Türkiye oldu bitti peşinde

YPG Sözcüsü Nûrî Mehmûd

YPG Sözcüsü Nûrî Mehmûd

  • Türk iktidarının, Kuzey-Doğu Suriye Özerk Yönetimi’ni kendi önünde bir engel olarak gördüğünü; saldırı için sürekli gerekçeler yarattığını belirten YPG Sözcüsü Nûrî Mehmûd, ”Etrafına topladığı DAİŞ artıkları ve diğer çetelerle birlikte Efrîn ve Serêkaniyê’deki gibi bir oldu bittiye getirmek istiyor” dedi.
  • Türkiye’nin içeride boğuştuğu ekonomik kriz, dışarıda diplomasi alanında yaşadığı prestij kaybından dolayı giderek yalnızlaştığını kaydeden Mehmûd, ”Biden ve Putin’den istediğini de elde edemedi. Son açıklamalarıyla gerekçeler uydurup Rojava’ya saldırarak bir nebze kendisini rahatlatma planları yapıyor” diye konuştu.
  • Erdoğan’ın yarattığı derin krizin, Ortadoğu’nun yanı sıra Rusya, Avrupa ve Amerika’yı da etkilediğini belirten Mehmûd, şunları ifade etti: ”Yarattığı tehdit, Rusya ve özellikle Amerika tarafından az da olsa görülmeye başlandı. ABD’nin bundan sonra Erdoğan’ı çok dinlemeyeceğini düşünüyorum. Rusya da çıkarlarından vazgeçmeyecektir.”

ERKAN GÜLBAHÇE / SAARBRÜCKEN

YPG Sözcüsü Nûrî Mehmûd, NATO ve Uluslararası Koalisyon’un işgalci saldırganlık gerçeğini görüp Türkiye’yi uyarması ve silah desteğini kesmesi gerektiğini söyledi.

YPG Sözcüsü Nûrî Mehmûd, gazetemizin sorularını yanıtladı.

 

Türk Cumhurbaşkanı Erdoğan, son kabine toplantısının ardından yeni saldırı tehdidinde bulundu. Sizin reddettiğiniz Cerablus’a ve sınırın bu tarafına yapılan saldırılar ile Türk polisin öldürülmesini gündeme getirdi. Sahadaki durum nedir, yeni bir işgal saldırısı olabilir mi?

Öncelikle şunu vurgulamakta yarar görüyorum; Türkiye halkları ile Recep T. Erdoğan’ı birbirinden ayrı görüyoruz, ancak mevcut durumda Türkiye’nin bütün kurum ve imkanlarına el koyduğunu da belirtmekte yarar var. Erdoğan’ın son açıklamalarının, Türkiye yasalarına, anayasasına uygun olmadığını veya Türkiye Meclisi’nin almış olduğu bir kararın ötesinde kendi şahsi açıklamaları olduğunu söylemek isterim. Erdoğan’ın açıklamalarına karşı çıkacak herhangi bir irade ortada kalmadı; son dönemlerde açıklamaları kanun mahiyetinde kabul ediliyor. Tüm kurumları işlevsiz bırakarak Türkiye adına tek başına hareket ediyor.

Uzun zamandır Erdoğan’ın, A, B, C, D planlarının hepsinde Türkiye’nin sınırlarını genişletmek ve bu bağlamda Kuzey-Doğu Suriye’de gerçekleşen statüyü ortadan kaldırmak olduğunu bilmeyen yok. Sınırları ekonomi ile genişletme planı tutmayınca, DAİŞ çetesini sahaya sürdü. DAİŞ’in başarısız olduğunu görünce son zamanlarda Türk devletinin imkanlarıyla kendisi sahaya indi. Erdoğan, Türkiye’yi bir amaç için kullanıyor. Yani bir araç olarak görüyor. Türkiye’nin iç güvenliği, dış güvenliği Erdoğan için bir araçtır. Erdoğan, “Erdoğani Sultanlığı” kurma peşinde. Ortadoğu’da nüfuzunu arttırıp hegemonyasını geliştirmek adına hareket ediyor.

Erdoğan, işgali gerçekleştirmek için sürekli bir gerekçe arıyor ve bu tür iddialarda bulunuyor. Bu iddialar yeni değil, sürekli dillendiriyor. Kuzey-Doğu Suriye Özerk Yönetimi’ni kendi önünde bir engel olarak görüyor. Özerk Yönetim’e saldırı gerçekleştirmek adına sürekli gerekçeler arıyor. Bu tür saldırıların olduğunu söyleyerek, etrafına topladığı DAİŞ artıkları ve diğer çetelerle birlikte Efrîn ve Serêkaniyê’deki gibi bir oldu bittiye getirmek istiyor.

