‘Yavru vatan’ı, pislik kazanı

  •  Türk devleti, Seferberlik Tetkik Kurulu (STK), ardından Özel Harp Dairesi (ÖHD) ile yereldeki yavrusu Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT) adlı tedhiş çetesiyle önce işgale zemin hazırlayıp ardından işgal ettiği Kıbrıs’ın kuzeyinde pislik üretmeye devam ediyor. 
  •  Gazeteci Ayşenur Arslan’ın TMT’yi tanımlamasına ‘yavru vatan’ erkanıyla birlikte karşı çıkan Türk eliti, tasfiye edilen yerel iktidar finansörü mafya baronunu, Türk bayrağı ve ‘başbakan’ düzeyinde katılımla gömdü. Türk devleti, fail olarak da bir ‘Kürt’ü afişe etmeye başladı. 

Dönemin Türk Başbakanı Adnan Menderes’in direktifiyle 1 Ağustos 1958’de Kıbrıs’ta ‘Türk Mukavemet Teşkilatı’ (TMT) adı altında gizli, yasa dışı ve silahlı bir çete kuruldu. Özel Harp Dairesi’nin kurucu isimlerinden Sabri Yirmibeşoğlu’nun ‘Halkın mukavemetini artırmak için düşman yapmış gibi bazı değerlere sabotaj yapılır. Mesela bir cami yakılır. Kıbrıs’ta biz bunu yaptık. Bir cami yaktık’ diyerek özetlediği bu çetenin tedrisatında geçenler, Kürdistan’da da 1980’den itibaren devlet terörünü uygulayan isimlerin başında geldi. Bu çetenin ismi, Kıbrıslı mafya baronu Halil Falyalı’nın öldürülmesi ardından bir kez daha gündeme geldi. Halk TV ekranlarında yayınlanan ‘Medya Mahallesi’ programı moderatörü Ayşenur Arslan, “Kıbrıs Türk Mukavemet Teşkilatı adada ve yakın hinterlandında suikastlarla bilinen bir illegal diyelim, yarı resmi bir oluşumdu” dediği için hemen soruşturma başlatıldı; Cumhurbaşkanı Yardımcısı’ndan AKP Sözcüsü’ne, Kıbrıs’ın kuzeyindeki Türk liderinden Türk Dışişleri Bakanı’na kadar peş peşe TMT’yi kutsayan açıklamalar yapıldı. Öldürülen iktidar finansörü mafya baronu için gözyaşı döken Kıbrıs’ın kuzeyindeki Türk eliti, dün cenazesine tam kadro katılarak Türk bayrağıyla uğurladı. Mafya baronu Halil Falyalı’yı öldürdükleri iddiasıyla daha önce Sedat Bucak-Mehmet Ağar ikilisiyle husumetiyle bilinen bir Kürt olan ‘Söylemezler kardeşler’, Türk polisi ve medyası tarafından afişe edildi.  

İzmir’de “FETÖ Borsası” dosyasında itirafçı olduğu belirtilen eski AKP İzmir İl Başkan Yardımcısı Ahmet Kurtuluş’un ödürülmesiyle başlayan, uyuşturucu ticaretiyle adı anılan “Almanyalı Osmanlılar” yöneticisi Taner Ay’ın Bulgaristan’da bir trafik “kazası”nda ölmesi ve sanal bet sektöründe adı geçen Şafak Mahmut Yazıcıoğlu’nun öldürülmesiyle devam eden, ardından Kıbrıs’ın kuzeyinde sanal bet sektöründe Bulut Akacan’ın babası Mehmet Akacan’ın kurşunlanması, evvelinde ise uyuşturucu ticareti yaptığı belirtilen Veysel Şahin’in tutuklanması süreci, yasa dışı bahis, uyuşturucu ticareti yapan kumarhane sahibi Halil Falyalı’nın öldürülmesiyle devam etti. En son Sedat Peker’in videolarındaki devlet-siyaset-mafya itiraflarıyla gündeme gelen Falyalı için dün cenaze töreni yapıldı. Tabutu Türk bayrağıyla sarılan Falyalı’nın cenaze törenine “Başbakan, UBP Genel Başkanı Faiz Sucuoğlu, Sağlık Bakanı Ali Pilli, İçişleri Bakanı Kutlu Evren, Tarım ve Doğal Kaynaklar Bakanı Nazım Çavuşoğlu, Ekonomi ve Enerji Bakanı Sunat Atun, Turizm ve Çevre Bakanı, DP Genel Başkanı Fikri Ataoğlu, UBP Genel Sekreteri Oğuzhan Hasipoğlu ve birçok siyasetçi ile belediye başkanı” katıldı. 

