Zagroslar'ın unutulmaz komutanı: Harun

Dosya Haberleri —

Komutan Harun (Hüseyin Özbey) ortadaki

Komutan Harun (Hüseyin Özbey) ortadaki

  • Komutan Harun (Hüseyin Özbey), 17 Kasım 1997’de Kulp-Sa­son arasında 8 yoldaşıyla beraber şehit düştü. Zagroslar’ın daha yaşadığı dönemde efsane haline gelmiş komutanıydı o. İsmi yeni doğan çocuklara verildi, anısına yapılan şarkı hala dillerde, halk arasında onun gerilla öncesi ve sonrası hayatından duyulmuş hikayeleri anlatıldı.

REWŞAN DENİZ

 

İsmi yeni doğan çocuklara verildi, anısına yapılan şarkı hala dillerde, halk arasında onun gerilla öncesi ve sonrası hayatından duyulmuş hikayeleri anlatıldı, onun komutasındaki savaşçılar sonradan komutan oldu, toprağa düştü. O Zagroslar’ın efsane komutanı Harun’du. Komutanlığı kadar hayatıyla da insanın ilgisini çeken, gerillanın Kürdistan’da yarattığı dönüşümün nadide örneklerindendi.    

17 Kasım 1997’de Komutan Harun(Hüseyin Özbey) Kulp-Sa­son arasında 8 yoldaşıyla beraber şehit düş̧tü. Kürdistan değerli bir komutanını yitirmişti fakat onlarca genç onun adını aldı gerillaya katıldığında, komutanlığı hep örnek gösterildi.

Komutan Harun, 1961 Kiği’nin Hergep köyünde dünyaya gelir. Köyün sevilen çocuklarından birisidir. Aynı zamanda Hergep’teki ilkokulun da başarılı öğrencilerindendir.  

 

Avrupa’da mücadele ile tanışır

Ailenin ortanca oğludur. İlkokulu köyde, ortao­kulu Karakoçan’da bitirir. Liseyi ise Ankara’da okur. Ankara’da gençlik yıllarında politikayla tanışır. Anka­ra’da lise yıllarında arayış içine girir ve üç yıllık lise sürecinde MHP içerisinde yer alır. 

1979 Nisan’ında Almanya’ya gelir. Almanya’da da arayışları olur. 1980 cuntasının başa geldiği ilk bir-iki aylık süreçte PKK’lilerle tanışır. Avrupa’da aktif olarak mücadele yürüttükten sonra 1986 yılında PKK 3. Kongre sürecine katılmak amacıyla Ortadoğu sahasına geçer. Kendi deyimiyle 'tecrübesiz bir genç olarak' 1987 yılında ülkeye yani Kuzey Kürdistan’a geçer. Kürdistan’ın birçok bölgesinde savaşır. Fakat çoğunlukla Zagros eyaletinde kalır. 10 yıllık savaş sürecinde büyük tecrübeler edinir.

Eş ve babaydı

Komutan Harun aynı zamanda bir eş ve babaydı. 1986’dan 1997’ye kadar ailesini görmemişti.1997 yılında Önderlik Sahası’nda bulunduğu vakitlerde sadece birkaç gün ailesini görebilir. 1992 yılında ailesine gönderdiği mektupta şunları yazıyordu: ''Size olan sevgim daha da artmıştı, bu davaya atılarak size en büyük değeri verdiğime inanıyorum. Halkımı sevdiğim kadar sizi de seviyorum, siz de beni Kürdistan’da savaşan binlerce gerilladan biri olarak görmeli ve sevginiz o ölçüde olmalı. Yanı başınızda bazı ihanetçiler çıkabilir, bizi arkadan hançerleyenler de çıkar. Yoldaş dediğimiz ve bizi yarı yolda bırakanlar da çıkar, bunlar sizi etkilemesin.'' 

Oğluna ise şu cümleleri yazar: ''Size özgür bir yaşam, bağımsız bir vatan kazandırmak için dağlara çıktık. Bizim vatanımız Kürdistan’dır. Onun için kendini Kürdistan’a hazırla.''

