Uzaklar, yakınlar!

Hatice ERGÜN Haberleri —

  • Devletin yanıtı tanıdık; barınak önüne jandarma taşınıyor. Öyle görünüyor ki, muktedirin hayvan hakları savunucularından da terörist çıkartması an meselesi - diplomasi ve savaş tarihinin bize öğrettiği de bu değil miydi: Terör kavramı üzerinde bir uzlaşı yok; farklı tanımlarda ortak iki unsur, sivil nüfusa yönelik şiddet ve bu şiddet hâlinin ve/ya da riskinin yarattığı dehşet duygusu.

Kadınlara Yönelik Şiddete Karşı Mücadele gününde, 25 Kasım’da yürüyen kadınlar polisin, devletin şiddetiyle durdurulmaya çalışıldı. İstediği olmayan muktedir her zamanki şımarık çocuk haliyle tepindi; yüzlerce kadın gözaltına alındı; fiziksel şiddete maruz kaldı. 
 
Aynı günlerde, ülkede devlet koruması/bakımı altında olduğu varsayılan köpekler ve kediler, tutuldukları - hapsedildikleri - barınaklarda - eziyet kamplarında - zalimin nereden geldiği belli vahşetini yine yaşadılar.
 
Feminist aktivistler, insan hakları savunucuları anayasal haklarını, toplantı ve gösteri hakkını pratiğe döken kadınların karşılaştığı fiziksel şiddeti, kapatılmayı protestoya devam ederken, hayvan hakları savunucuları bu kez odakta duran Konya Belediyesi Barınağı ve Mamak Belediyesi Barınağı önünde nöbetteler; ellerinden geldiğince barınaktaki insan-olmayan-hayvanları güvenli ortamlara nakletmeye çalışıyorlar. Devletin yanıtı tanıdık; barınak önüne jandarma taşınıyor. Öyle görünüyor ki, muktedirin hayvan hakları savunucularından da terörist çıkartması an meselesi - diplomasi ve savaş tarihinin bize öğrettiği de bu değil miydi: Terör kavramı üzerinde bir uzlaşı yok; farklı tanımlarda ortak iki unsur, sivil nüfusa yönelik şiddet ve bu şiddet hâlinin ve/ya da riskinin yarattığı dehşet duygusu. 
 
Hayvan hakları savunucularıyla feministler ve insan hakları savunucularını ortaklaştıran ne olabilir? Biliriz ki, hayvan hakları savunusu mevcut ideolojileri çapraz keser, feminist mücadele de… Hayvan hakları savunucuları farklı siyasal duruşlardan gelir gibi görünürler - liberali de vardır,  muhafazakârı da, milliyetçisi de, sosyalisti de… Feministler için de geçerli bir kapsayıcılık ve mevcut siyaseti aşabilme potansiyeli söz konusu. Öte yandan, biraz deşip hayvan hakları savunuculuğunun hayvanseverlikten farkını gördüğümüzde; feminizmi fırsat eşitliği ve biyolojik kadın haklarından ibaret kılmadığımızda bir arada hareketin imkânlarına doğru adım atmış oluruz. Kadınların ikincilleştirilmesi, yeterince erkek olmayanların insan-olmayan-hayvanlarla eşitlenmesiyle meşrulaştırılan patriyarka erkek şiddetinin farklı yüzlerinin birbirinden kopukmuşçasına işlediği bir tarihsellikte evrilir. Hep oradadır, bir türlü bitmez; mücadelemiz de…
 
Virginia Woolf, Kendine Ait Bir Oda’da, kadınların yazmaya ayırdıkları bir odanın, zamanın ve bunu sağlayacak paranın olmamasını odanın, hanenin, dişi kuşun yaptığı yuvanın, aileden ve içeriyi çevreleyen sosyo-ekonomik ve siyasal ilişkiler bütününden doğru anlatırken, on altıncı ve on yedinci yüzyıllarda Shakespeare’in yeteneklerine sahip bir kadının karşılaşacağı olumsuz tepkiler arasında oyunculuk hevesinin kanişin dans etmesiyle eş tutulmasını da sayar. Çok daha önceleri, milattan önce dördüncü yüzyılda Aristoteles, insanları hayvan kategorisine dahil ediyor olsa da, köleleri ve işçileri yeterli düzeyde erkeklik performansı gösteremedikleri - mülk sahibi olmadıkları, başkaları için çalıştıkları - için insan-olmayan-hayvanlara yakınlaştırır. Kadınlar kölelere kıyasla insana daha yakındırlar; ama erkek-insan türüne göre alt düzeyde yer alırlar; akılca ve sözce gerilikleri fizyolojilerindeki eksiklikte - erkeklere göre hesaplanan eksiklikte - yazılıdır; tam anlamıyla insan olamazlar. İnsanlık iletişimle, muhakemeyle tanımlandığı ölçüde insan-olmayan-hayvanlar dilsiz addedilirler; zira insanların konuştukları dili kullanmazlar. İnsanlar sahip olmadıkları lügatçeleri lügatçeden saymazlar; anlamadıkları dili de dilden… İnsanlar mülk edinemediklerini yaşamın dışına atarlar. İnsan muhakemesi erkeklikle ölçüldükçe kadınlar hep muhakemesiz ya da hissiyatla tanımlanırlar. Diğer bir ifadeyle, eril muhakeme kadın aklını akıldan saymaz. 
 
Cinsiyetçiliğin türcülükle iç içeliği burada netleşir. Aynı netlik Woolf’un 1920 yılında ‘Kuş Tüyü Yasa Tasarısı’ İngiltere’de Avam Kamarasında tartışılırken, tasarının karşısında yer alan yorumunda da izlenir: ‘Kuşlar erkekler tarafından öldürülüyor ve işkence görüyor - [erkekler] bunu başkalarına yaptırmıyorlar, bizzat kendi elleriyle yapıyorlar.’  
 
Sokak köpeklerine ayaklarıyla, sopalarla, küreklerle öldürmek için saldıranlarla hak savunucularına coplarla saldıranlar arasındaki mesafe o kadar fazla olmasa gerek.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.