Erdoğan, özellikle Kuzey-Doğu Suriye Özerk Yönetimi adına uluslararası alanda yapılan görüşmeleri boşa çıkarmak adına görüşme öncesi veya sonrası bu tür iddialarını sesli bir şekilde dile getiriyor.

Türkiye içeride ekonomik krizle boğuşurken, dışarıda diplomasi alanında yaşadığı prestij kaybından dolayı giderek yalnızlaşıyor. Biden’den ve Putin’den istediğini de elde edemedi. Son açıklamalarıyla gerekçeler yaratarak Rojava’ya saldırıları gerçekleştirip bir nebze kendisini rahatlatma planları yapıyor. İşgal saldırısını; Türkiye’nin çıkarları, Türk halkının çıkarı ve terörü yok etme amacından ziyade, kedini kurtarma amaçlı yapıyor. Asıl amacı kargaşa ve olağanüstü bir durum yaratarak, oylarını arttırıp iktidarını sürdürmek.

Erdoğan’ın bu saldırgan politikası bölge için çok büyük bir tehlikedir. Erdoğan’ın, cihadist, faşist politikası sadece Kuzey-Doğu Suriye için değil tüm dünya için bir tehdittir.

Erdoğan’ın son açıklamasının zamanlamasını; ABD ve Rusya ile ilişkileri açısından nasıl yorumluyorsunuz?

Türkiye, DAİŞ’e karşı kurulan Uluslararası Koalisyon’un ve NATO’nun bir üyesi. Türk Cumhurbaşkanı Erdoğan bu iki kurumun prensiplerini hiçe sayıyor ve belirlenen kriterlere göre hareket etmiyor. NATO, Uluslararası Koalisyon ile birlikte başta YPG ve sonra QSD ile birlikte DAİŞ’e karşı omuz omuza savaş verdi. Bugün hala QSD ile birlikte mücadele ediyorlar. Türkiye kriterlere uymayarak tam tersi mücadele içerisine girdi. Bunun sebebi de AKP-MHP faşist iktidarını yöneten Erdoğan’dır.

     Erdoğan’ın yarattığı derin kriz, Rusya, Avrupa, Ortadoğu, hatta Amerika’yı da etkiliyor. Yarattığı tehdit, Rusya ve özellikle Amerika tarafından az da olsa görülmeye başlandı. ABD’nin bundan sonra Erdoğan’ı çok dinlemeyeceğini düşünüyorum. Rusya dahi Erdoğan-Putin ilişkilerine rağmen kendi çıkarlarından vazgeçmeyecektir.

Rusya için Suriye önemli bir mevzidir. Sırf Erdoğan’ın “Erdoğani Sultanlığı” kurması için Suriye ve çıkarlarından vazgeçmeyecektir. Rusya belki geçici bazı anlaşmalar (Efrîn, Serêkaniyê, İdlib, Zebedani, Halep vb.) yapabilir. Sanırım Erdoğan iktidarını sürdürmek için Rusya ile Efrîn, İdlib ve Zebedanivari yeni bir anlaşmaya gitme çabası içerisinde. Ancak bu girişiminde başarılı olacağını tahmin etmiyorum. Çünkü her geçen gün Erdoğan’ın insanlığa karşı işlediği suçlar gün yüzüne çıkıyor ve daha fazla deşifre oluyor.

 

Türkiye’nin Dirbêsiyê ve Amudê’nin sınır hattına yığınağını da yoğunlaştırdığı yazılıyor. Sizin gözleminize göre ne yapılıyor?

Türkiye’nin Rojava sınırına yaptığı yığınaklar ilk günden beri var. Hiçbir zaman eksilmedi. Erdoğan’ın zaman zaman dile getirdiği mülteci, terör gibi tehditler Rojava sınırında hiçbir zaman olmadı. Zaman zaman dile getirerek dünyayı ikna edip  yeni işgaller gerçekleştirme planı içerisinde. Terörle mücadele ve mültecilere yardım adı altında dünyadan para topluyor ve bu paralarla Suriye’den getirdiği gençleri eğitip donatarak Libya, Azerbaycan gibi yerlerde kendi çıkarları temelinde savaştırıyor. Kendi emelleri için dünyanın farklı bölgelerinde terör oluşturuyor.

