Yaşar Güler'e iki görev: Ateşkes ve sesini kes

Yaşar Güler
- Türk Savunma Bakanı Yaşar Güler, Kürtlerle savaştaki kirli sicili, son 6 aylık dili ve pratiğiyle birleşince olası barış sürecini sabote etmeye çalışan kliğin askeri icracısı olarak sivriliyor.
- Barış umudu belirdiğinden beri savaşı durdurmayıp egemen kibirle hakaret eden Güler, “Feshedeceksin. Silahlarını teslim edeceksin. Teslim olacaksın. Üç tane şart var” diye seslendi.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin seslenmesiyle kamuoyuna duyurulan ve Kürt Halk Önderi'nin çağrısıyla yeni bir ivme kazanan sürecin başından itibaren Türk Savunma Bakanı Yaşar Güler, Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Mehmet Uçum'un yargı sistemindeki, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın diplomasideki tahripkarlığına askeri olarak eşlik ediyor.
Bayburtlu bir ailenin Ardahan'da doğan çocuğu olan 71 yaşındaki Yaşar Güler, 2018'den 2023'e kadar Türk Genelkurmay Başkanlığı yaptıktan sonra Türk Savunma Bakanlığı koltuğuna oturtuldu. Arkasında 1992-1994 yıllarındaki Silopi’de İç Güvenlik Tabur Komutanlığı ve 2011-2013 yıllarındaki Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı dönemi gibi önemli, kritik ve kirli kariyer basamakları var. 2013'ten sonra Genelkurmay 2. Başkanı, Jandarma Genel Komutanlığı, Kara Kuvvetleri Komutanlığı ve Hulusi Akar'ın halefi olarak 5 yıl süren Genelkurmay Başkanlığı da bu sicile dayanıyor.
90'ların Silopi'deki faili
Silopi'de, o yıllardaki köy boşaltmalarla zorla göç, işkence, gözaltında kayıp, yargısız infaz ve katliamların failleri arasındaydı. Asit kuyularına insan bedeni atmak bile Türk güçlerinin rutiniydi. HRW, TİHV, İHD ve Mazlum-Der gibi örgütler ile Türkiye Meclisi İnsan Hakları İnceleme Komisyonu raporları dönemin vahşetini deşifre ediyor. O da meslektaşları gibi hukukun kapsama alanı dışında bırakılarak taltif edildi.
Roboskî vahşetinin ilk ismi
Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı sırasında 17'si çocuk 34 Kürt'ün savaş uçaklarıyla parçalandığı 28 Aralık 2011'deki Roboskî Katliamı'nın ilk butonuna basanıydı. Türk ordusunun istihbarat faaliyetlerini koordine eden birimin başındaydı, MİT ve Emniyet İstihbarat ile iş birliği halindeydi; kritik karar alma süreçlerinin içindeydi. Askeri savcılığın bile Ocak 2014’te kamuoyuyla paylaştığı 16 sayfalık rapora göre; Güler, 28 Aralık 2011 günü saat 19.00 sıralarında Genelkurmay Görüntü İzleme Merkezi’ne geldi. Burada İHA'lardan gelen görüntüleri inceledi ve yaptığı değerlendirme sonucunda hava saldırısını uygun olduğuna karar verdi. Karar, dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’a iletti. Akar’ın onayı ve hükümetten 'olur' alan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’in talimatıyla katliam gerçekleştirildi. Bu katilam da cezasız kaldı, tüm failler ödüllendirildi; Güler, 2013’te orgeneralliğe terfi ederek Genelkurmay 2. Başkanı koltuğuna geçirildi.
Rojava'yı işgal icracısı
Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile Suriye'de özel harpın tartışıldığı çekirdek toplantının üçlü ayağıydı. Güler, Suriye'deki çeteler örgütlenmesinin ve Kürtlerin üzerine salınmasının kurmay heyeti içindeydi.
Silah arkadaşlarının rehini
Türk devletinin 15 Temmuz 2016'daki iç çatışmasında silah arkadaşları tarafından selefi Hulusi Akar ile birlikte Genelkurmay Karargahı’nda rehin alındı ve Akıncı Hava Üssü’ne götürüldü.