Suikastın arka planını, siyasete yansımasını ve Kuzey Kıbrıs’ta konuşulanları Sol Hareket Genel Sekreteri Abdullah Korkmazhan, MA’dan Sedat Yılmaz’a anlattı. Halil Falyalı’nın 100 milyar TL’lik sanal bet sektörünü kontrol eden bir isim olduğunu ve Ukrayna’dan Belarus’a kadar sahip olduğu lisanslarda komisyon aldığını hatırlatan Korkmazhan, şunları anlattı: “Sedat Peker’in ifşaları söz konusuydu. Çok iddialar var. Uyuşturucu ticareti, kara para aklama, kumarhane bunların hiçbiri sır değil. Susurluk raporlarına bakın, bulursunuz. Vatikan’ın kara parasının dahi burada aklandığı raporlara yansıdı. 100 milyar TL’lik sanal bet sektörünü yöneten birinden bahsediyoruz. Dolayısıyla böyle birine suikastın amacı ve faillerine dair ciddi bir tartışma var. Her yerde mafya var, uyuşturucu kaçakçısı var, kara para aklayan çeteler var ve bunlar elini kolunu sallaya sallaya hesaplaşıyor, kurşun sıkıyor, bomba patlatıyor. Genel hava böyle. Kara para, kokain, insan kaçakçılığı, kumar, fuhuş sektöründen bahsediyoruz ve bunu başında olan kişiden konuşuyoruz. Bunun artık taşınamayacağı açığa çıkmış olduğunu düşünmüş olabilirler.

Belki derin devletin uzlaşısıyla 

Amerika’daki davada suçlu bulunduğu için Kıbrıs dışına çıkamıyordu. Sedat Peker’in sürekli Falyalı’yı işaret etmesi; Falyalı üzerinden siyasi ilişkileri deşifre etmesi; işte Binali Yıldırım’ın oğlunun yaptığı söylenen kokain ticareti, Mehmet Ağar’la ilişkisi ve AKP-MHP milletvekillerinin isimlerini orta yerde gezmesi. Bunlar oldukça bir takım çevreler için risk oluşturduğu değerlendirmesi yapılmış olabilir. Belki de diğer mafya odaklarının uzlaşısıyla öldürüldü. Derin devletin uzlaşısıyla ortadan kaldırılmış olabilir. Devlet-siyaset-mafya üçgeninde işlenen bir cinayet olduğunu düşünüyorum. Sadece bir mafya hesaplaşması olduğunu düşünmüyorum. Türkiye’de bir takım tutuklama var. Söylemez Kardeşler Çetesi lideri Mustafa Söylemez’in tutuklandığı söyleniyor. Tutuklu sayısı 6’ya çıktı. Mustafa Söylemez’in aynı zamanda Sedat Bucak ekibiyle geçmişten bu yana çok ciddi husumetleri olduğunu ve Fatih Bucak’ın da aynı zamanda Halil Falyalı’yla çok yakın ilişkileri olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla bu büyük oranda resmi ortaya koyuyor. Bu bir duvar. Bunun pek çok tuğlası var, bir tuğlayla düşmüyor, bütün duvarı yıkmak gerekiyor. Bu isimler bu duvarın tuğlaları.

