8 Mart’a bakarken

Hatice ERGÜN Haberleri —

  • Astell’in 1730’da sorduğu sorunun, ‘bütün İnsanlar Özgür Doğuyorsa, nasıl oluyor da bütün Kadınlar Köle olarak doğuyorlar?’ sorusunu sormaya devam ediyoruz.
  • Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin süreğenliği açısından yoğunluklar, kazanımlar, patriyarka formları farklılaşıyor; ama feminist direniş benzer özlemlerde birleşiyor: Jin, Jiyan, Azadî!

Yüzyıllardır kadınların sosyo-politik eşitliği için emek verenler, mücadele edenler yüzyıllara yayılan kazanımlarında hâlâ aynı eril, heteroseksist, özensiz sorulara, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanların yaklaşımlarına maruz kalıyorlar. Bu on beşinci yüzyılda belirli bir sınıftan – aristokrasiden – olan kadınların da düşünebildiklerini, yazabildiklerini anlatmaya çalışan Mary Astell’in on sekizinci yüzyıldaki sorusunun işaret ettiği erkek üstünlüğüyle Olympia de Gouges’ı giyotine götürenlerin endişeleri, Marry Wollstonecraft kadınlarla erkekler arasındaki eşitsizliğe karşı yazılarında vurguladığı erkek bakış açısı arasında uzanan hatta, biçimsel olarak değişse de içerikte ve üslûpta bıktırıcı eril eda yirmi birinci yüzyılda da devam ediyor. Artık, Astell’in dünyasında duyulmayan, de Gouges’ın dünyasında salt erkeklerin addedilen insan haklarına sarılarak kadın-erkek eşitliği mücadelesine dudak bükebilenlerin yaşam alanlarındayız. Geçmişte olduğu gibi bugün de sabırla neden kadınların insan haklarını vurguladığımızı tekrar tekrar anlatabiliriz. Faşizme göz kırpan muhafazakârlığın ve şahsiyetçi iktidarın toplumsal ilişkilere yayıldığı bir zamanda bu bıktırtıcı bilmezlik hâli en hafif yük kalıyor.

6 Mart: Toplu geziden dönüyoruz. Toplu taşıma aracındayız. Çoğunluk kadın. Çoğunluk yaşadığım şehrin yerel kadın hareketinden. Aramızdan biri en arka sıraya yaklaşıyor. 8 Mart yürüyüşü soruluyor. Tipik soru hareketten olmayan bir kadından geliyor: ‘Neden erkekler de yürümesinler, sizinle?’ İçimdeki yanıt sessizde duruyor; ‘hep civardalar, bir gün de olmasınlar.’ Kadın hareketinden arkadaş anlatıyor. Muhatabı dinlemiyor. Erkeklerin 8 Mart’ta bizlerle birlikte yürümemesinin toplumsal cinsiyet ayrımcılığı olduğunu iddia ediyor. Feminizmin, kadın hakları mücadelesinin terimlerini bu mücadeleye karşı kullandığına dikkat çekiyorum. Yirmi birinci yüzyılda olduğumuz yanıtını alıyorum. Ne kadar anlamlı, yirmi birinci yüzyılda hâlâ toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin/ayrımcılığın ne olduğunu anlatmaya çalışıyoruz.

9 Mart: Kıyıda oturuyoruz. Biralarımızla denize susuyoruz. Kızkardeşliğin susarak birbirini dinleme keyfi ayrı oluyor. Yanımıza iki kadın tanıdık geliyor. Kısaca hal hatır soruluyor. 8 Mart yürüyüşüne katılıp katılmadıklarını soruyorum. Kadınlardan biri yürüyüşe katılmak yerine alışverişte olduğunu, girdiği bir mağazada çalışanlarda mor kurdele gördüğünü, neden mor kurdele taktıklarını sorduğunda, dünya kadınlar günü olduğu için yanıtını aldığında ‘erkekler günü ne zaman’ karşılığını verdiğini gülerek anlatıyor. Muhteşem bir başarıya imza atmışçasına. ‘Bütün günler erkeklerin’ yanıtını verip, bırakıyorum. Aklının bir yerlerinde bu cümleyle halleşeceği bir alan açmasını umuyorum.

Çünkü feministlerin yüzyıllardır kurdukları cümlelerden herhangi biriyle halleştiğimizde birlikte hareket edebilmenin, eşitlik için mücadeleye devam edebilmenin hatlarını da farketmeye başlayabiliriz; başlıyoruz. Öyleyse, Astell’in 1730’da sorduğu sorunun, ‘bütün İnsanlar Özgür Doğuyorsa, nasıl oluyor da bütün Kadınlar Köle olarak doğuyorlar?’ sorusunu sormaya devam ediyoruz. Gouges’ın, 1789 Erkeğin ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’nin erkeklerden ibaret insanlık yurttaşlık tanımına tepkiyle yazdığı Kadının ve Kadın Yurttaş Hakları Bildirgesi’ne (1791) eklediği, ‘kadınların doğal haklarını sınırlayan tek şey erkeğin süreğen zorbalığıdır; bu sınırlar akla ve doğaya göre yeniden düzenlenmelidir’ maddesinde bugün gelir dağılımı, özel mülkiyet oranları, ücret eşitsizliği, kadın cinayetleri, hane-içi şiddet gibi bugün deneyimlemeye maalesef devam ettiğimiz toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin kaynaklarının yeni olmadığını görüyoruz. Wollstonecraft’in 1792’de, Erkeğin ve Yurttaş Hakları Evrensel Bildirgesi’nin erkekliği karşısında yazdığı Kadın Haklarının Savunusu’nda, ‘Ve kendi cinsiyetinin insan doğasına karşı saygı duyması öğretilmemiş kadınların kısa süre içinde kocalarının cinsiyet faklılıklarına saygı duymayacakları sonucuna varmak makul değil midir?’ sorusuyla imlediği tespiti bugün feminist mücadeleyi marjinal addeden kadınlarla kurmakta ısrar ettiğimiz ilişkide yankılanıyor.

Batı, Küresel Kuzey, ileri kapitalist olarak tanımlanan topraklardan içerisinde yaşadığımız iki arada bir derede topraklara seyrettiğimizde, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin süreğenliği açısından yoğunluklar, kazanımlar, patriyarka formları farklılaşıyor; ama feminist direniş benzer özlemlerde birleşiyor:

Jin, Jiyan, Azadî!

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.