Galiplerin işgüzar yancısı
Çatışmanın galipleri tarafından Jandarma Genel Komutanlığıyla borcunun ilk taksidi tahsil edildi. Güler, ardından Kara Kuvvetleri Komutanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı yapıp Savunma Bakanlığını devraldı. Bu tarih aralığı, Kürtlere karşı savaşın hiçbir hukuki, insani ve ahlaki normu taşımadığı; soykırım stratejisinin tüm coğrafyaya yayılıp askeri imhayı, siyasi, psikolojik, kültürel ve ekonomik darbelerle desteklediği aralıktır.
Kapanmasını istemiyor
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin seslenmesiyle kamuoyuna duyurulan ve Kürt Halk Önderi'nin çağrısıyla yeni bir ivme kazanan, tarafların farklı adlandırmalarıya devam eden sürecin başından itibaren Yaşar Güler, sabit bir askeri jargonun klişesini, her defasında daha da çirkinleştirerek tekrarlıyor. Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Mehmet Uçum'un yargı sistemindeki, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın diplomasideki tahripkarlığının benzeri bir tutum. Güler'in 7 aylık tüm açıklamaları, konuşmaları ve ordusunun sahadaki hali, bunun tezahürüdür. 1 Ekim 2024 - 23 Nisan 2025 arasında, Kürt tarafına dair sözü ve fiili birlik halindedir, savaşı sürdürmekten yanadır. Güler, 12 Kasım'da “PKK ile barış diye bir seçenek yok. Silah bırakıp teslim olacaklar”; 3 Aralık'ta “Terörle mücadelede kararlıyız. Şehitlerimizin kanı yerde kalmayacak”; 15 Aralık'ta “PKK/YPG’nin Suriye’de alan açmasına müsaade etmeyiz” dedi. “Terör örgütü PKK ve uzantıları, nerede olurlarsa olsunlar silahlarını teslim etmeli. Ateşkes gibi hususlar gündeme getirilmemelidir” diye devam etti. Bu liste uzatılabilir.
Son sözlü sabotajı
Kürt meselesinde barış ve çözüm arayışı, bir kez daha Güler’in Meclis'teki 23 Nisan resepsiyonunda sarf ettiği sözlerle gölgelendi. Daha önce ateşkes ve barışı reddeden Güler, Kürt tarafına “Feshedeceksin. Silahlarını teslim edeceksin. Teslim olacaksın. Üç tane şart var” şeklinde seslendi.
Sahada da aynı hal
Bahçeli'nin açıklamasından beri Türk ordusunun saldırıları kesintisiz devam etti. Son 10 gündür Kuzey ve Doğu Suriye'deki saldırılar, ABD'nin girişimiyle durduruldu ama Medya Savunma Alanları’na her hafta binlerce kez bombardıman yapılıyor. Bununla yetinmeyip Kürt Halk Önderi'nin adının geçtiği teslimiyet çağrılarını gerilla alanlarına savuruyor. HPG Basın İrtibat Merkezi'nin (BİM) dünkü açıklamasına göre; ateşkes konumunda olan gerillaya sadece son dört günde karadan ve havadan 691 saldırı düzenlendi. Türk Savunma Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığının başındaki Hakan Fidan ile eşgüdümlü olarak Kürtlerin her alanda savunmasız ve statüsüz bırakılmasına yığınak yapıyor.
Savaş mı barış mı?
Ateşkesi tanımayıp askeri saldırılarını sürdürüyor; “teslim olun”, “barış seçeneği yok” ve “ateşkes gündeme gelmemeli”gibi itici bir üslup ve saldırgan bir dil kullanıyor. Bu dil ve icraatlar, çatışma çözümünün temel ilkelerine (güven inşa etme, karşılıklı saygı, diyalog zemini) aykırı; aşağılayıcı ve uzlaşmazdır. Kürt halkının onuruna ve mücadelesine hakaret ediyor. Eşit bir diyalog yerine, devlet üstünlüğünü dayatıyor. Kürt toplumunda derin bir yara olan yenilgi ve boyun eğme algısını tetikliyor.
Kürt meselesi, Türk devlet aklının hapsettiği 'güvenlik'ten ibaret değil, kimlik, adalet ve toplumsal dönüşüm meseleleriyle ilgilidir. Yaşar Güler’in ve içinde bulunduğu kliğin söylemleri, bu sorunları göz ardı ederek, çatışmanın derinleşmesine katkıda bulunuyor. Bu dil, ceza veren, ahlakçılığı güvenlikle birleştiren, muhatabı dışlayan bir otoritenin ürünüdür. Çözüm karşıtı dinamiğin simgesel düzeninin bir ifadesidir. Kendi içindeki şiddeti, bölünme korkusunu veya tarihsel suistimalleri dışsallaştırarak, muhatabında somutlaştırıyor. Yüzleşmiyor, muhatabı yok etmeye yönelen kolektif bilinçdışının önünü açıyor.