Türkiye bağlantıları da güçlü

Kuzey Kıbrıs’a atanmış Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, ‘Değerli bir dostumuzu kaybettik’ dedi. Birçok resmi görüşmesi var, bunlar gizli değil. Ulusal Birlik Partisi’nin (UBP) milletvekilleri, bakanlarıyla ilişkisi var. Bunun yanı sıra Falyalı’nın babası uzun yıllar UBP’nin parti meclis üyeliğini yaptı. Şimdi onursal üyesi. Seçim sürecinde UBP’yi finanse etti, destekledi. Adamlarıyla çalıştı, nasıl çalıştıklarını herkes biliyor. Dolayısıyla ortada sadece bir dostluk ilişkisi yok. Siyasi, ekonomik çıkara dayalı bir ilişki var. Falyalı’nın etki ağı çok geniş. Siyaset, spor, basın, magazine kadar ilişkisi vardı. Çünkü yönettiği para çok ciddiydi ve bu işi kuralına göre yapıyordu. Yani pastadan herkesin payını verebilen bir kişiydi. Bu da ona bir koruma sağlıyordu. Bu Türkiye’de de böyleydi. Oradaki bağlantıları da çok güçlüydü. Özelikle iktidar ortakları partilerle bağlantılarının çok güçlü olduğunu biliyoruz. 

Tüm kirli lişikiler burada

 Türkiye’de kumar yasaklanınca hepsini buraya getirdiler. Sanal bet sektörün gelişmesiyle bu ağ büyüdü. Kuzey Kıbrıs yeraltı dünyasının üssü haline getirildi. Çünkü Kuzey Kıbrıs uluslararası hukukun dışında ve tüm kirli ilişkileri burada çevirebiliriz, denildi. Sürekli bir çözümsüzlük politikası uygulandı. Temel nedeni de kara para, uyuşturucu gibi kirli ilişkileri yürütmek ve uluslararası hukuka hesap vermemek. Bu işleri yürütebilecekleri bir üssü yarattılar. Bu iş o kadar büyüdü ki elinizi neye atsanız bir çete var. Her şey burada yönetiliyor.  İktidar blokunun yerin altındaki kanadının hesaplaşmasında yerüstüne yansıması da sürpriz olmayacak. Önümüzdeki günlerde siyasal açıdan birçok gelişmeye gebe olduğunu düşünüyorum. Bu cinayetin sonuçları olacak. Ortada çok büyük bir sektör var. Bunun bölüşmesi, paylaşılması, yönetilmesi var. Belki de bunun bölüşmesi, yönetilmesi konusunda bir kavga var.”

Gelinen aşamada orta yol yok

Korkmazhan, yazılı açıklamasında da “Mobese görüntülerinin, cinayetin gerçekleştiği sıralarda Türkiye basınında servis edilmesinin”, Mobese sisteminin kontrolünün kimde olduğu yanı sıra, mahkeme emri olmadan görüntülerin nasıl elde edilebildiği, özel hayatın gizliliği gibi soruları da akıllara getirdiğini kaydetti. Korkmazhan, “Geçici 10. Madde ile iç ve dış güvenliğin, irade, demokrasi ve hukukun askıya alındığı, polisin sivile bağlı olmadığı, Kıbrıs sorununda çözümsüzlük politikasıyla Kıbrıs’ın kuzeyinin uluslararası hukukun dışında tutulduğu ve uluslararası suç örgütleriyle mafyaların üslendiği ve hiç kimsenin can güvenliğinin kalmadığı bir toprak parçası haline getirildi. Gelinen aşamada da ikilem açık ve nettir. Ortası yoktur. Ya erken federal çözüm ile uluslararası hukukun parçası olacağız  ya da çözümsüzlük politikasıyla uluslararası mafya ve suç örgütlerinin arka bahçesi olarak kalacağız” dedi. Korkmazhan, Sol Hareket olarak, arka bahçe olmayı reddeden tüm demokrasi ve ilerici güçleri en geniş demokratik birliği sağlayarak, demokrasi, hukuk ve erken federal çözüm mücadelesini yükseltmeye çağırdı.

Yeni bir dönemin dizaynı

Yeni Kıbrıs Partisi Genel Sekreteri Murat Kanatlı ise yaptığı açıklamada, şunları altını çizdi: “Türkiye bağlantılı yeni bir dönem dizayn ediliyor. Birileri alan temziliği yapıyor. Kurşunlar, rant kavgaları, hesaplaşmalar bu dizaynın göstergeleri. Birileri alan temziliği yapıyor.”