Yani Dirbêsiyê ve Amudê’nin sınırına yaptığı yığınaklar yeni değil, hep oradaydılar. Ancak zaman buldukça buradan Rojava’nın stratejik noktalarını işgal edip, var olan statüyü ortada kaldırmak için sürekli tehdit içerisinde. Türkiye’nin bu tehditleri hiçbir zaman durmadı; zaman zaman yüksek sesle, zaman zaman da normal bir şekilde dile getirdi.

Dêrik bölgesinde yeni bir saldırının yapılacağı, böylece Başûrê Kurdistan ile Kuzey-Doğu Suriye’yi birbirinden ayırmayı hedefleyeceği iddia ediliyor. Kürdistan’ın iki parçası arasına böyle bir ‘Türk hançeri’nin koşulları var mı?

Son yüzyılda Kürtlerde bir ulusal uyanış başladı. Tarihe baktığımızda Kürtlerde 1000 yıldan beri var olmayan uluslaşma girişimleri var. Özellikle ulusal kurtuluş mücadelesinin başlamasıyla birlikte dört parça Kürdistan’da ulusal bilinçlenme gelişti. Kürt halkı olarak ulusal bir görüş ortaya çıktı -her ne kadar partilerin görüşleri birbirinden farklı, söylemleri keskin olsa da- uluslaşma noktasında bir gelişme yaşandı. Bunu gören Türkiye’nin Rojava ile Güney Kürdistan arasına bir hançer sokarak, birbirinde ayırma gibi bir projesi var. Ancak gerek Güney Kürdistan halkı, gerek Rojava’da yaşayan Kürt halkı bu planın farkında. Buna göre hareket ediyorlar. Kürt halkı bu tür bir girişime izin vermeyecek.

İşgal ettiği bölgelerde suç işlemeyi sürdüren Türk devleti, buralardan diğer alanlara saldırılarına da ara vermiyor. Türk devletinin bu rahatlığını; bunu sağlayan koşulları ve konjonktürü nasıl izah ediyorsunuz?

Türkiye’de yaşayan halklar AKP-MHP faşist iktidarı tarafında esir alınmıştır. Erdoğan, Türkiye’deki diplomatik ve ekonomik bütün olanakları kendi kişisel çıkarlarının hizmetine alarak kendi saltanatı için kullanmaktadır. Bundan dolayı Türkiye, askeri ve ekonomik olarak çok ciddi sıkıntılar yaşamakta, her alanda büyük bir başarısızlık yaşamaktadır. Esir alınan halk korkudan dolayı Erdoğan’a destek sunmakta. Halk Erdoğan’a desteğini çekerse kendi çıkarları temelinde gerçekleştirmek istediği politikalarından vazgeçebilir. 

Öte tarafta Türkiye, uluslararası alanda NATO ve Uluslararası Koalisyon’dan gelişmiş silah yardımı alamazsa bu savaşı yürütemez. Yani bir anlamda uluslararası güçlerin yardımıyla bu saldırılarını gerçekleştirmektedir. Bu noktada NATO ve Uluslararası Koalisyon’un gerçekleri görüp Türkiye’yi uyarması ve verdikleri silah desteğini kesmeleri gerekiyor. NATO ve Uluslararası Koalisyon bize verdiği her silahın nerede kullanıldığını soruyor, takip ediyor. Türkiye’ye verdiği silahın nerede ve nasıl kullanıldığını da takip etmek zorundadır. Türkiye aldığı silahları faşizm ve cihadı geliştirmek için kullanıyor.

    Rusya ve ABD bölgede ve Serêkaniyê-Kobanê hattında, yine Efrîn’in çeperi bölgeler (Til Rifat, Menbic) için garantör. Bu güçlerin tutumu nedir, bu anlamdaki sorumluluklarını yerine getiriyorlar mı?

Türkiye, bölgede çetelere strateji belirleyip adeta onların eylemlerinin planlayıcısı konumunda. Ortadoğu’da, Libya ve Tunus’ta kabul görmeyen çeteler Türkiye tarafından İdlib ve Halep’te toplanarak himaye ediliyor ve bölgedeki insanlara karşı kullanıyor. Erdoğan, Türk devletinin uluslararası alandaki diplomatik ağırlığını kullanarak garantörlük yoluyla kendini göstermeye çalışıyor. Ancak pratikte yaptıklarıyla, eylemleriyle bunun tam tersi insanlığa karşı suç işlemekte ve çetelere stratejistlik yapmaktadır.