Çözüm istemeyen Türk iktidar kliğinin şunu bilmesi lazım; Kürt halkının kimliği, sadece devletin dışladığı ve bastırdığı bir kimlik değil, aynı zamanda toplumsal bir gerçekliktir. Kürt sorunu bir hakikattir, bastırılır ama her yerde patlar, sembolize edilemez, rahatsız eder; savaş, kriz ve toplumsal kırılma döngüsüne girer. Barış ve çözüm istemeyenler, simgesel düzene sadık kalan ama hakikatla başa çıkamayan ve çıkamayacak figürlerdir; söylemleri, çözüm değil tekrar doğurur.
Çağrı sadece Kürtlere değildi
Kürt Halk Önderi'nin çağrısı, devletin yapısal şiddetine karşı da bir duruştur. Gerçek bir barış ve toplumsal denge, sadece gerçeklerle yüzleşmek ve inkarı aşmakla mümkündür. Varsa çözüm, barış, Kürt-Türk ittifakını isteyenler, Kürt halkının özgürlük mücadelesinin salt bir siyasal mücadele değil, psikolojik ve kültürel bir dönüşüm mücadelesi olduğunu unutmamalı. HABER MERKEZİ
* * *
Tek ulusun devleti mi kalsın?
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, norm-form; yapı-fonksiyon olarak Türk egemenliğini esas alan fiktif bir ırk devletidir. Demografik yapı ve özellikler, güç menzilinde olduğu için pek umursamadı. Cari anayasanın, değiştirilemez 2. maddesinde dokunulmaz kılınan başlangıcı, vatan, millet ve devletin adlandırmasını belirtmekle yetinmiyor; bunları tanımlayarak egemenliğini tescilliyor. 6. maddedeki egemenlik ve millet korelasyonuyla pekiştirerek 66. maddede muazzam bir hileyle 'Türk' tanımı yapıp vatandaşlığı da bu cendereye alıyor…
Devletin, Türk devleti; milletin Türk milleti; egemenliğin de kayıtsız şartsız Türk milletinin olduğunu, hem bağlayıcı metinler hem de zoru tereddütsüz kullanan devlet aygıtlarından biliyoruz. Anayasadan başlayıp bütün yasal metinlere hakim olan Türk egemenliği, hakimiyetini de tahkim etmek için karakterini zerkettiği devlet aygıtını kendisiyle birlikte kutsallaştırıp varlığını ve bütünselliğini dokunulmaz kılarak, silahla muhafaza etti. Bunun için millet, savunma ve vatan mefhumlarını alabildiğine istismar ederek teslim aldığı 'Türk' kimliğiyle oynayıp, kapsamında yücelttiği ama gerçekte endoktrinasyonla kötürümleştiği kalabalığı da gönüllü neferlere çevirdi. Devlet tanrısına secde eden çeşitli kıyafetler içindeki ortak imanlı kalabalık, 'Türk'ün egemenlik iştahını abartıp obur, bayağı, bol maskeli bir zorba olarak varlığını sürdürmesinin zemini oldu. Devlet-milleti döngüsünün simbiyotik sürdürebilirliği üzerinde sefa süren 'Türk' egemen zorbalığının karşı zor üreteceği muhakkaktı.
Bir egemenlik maskesi olan üretilmiş 'Türklük' üzerinde halklara yeniden 1924 model tornalarından kalıp çıkarmak mümkün olmayacak. Sorun, zaten fiilen çoklu olan toplumsal bileşenlerin, teorik tekleştirmenin ardından fiilen tekleştirme ameliyatlarına maruz kalmasıdır. Devlet, ya siyasi coğrafyasındaki farklı milletlerin olacak ya da kendi ulusunun olmakla yetinecek. Farklılıkları kabul edip yerel ve yerinden yönetim temelli bir anayasal çerçeve oluşturmak zorunda. Bu çerçeve, adlandırmalardan işlevlerine kadar, hem bağlayıcı metinlere hem de kurumsal ifadelerine sirayet etmeli. Bugün bu kadarına rıza gösteren bir Kürt siyaseti var, yarın bunu da bulamaz…