Seyirci durumundayız

Bağımsızlık Yolu Genel Sekreter Yardımcısı Münür Rahvancıoğlu da yaptığı açıklamada şunları söyledi: “İç ve dış güvenliğimiz konularında da seyirci durumundayız. TC’ye bağlı on binlerce asker ve askere bağlı bir o kadar polis olan bu minnacık ada yarısında iki haftada iki organize suç işlendi. Güvenlik sağlama iddiasındaki kurumlar, ya güvenlik sağlama konusunda ciddi bir beceri yoksunluğu içerisindedirler ya da yaşananlardan herhangi bir rahatsızlıkları yok. Uyuşturucu, kara para aklama, kumar, kadın ticareti ve sokak infazları giderek artarken her geçen gün daha da yaşanılmaz bir hal alan bu düzene mahkum değiliz.”

Devlet-mafya ilişkileri

Toplumcu Demokrası Partisi ise şu açıklamayı yaptı: “Bize göre önemli olan sadece tetikçilerin yargılanıp hapsedilmesi değil. Bu olayın arkasındaki bağlantılara da ulaşmaktır. Devlet mafya ilişkileri gibi hassas konuların üstü kapatılmadan detaylı bir şekilde soruşturulması, derin devlet bağlartılarının tespit edilmesi için etkin soruşturma şart. Halkın güvenliği ciddi şekilde tehdit altında. MOBESE sisteminin kimin kontrolünde olduğunun aydınlatılması gerekiyor.”  HABER MERKEZİ

 

Gazeteci Arslan eksik söyledi:

TMK bir özel harp çetesidir

Gazeteci Ayşenur Arslan’ın ‘yarı resmi oluşum’ diyebildiği halde iktidarın linçin maruz kaldığı TMK, aslında tam bir özel harp çetesidir. 

Halk TV ekranlarında yayınlanan ‘Medya Mahallesi’ programının moderatörü Ayşenur Arslan, Türk Mukavemet Teşkilatı için “Kıbrıs Türk Mukavemet Teşkilatı adada ve yakın hinterlandında suikastlarla bilinen bir illegal diyelim, yarı resmi bir oluşumdu” dedi. Bunun üzerine Türk iktidarı ve Kıbrıs’ın kuzeyindeki unsurları ayağa kalktı. Gazeteci Arslan ve Halk TV hakkında suç duyuruları ve soruşturmalar ile RTÜK incelemesi başlatıldı. 

AKP Sözcüsü Ömer Çelik, “Türk Mukavemet Teşkilatı, Kıbrıs Türkü’nün şanlı direnişinin odağıdır. TMT Kuvayi Milliye’dir” dedi. Türk Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay da “Türk Mukavemet Teşkilatı, Kıbrıs Türk halkının destansı direnişinin abideleştiği yerdir” diye devam etti. Türk Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, “TMT KKTC’nin Kuvayi Milliyesidir. Böylesine bir Kuvayyi Milliye dediğimiz TMT’nin illagal işlerle anılması hepimizi üzer” dedi. Kıbrıs’ın kuzeyindeki Türklerin lideri olarak atanan ve ‘Cumhurbaşkanı’ sıfatı verilen Ersin Tatar ise “TMT, bir direniş örgütüdür. TMT öncülüğünde verilen destansı bir direniş sonrasında halkımız, 1960 tarihinde kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin eşit kurucu ortağı olmuştur. TMT olmasaydı, 20 Temmuz 1974 sabahına ulaşmamız mümkün olmayacak ve Kıbrıs bir Helen Adası olacaktı. Rum iş birlikçisi ajan-provokatörler ile kendini bilmezlerin bu çirkin saldırılarına karşı seyirci kalacak değiliz” şeklinde konuştu. 

Peki nedir TMK?

Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT) 1 Ağustos 1958’de dönemin Başbakanı Adnan Menderes’in direktifiyle mevcut çetelerin birleştirilmesiyle kuruldu. TMT, 1957’den itibaren kurucu isimleri gizlice Ankara’ya getirildi. Türk Genelkurmayı’na getirilip STK’ye Seferberlik Tetkik Kurulu Başkanı Daniş Karabelen ve ekibiyle tanıştırıldılar. TMT sadece STK’ya hesap verecekti. Faaliyetler son derece gizli yürütülecek, Türkiye’nin ve Türk ordusunun adı işe karıştırılmayacaktı. Kıbrıs’a gönüllü olarak gidecek subayların her türlü yasal hakları saklı tutulacak ve süresiz izinli sayılacaklardı. TMT’nin görevi, Türkiye’nin izleyeceği Kıbrıs politikalarını desteklemek olacaktı. Kore deneyimi olan Yarbay Rıza Vuruşkan TMT liderliğine atandı. Vuruşkan, 5 kişilik ekibiyle 31 Temmuz 1958 günü Kıbrıs’a indi. TMT’nin örgüt şeması oluşturuldu. İttihat ve Terakki modeli benimsendi. 25-30’ar kişilik gruplar halinde turistik gezi, iş gezisi, sağlık kontrolü gibi gerekçelerle Türkiye’ye gönderilenler, STK’de eğitilip gönderildi. Vuruşkan ve ekibinin Ada’ya ayak bastığı tarihten itibaren toplumlararası olaylar tırmandı. 22 Aralık 1963’te TMT, ‘X’ gününün geldiğine karar verdi ve yer üstüne çıktı. 1963–1964 arasında 364 Kıbrıslı Türk ve 174 Kıbrıslı Rum öldürüldü. Türkiye’nin Kıbrıs’ı işgali 1964’te ABD tarafından önlendi. Türk hükümeti, 16 Kasım 1967’de Kıbrıs’a müdahale kararı aldı. ABD araya girdi. Makarios’un Yunanistan’daki cunta ile arası açıldı, 15 Temmuz 1974’te Nikos Sampson tarafından darbe yapıldı, Makarios adadan sürüldü. Bundan 5 gün sonra Türk ordusu işgali gerçekleştirdi. Dönemin Atina’daki ABD Büyükelçisi H. J. Tasca yıllar sonra ‘Türkler, Yunanistan’ın Makarios’u devireceğini önceden biliyorlardı ve 20 Temmuz harekat planını buna göre yapmışlardı’ dedi. 

Tarihçi Ayşe Hür’e göre Rauf Denktaş’ın KKTC devlet başkanlığı ile TMT tipi yapılanmalar iyice kurumsallaştı ya da Kıbrıs adeta TMT’leşti.

Yirmibeşoğlu’nun itirafı

STK ve ÖHD’nin kurucu isimlerinden Sabri Yirmibeşoğlu, bir söyleşisinde “Halkın mukavemetini artırmak için düşman yapmış gibi bazı değerlere sabotaj yapılır. Mesela bir cami yakılır. Kıbrıs’ta biz bunu yaptık. Bir cami yaktık” diyordu. 

Başından beri cinayetler

‘Bir Hınç ve Şiddet Tarihi: Kıbrıs’ta Statü Kavgası ve Etnik Çatışma’ kitabının yazarı Prof. Niyazi Kızılyürek ise ‘Derin Devlet’ olgusunun Kıbrıs’la doğrudan bağlantısı olduğunun sır olmadığını belirterek, Agos’ta yayınlanan söyleşisinde şunları söylüyordu: “Gerçekten de Türkiye’de henüz Özel Harp Dairesi veya Kontrgerilla pek konuşulmazken, derin devlet Kıbrıs’ta işbaşı yapmıştı. TMT, 1958 yılının Mayıs ayında solcu Kıbrıslı Türkler hedef seçmişti. 7 Haziran 1958 tarihinde ise tıpkı Türkiye’de 6/7 Eylül 1955 pogromuna yol açan türden bir provokasyon düzenlendi. Türk Haberler Bürosu’na TMT tarafından atılan bir bomba sonucunda Kıbrıslı Rumlara karşı saldırıya geçildi ve iki toplum arasında etnik çatışmalar büyüdü. Bombayı TMT’nin koyduğunu ve Rauf Denktaş’ın bunda çok önemli bir rol oynadığını bütün kanıtlarıyla gözler önüne seriyorum. Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduktan sonra da siyasal cinayetler son bulmadı. 1962’de iki toplumun barış içinde yaşamasını savunan gazetecilerden Ayhan Hikmet ile Muzaffer Gürkan katledildiler. Benzer biçimde sendikacı ve komünist partisi AKEL’in üyesi olan Kıbrıslı Türklerden Derviş Ali Kavazoğlu 1965’te öldürüldü.”