Erdoğan bundan önce açık bir şekilde Türk ordusunun dışında, Osmanlı’da olduğu gibi Hamidiye Alayları gibi bir ordu kurmak için çalıştıklarını belirtmişti.

Öte yanda Uluslararası Koalisyon ve özellikle Amerika ile DAİŞ’e karşı yürüttüğümüz savaşta başarı elde edildi, huzurlu bir ortam sağlandı. DAİŞ’e karşı hala ortak mücadelemizi sürdürüyoruz. Ancak bu huzurlu ortamı koruma noktasında, Erdoğan’ın tehditleri ve Türk devletinin saldırılarına karşı ortaklarımızdan yeterince destek aldığımızı söyleyemeyiz.

Amerika, gerek Türkiye ve gerek Özerk Yönetim’e karşı kendi çıkarları temelinde hareket ediyor. Hem Türk tarafının hem de Özerk Yönetim’in çıkarlarını gözetmeden, ikisi üzerinde oyun oynuyor. İkisini de kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak istiyor. Garantörlük noktasında Amerika ve Rusya’nın tutumu çok yetersizdir. Türkiye’nin Efrîn, Cerablus, Serêkaniyê ve Halep’te yaptıklarını görmek istemiyorlar. Türkiye’nin saldırılarına karşı üstlendikleri garantörlük rolünü yerine getirmiyorlar.

Türk devleti, nokta suikastlar yapacak kadar sizin kontrol ettiğiniz bölgeden istihbarat alıyor. Bu kadar rahat istihbarat almasını nasıl açıklıyorsunuz?

Devlet geleneğinden gelen istihbarat deneyiminden faydalanarak Kuzey-Doğu Suriye’de suikastlar geliştiriyor. Gelişmiş tekniğin yanı sıra büyük miktarda paralar harcayarak satın aldığı düşkün, zayıf iradeli insanlar bilgileriyle gerçekleştiriyor. Yani birkaç defa arabaya GPS taktırarak, yukarıdan uçaklarla arabayı imha ettirebilir. Ancak devrim de buna karşı tedbirlerini alacaktır. Bizler de bu tekniğe karşı, karşı tekniği geliştirme noktasında bir çaba içerisindeyiz. Türk devleti tarafından bölgemizde yürütülen istihbarat için çok büyük maddi kaynaklar harcanıyor. Türk devleti ekonomik, politik, siyasi, askeri tüm imkanlarını istihbaratın hizmetine sunuyor.

Mevcut Türk işgali sürdürülebilir mi? İşgal ettiği bölgelere müdahale etmeniz, işgalden kurtarmanız önündeki engelleri paylaşır mısınız?

Şüphesiz Türk devleti tarafından işgal edilen bölgelerin özgürleştirmesi hedefimizden asla vazgeçmeyeceğiz. İşgal altındaki bölgelerin özgürleştirmesi her zaman önümüzde bir hedef olarak duracaktır. Belki şu anda Özerk Yönetim’in elinde olan imkanlar Efrîn ya da Serêkaniyê’yi Türk devletinin elinden kurtarmak için yeterli değil, ancak Türk devletini işgal bölgelerinde çıkarma projeleri üzerinde ciddi çalışmalarımız var. Elbette zamanı geldiğinde işgal altındaki bölgeleri özgürleştirip oradan sürülen halkımızı tekrar geri getireceğiz. Toprakları üzerinde, özgürce kültürlerini yaşamaları ve yaşamlarını sürdürmeleri için mücadelemiz devam edecek.

Ne yazık ki Türkiye orada işgalci olmasına rağmen tüm dünyada garantör bir devlet olarak biliniyor. Türkiye, NATO ve Avrupa Birliği’nin imkanlarını kullanarak kendi emelleri için işgal ettiği topraklarda terör estirmekte

Efrîn halkı, Türkiye’nin bu işgalini asla kabul etmedi. Şehba bölgesinde mücadelesini devam ettirmekte. İşgal altında yaşamaktansa çadırlarda özgürce yaşamayı kendisine bir onur olarak görüyor.

