele olabilir. Buna 'Ayrımcılıkla Mücadele Yasası' diyebiliriz.
* * *
Demokratik Entegrasyon Yasaları
'Demokratik Entegrasyon Yasaları', kamusal alanda yer edinmek isteyen Kürt’ü, kendi benliğinden, duygusundan, kültüründen, hafızasından, bilincinden kaçmaya zorlamayan, değerleriyle kavgalı tutmayan, barış halinde tutacak tüm yasal düzenlemelerdir. Kürt halkının her türden demokratik örgütlenmesini tanıyan, bunun önündeki engelleri kaldırarak, yasal-anayasal güvenceye kavuşturan tüm yasal düzenlemeleri içerir. Bazı temel başlıkları şöyle:
* Vatandaşlık tanımının yeniden düzenlenmesi,
* Yerel yönetimler yasasının halk iradesine ipotek konulmasına fırsat vermeyecek şekilde güçlendirilmesi,
* Ana dilinde eğitim ve öğrenimin yasal güvenceye kavuşturulması,
* Düşünce-ifade-örgütlenme özgürlüğüne müdahale zeminlerini ortadan kaldıracak düzenlemelerin yapılması.









