Tekçi zihniyet ayak oyunlarını da iyi biliyor!

Fehim IŞIK yazdı —

  • Çünkü çözüm, devletin çözülmesiydi. Teklik üzerine inşa edilen, günümüze kadar da halk düşmanı iktidarların yönettiği bir devlette çözüme gitmek her şeyin sil baştan yapılmasını gerektiriyordu.
  • AKP ne zaman MHP ve Ergenekon ile ortaklık kurdu ve Kürtlere karşı savaşı yeniden başlattı, yalanlarını da topluma daha güçlü zerk etmeye başladı.
  • Faşizmin sürdürücüsü Cumhur İttifakı ve destekçisi Millet İttifakı’yla devlet partilerinin oyları toplamda yüzde 80-85’i buluyor. Zaten asıl risk de bu.

Spekülasyonu bol döneme giriliyor. Bunun birçok nedeni var. En önemli neden, ülkeyi yönetemez hale gelen iktidarın, yalan dolandan medet ummaya başlamasıdır. Bu nedenle ‘Dezenformasyon Yasası’ adı altında tüm muhalifleri engellemeye dönük bir yasa çıkarıyor. Meclis’te görüşmeleri başlayan yasa tasarısının kısa sürede kabul edilip onaylanması bekleniyor. İktidar bununla, sadece kıyıda köşede kalan muhalif basın yayın kurumlarının değil, her kesimin sesini kesmeyi amaçlıyor. 

Başarır mı? Günümüz teknolojisinin sunduğu olanakları aşarak toplumun sesini istediği gibi kesmeyi başaramayacağı kesin. Ayrıca iktidar yasa ve yönetmeliklerden medet umuyor ama karşısında direnen devasa bir güç de var. Tüm bu nedenlerle başaramaz. Ama en azından bir kez daha deniyor.

İktidarın sadece kendi spekülasyonlarına geçit verdiği, kendi yalanlarını pervasızca yaydığı döneme yeni girilmedi. AKP ne zaman MHP ve Ergenekon ile ortaklık kurdu ve Kürtlere karşı savaşı yeniden başlattı, yalanlarını da topluma daha güçlü zerk etmeye başladı. Bunu yaparken öncelikle milliyetçiliği kullandı. Türkiye’nin kuruluş kodları üzerinden güncellediği siyasetine böylece ana muhalefet CHP’yi ve diğer devlet partilerini de eklemledi. Hal böyle olunca, geriye Meclis’te HDP, Meclis dışında ise irili ufaklı sol sosyalist partiler ile Kurdistanî partiler kaldılar. Durum bu iken şimdilerde neresinden bakarsanız bakın faşizmin sürdürücüsü Cumhur İttifakı ve destekçisi Millet İttifakı’yla devlet partilerinin oyları toplamda yüzde 80-85’i buluyor. Zaten asıl risk de bu.

12 Eylül faşizmi iktidara geldiğinde ilk olarak yasalara el attı. Nispi kazanımlarla halk lehine değişen veya değişmese bile kadükleşen birçok yasa yeniden güncellendi. Kararnamelerle hukuk dışı uygulamaların yolu açıldı. Anayasa yeniden yazılarak sadece devlet korunmaya başlandı. Devlete muhalif her kesimin önü kesildi. Gelen hiçbir iktidar –ki tümü devletin farklı renkleriydi– bu yasaları değiştirme, halk lehine, demokrasi ve özgürlükler lehine düzenlemeler yapma gereği duymadı. Bu partilerin birçoğu yüzde 30-35 oylarla Meclis’in yüzde 50-60 çoğunluğunu elde ettiler; özgürlük, eşitlik ve demokrasi isteyenler ise onları dışarıdan izlemek zorunda kaldı. Bu durumdan hiçbir devlet partisi rahatsız olmadı. Çünkü ihtiyaç hasıl olduğunda sıranın kendine geleceğini de biliyordu.

Buna karşı mücadelenin çaresi bulundu elbet. Sürecin en çok zulme uğrayan kesimi Kürt halkıydı ve kıyısından köşesinden başladılar egemenlerin yasalarını, anayasalarını delmeye. Giderek de onları tarumar ettiler. Barajlarının zerresini bırakmadılar.

Devlet tüm parti ve kurumlarıyla, yasalarla, baskılarla, işkencelerle özgürlüğün sesini kısmak için kendini yırtarken Kürtler, devrimciler mahkeme salonlarında devleti yargıladılar, alanlarda halk meclislerinin gücünü gösterdiler. Nihayetinde devleti 2015’te, tam çözüme ramak kalmışken yeniden bir savaş girdabının içine çeken korku da bu oldu.

Çünkü çözüm, devletin çözülmesiydi. Teklik üzerine inşa edilen, günümüze kadar da halk düşmanı iktidarların yönettiği bir devlette çözüme gitmek her şeyin sil baştan yapılmasını gerektiriyordu. 28 Şubat’ta müzakerenin hangi başlıklar üzerinden yürütüleceğini herkese duyuran Dolmabahçe Mutabakatı esasen bunun ilanıydı. Kürtler, 100 yıl önce ilk Meclis açılırken yapamadıkları müzakereye gecikmeli de olsa katılmanın kapılarını açmıştı. İşte tam da bu nedenle devlet bir kez daha savaşı, baskıyı, zoru denemeye kalktı. 2015’te bu yana yaşananlar devletin bu son denemelerinin ürünleridir.

Artık yeniden görüyor ve biliyoruz; devlet bu denemesinde de yenildi. Çok zulmetti, çok öldürdü, çok işkence eti ama istediğini yaşama geçiremedi. Şimdi bir kez daha değişim yaşanması gerektiğine inanıyorlar. Bunu da kendi kontrollerinde yürütmeye çabalıyorlar. Aksi durumda beka meka hak getire, her şeyin tarumar olacağını bizden iyi biliyorlar. Bu anlamıyla mevcut zor yönetimini sonlandırmayı kararlaştırdıklarını görmek mümkün ancak köklü bir değişikliğe gitmeyi düşünmüyorlar. Aynen 12 Eylül döneminde yaptıkları gibi hep umut satarak en azından bir 30-40 yıl, hatta güçleri yeterse bir 100 yıl daha yürümeyi planlıyorlar.

Bir diğer deyimle bir türlü başaramadıkları tekçi sistemden de vazgeçmiş değiller.

İşte asıl risk de, mesele de bu. Kürt halkını, devrimcileri yenemediler. Her türlü baskıya rağmen yok edemediler. Şimdi yeniden umut satarak, iktidarlarını devletin kontrolünde sürdürerek yeni bir eritme dönemini yaşama geçirmek istiyorlar. Hatta öyle tatlı bir eritme dönemi düşünüyorlar ki eriyenler bunu hissetmeyebilir...

Tamam, mücadele edenlerin de büyük bir deneyimi var. Ancak hala bu ceberut devletin ayak oyunlarını aşmakta zorlanan ciddi bir kesim var. Bunu da unutmamalı...

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.