Son olarak uluslararası kamuoyuna bir çağrıda bulunmak istiyorum: Türkiye’de yaşayan halklar, AKP-MHP faşist hükümetinden çok ciddi zarar görüyor. Erdoğan, Türkiye için bir tehdit olduğu gibi Ortadoğu ve bölge için de bir tehdit oluşturuyor. Uluslararası kamuoyu bu gerçeği görüp buna göre hareket etmeli bir an önce bu zulmün bitmesi için gerekli tavrı geliştirmeli.

 

Türk devleti pusulasını kaybetmiş

MSD Eşbaşkanı Riyad Derar, Türk devletinin pusulasını kaybettiğini ama Suriye’nin daha fazla toprağını işgal etmeye cesaret edemeyeceğini söyledi.

Demokratik Suriye Meclisi (MSD) Eş Başkanı Riyad Derar, Türk devletinin Suriye’deki işgali sona erene kadar QSD’nin mücadele etmeye devam edeceğini söyledi. Türk devletinin son tehditlerinin yeni bir oyun olduğunu dile getiren Riyad Derar, Suriye’den Türkiye topraklarına saldırı yapıldığı iddialarının asılsız olduğunu söyledi. Derar, şöyle devam etti: “MSD’nin ABD ve Rusya’da yaptığı ziyaretleri hazmedemeyen Türk devleti bunları provoke ediyor. Diğer yandan AKP’ye olan desteğin azalması, ekonomideki kötü gidişat, iktidarı tehdit edecek düzeye ulaştı. Erdoğan bu gündemlerin konuşulmaması için suni gündemler yaratmaya çalışıyor.”

Türk devletinin ne yaptığını bilemez bir halde olduğunu söyleyen Riyad Derar, “Türk devleti pusulasını kaybetmiş durumda, bu nedenle nereye doğru gittiğini bilmiyor.  Türk halkının iradesini siyasi çözümsüzlük ve savaşla manipüle etmeye çalışıyor” şeklinde konuştu.

Türk devletinin içinde bulunduğu krizden çıkış yolu olarak gündem değiştirmeyi gördüğünü dile getiren Derar, ABD’nin yaptırım kararlarına, Türk Lirası’nın değer kaybına dikkat çekti. Derar, sürekli olarak siyasi manevralar yapan Erdoğan’ın sıkıştığını; her konuda geri adım atabileceğini belirtti.

Türkiye’nin Suriye topraklarını daha fazla işgal edemeyeceğinin altını çizen Derar, Erdoğan’ın saldırı tehditlerini gerçekten uzak bulduğunu savundu.

 

Erdoğan’ın ardından Çavuşoğlu

Türk Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 11 Ekim’deki Kabine Toplantısı ardından Kuzey-Doğu Suriye’ye yeni işgal saldırısı tehdidine Türk Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da katıldı. Çavuşoğlu, dün gazetecilerden gelen ”Suriye’ye yeni harekat olur mu?” sorusuna yanıt verdi. Çavuşoğlu, şu ifadeleri kullandı: ”Son zamanlarda bu tür saldırıları görmeye başladık. Her iki ülkede bu terörstleri en az 30 km güneye çıkaracaklardı. Rusya, Tel Rıfat ve Münbiç’i temizleyecekti. Bu sözler uttulmadı. Dolayısıyla son saldırılarda Rusya’nın ve ABD’nin de sorumluluğu var, sözlerinde durmadılar. Bu teröristler burada olduğuna göre, bizim de yapmamız gereken nedir kendi göbeğimizi kendimiz kesmemizdir. Temizlenmesi için ne gerekiyorsa yapacağız. Saldırıları kınıyoruz, diyorlar; peki bu silahları kim veriyor sen eğitiyorsun, sonra göstermelik bir kınama açıklaması yapıyor.”

Türk Cumhurbaşkanı Erdoğan, Pazartesi günü Kabine Toplantısı sonrası yaptığı açıklamada, şunları söylemişti: ”Suriye’den ülkemize yönelik terör saldırılarının kaynağı mahiyetindeki kimi yerler konusunda artık tahammülümüz kalmamıştır. Buralardan kaynaklanan tehditleri ya oralarda etkin olan güçlerle birlikte ya da kendi imkanlarımızla bertaraf etmekte kararlıyız. Polislerimize yönelik son saldırı ve topraklarımızı hedef alan tacizler artık bardağı taşırmıştır. En kısa sürede bu sorunların çözümü için gereken adımları atacağız.”

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.