Her şeyin öncülü Kıbrıs’tı

 ‘Kirli Kramponlar’, ’Özel Harp Dairesi’, ‘JİTEM’ ve ‘Yeni Derin Devlet’ kitaplarıyla bilinen gazeteci-yazar Ecevit Kılıç de kitabıyla ilgili bir söyleşide şunları altını çiziyordu: “Özel Harp Dairesi dediğiniz TSK’nın çekirdek bir birimi içerisinde yer alıyordu. Bu çekirdek kadronun gayri nizami harbi taktiklerini ilk öğrendiği yer, pratik alanı Kore Savaşı oldu. Bunlar burada bunun eğitimini aldılar. Daha sonra dönüp geldiklerinde Kıbrıs bu güçlerin, Türk derin devletinin uygulama, pratik alanı oldu. Türk Mukavemet Teşkilatı’nın (TMT) o dönem EOKA’yla giriştiği mücadele… Yani TMT bir tür yavru derin devletti. Yavrulukla kalmadı gayri nizamı harp teknikleri orada alana sürülüyordu, sonra Türkiye’ye taşınıyordu. Her şeyin öncülü aslında Kıbrıs’tı. Türk derin devleti dediğimiz yapı, TSK içerisinde oluşturulsa da sadece bu yapıdan ibaret değil. Devletin diğer tüm yapılarında kadrolaşma vardı. İstihbarat ve emniyet teşkilatı, TÜBİTAK, Petrol Mahsulleri Ofisinde bile buna dair bir kadrolaşma vardı. Kurumlar bazında bir derin devlet vardı.

Kıbrıs’tan Kürdistan’a uzandılar

Türk ordusunun ve TMK’nın Kıbrıs’ta faaliyet yöneten elemanlarının birsonraki durakları ise Kürdistan oldu. Esat Oktay Yıldıran’dan Galip Mendi’ye, Korkut Eken’e kadar uzanan işkenceciler ve katiller listesi...

 

Afişe edilen Söylemezler

Türk tarafı, Halil Falyalı’nın öldürülmesiyle ilgili Muşlu bir Kürt olan Mustafa Söylemez’i gözaltına aldı, aldığını da basınına servisle ifşa etti. 

Muş’ün Kürtlerinden Söylemez Ailesi, 1994’ten beri Sedat Bucak ile hasım ve bu hasımlık zaman zaman çatışmalarla nüksetti. Söylemezler, Bucak’ın ekürisi Mehmet Ağar’ın da devreye girmesiyle tamamen illegalize edildi, Türkiye’yi terk ile cezaevi ikilemine hapsedildi. Söylemez kardeşlerden genel cerrah olan, aynı zamanda köklü bir aileden eski Muş Milletvekili Mehmet Emin Sever’in yeğeniyle evli 1961 doğumlu Mehmet Sena Söylemez’in, anlatımlarını özetleyelim:

Sedat Bucak ile başlayan çatışma

“Ankara Numune Hastanesi’nde 1995’e kadar çalışıyordum. 6 kardeşiz. Birimiz başkomiser, birimiz astsubay, birimiz emekli polis, birimiz de emekli işçiydi. 1994’te bir araba parkı meselesi yüzünden Sedat Bucak’ın yeğeni uyuşturucu, alkol bağımlısı Sultan Memduh Bucak tarafından vuruldum. Kardeşim de onu öldürdü. Ben vurulmama rağmen Ankara’da gözaltına alınıp sorgulandım. Bu sorgulamada Ankara Asayiş Müdür Yardımcısı, Ali İhsan Sarıkavak, ‘Biz Bucakların dostuyuz. Seni ve ailenden herkesi öldüreceğiz’ dedi. Sedat Bucak’ın Mehmet Ağar ile ortaklığı sayesinde üzerimize polisler salındı. 

Ağar’ın organizasyonuyla pusu

Bilkent Üniversitesi’nde okuyan yeğenim, bir olaydan dolayı tutuklandı, işkence gördü. O zaman Adalet Bakanı olan Mehmet Ağar’ın emriyle özellikle Eskişehir Hapishanesi’ne gönderildi. Yeğenim yem olarak kullanılarak elbise, çamaşır, para vs. götüren ağabeyim ve diğer yeğenim orada savcıdan izin alma bahanesiyle bekletildi. Bu sırada ziyaret günü olmamasına rağmen oraya gelen ülkücü mafyadan bazı kimseler, ağabeyimi ve yeğenimi teşhis ederek dönüş yolunda pusu kurdu. Ağabeyim ve yeğenim, 13 Mart 1996 günü öldürdü. Onlara ateş edenler polisti. 

Çiğ köfte partisiyle kutladılar

Orada bulunan Mercedesin içinde vurulan insanların saç kılları, parmak izleri, tükürük ve kanları vardı, ayrıca Fatih Bucak adına kayıtlı bir cep telefonu bulundu ama hiçbir şey yapılmadı. Daha sonra çiğ köfte partisi ile kutlandı. Bu partiye Mehmet Aağar, Yalım Erez, Sedat Bucak ve Neclettin Dede katıldı, ancak dava kapatıldı. 

Beni İstanbul polisi vurdu

11 Haziran 1999’da Adana’da bulunan ağabeyimi ziyaretten dönerken Pozantı’da vuruldum. Beni vuran İstanbul polisiydi. Adana polisine haber verilmemişti, İstanbul’da dışında operasyon görev belgeleri yoktu, oraya gelmek için bir gerekçeleri de yoktu. Ben ölseydim, ‘faili meçhul’ olacaktı. Trafik polisleri, kamyoncular ve vatandaşlar gelerek beni kurtardı. Bunun üzerine işi resmileştirdik. Beni vurmalarına bahane bulmak için ‘çete’ ve ‘silah’ yalanı uyduruldu. Adana’da hastanede yaralıyken Adana Terörle Mücadele ekipleri tarafından ifadem alındığı halde İstanbul’da yakalanmışım gibi tutanak tutuldu. Pozantı’da hiçbir işlem yapılmadı, Pozantı savcısından gizlendi. İstanbul’a götürüldüm, hiçbir ifade vermediğ, hiçbir şeye de imza atmadığım halde bir ifade/itiraf uyduruldu. 

Kardeşimin tutuklama kararı olduğu halde, savcının, hakimin karşısına çıkarılmadı, dört yıl gezdirildi, işkenceden geçirildi.”

Tekrar operasyon ve terk

Dr. Mehmet Sena Söylemez’in sözünü sözü ettiği Pozantı’dan sonra emekli astsubay başçavuş Mehmet Faysal Söylemez, jandarma üsteğmen Can Köksal ve Fevzi Şahin de dahil 24 kişinin ismi geçti. Açılan davada Sedat Bucak’a Ankara’da helikopterden lav silahları ile suikast hazırlığı içinde oldukları suçlaması yöneltildi. Ayrıca o dönemin Eminönü Belediye başkanı Ahmet Çetinsaya’ya Ataköy’de lav silahı ile saldırı planladığı iddia edildi. 

Süren birçok davadan beraat kararı çıkmasına rağmen Aralık 1997 Kadıköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde süren bir davadan Mehmet Sena Söylemez ve Faysal Söylemez hakkında hapis cezası çıktı. Ancak 2002’deki Rahşan affı olarak bilinen yasa değişikliğinden cezaevinden çıktılar. 

Güney Kürdistan’a geçtiler

2004’te Dr. Mehmet Sena Söylemez ve Faysal Söylemez haklarında uluslararası arama kararı çıkartılınca Güney kürdistan’a geçtiler. Otel ve çay bahçesi işleten, inşaat işi yapan Söylemezler, MİT ve KDP’nin ortak korumasındaki İlnur Çevik’in ortaklık teklifini kabul etti, ancak işler yürümedi. Bunun üzerine  Türkiye devreye girdi ve KDP, Faysal ve Mehmet Sena Söylemez’i tutukladı, diğerleri de İran’a geçti. Bir süre sonra serbest kalınca Azerbaycan’a gittiler. Geçen sene Azerbaycan’dan Türkiye’ye getirildiler. 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.