 

Adı şehitliğe verildi

Amed’in Lice ilçesi Birlik köyüne bağlı Şenlik (Şêne) mezrası kırsalında bulunan ve "Apê Musa" alanı olarak adlandırılan bölgede çeşitli tarihlerde yaşamını yitiren PKK gerillalarının defnedildiği şehitliğe onun adı verildi. “Şehit Harun Şehitliği”nin açılışı binlerce kişinin katıldığı törenle yapıldı. 2015 yılında Türk devleti “Şehid Harun Şehitliği”ni tahrip etti. Mezarlık girişinde bulunan cami, dinlenme salonu, kütüphane, çeşme ve tabelayı bombaladı, HPG’lilere ait 140 mezardan 78’i tahrip oldu.

 

Komutan Harun MHP günlerini anlatıyor

 

Komutan Harun’la yapılan bu röportaj, Hüseyin Özbey adıyla Tarihe Gömülmüş Zamanların Peşindeki Militan (Weşanên Serxwebûn,Eylül 1998) kitabından kısaltılarak alınmıştır: 

 

Hangi yıllarda MHP’de kaldınız?

'75'ten 78'e yılı sonlarına kadar. Ankara'da gençlik yıllarında politikayla tanıştım diyebilirim. Geçmiş köy ortamında da her ne kadar politik sorunlar tartışılıyorduysa da fazla öyle ilgimi çekmiyordu diyebilirim, hatta hatta tepkilerim bile gelişiyordu. Şimdi Ankara süreci yaşamda çok değişik bir süreç gerçekten. Ankara'da MHP'yle tanıştım. Belki çok ilginç gelebilir. Üç yılı aşkın bir süre fiili olarak MHP militanlığı yaptım. 

Nasıl oldu bu, nasıl tanıştınız, neler sizi çekti?

Köyde gençlik adeta her örgüte parsellenmiş durumday­dı. O zamanki Türk solunun çiğ yaklaşımları biliniyor. Aslında böy­le direkt dini hedef alan, toplumsal değerleri hedef alan yaklaşımla­rı vardı. Bunlar belli bir tepkiselliği yaratıyordu. Onlara karşı bir tepkiselliğim vardı. Olgun bulmadım hiç Türk solunu. Örneğin HK (Halkın Kurtuluşu) vardı, Dev-Sol gibi örgütler vardı. Bunların yaklaşımları hiç olgunca gelmedi bana, çekici gelmedi. Dolayısıyla giderek onlara karşı tepki doğdu. Tepki duydum. Ankara'da MHP'yle ilişki kurmanın bununla bağlantısı var aslında. Gençlik içerisindesin, bir arayış da var. Yani insan yoğun çatışmaların oldu­ğu bir ortamda tarafsız ya da böyle sıradan kalmak istemiyor.

Okulunuz nasıl bir okuldu?

Okul genellikle MHP eğiliminin ağırlıkta olduğu, ama bazı devrimci kesimlerin de olduğu -fakat çok cılız bir konumday­dılar- bir okuldu.

O zemin de hazır…

Tabii zemin de hazır. Şimdi Kürdistan ortamından Anka­ra'ya gelmiş birisin. Zaten müthiş diline, her şeyinle aslında Kürtlü­ğün sırıtıyor böyle bir ortamda. Sanıyorum biraz o duygular da beni götürdü, itti. Okul ortamına egemen olduk. Türkiye soluna karşı olan tepkisellik konumu-durumu buna itti. Biraz da MHP'nin aslında toplumsal-gelenekçi olması itibarıyla, o yanlar da beni etkiledi diyebili­rim. Toplumsal geleneklere, göreneklere sahip çıkmak isteyen, böyle onu korumak, en azından bu görünümü veren bir yaklaşımı vardı.

Kürtlüğe dair de böyle miydi?

Hayır, Kürtlük söylemleri tabii ilk başlarda inandırıcı geldi bize. Yani Kürtlüğü böyle kaba bir biçimde yadsıma durumları yoktu. Tam tersine "Kürtler, Türklerin efendileridir" biçiminde yan­sıtıyorlardı. "Kürtler gerçek Türklerdir. Burası esasında Kürtlerin vatanıdır" diyorlardı. "Dolayısıyla biz böyle bir ayrım gözetmiyo­ruz" tarzında söylemleri vardı. Tabii ki aslında Kürtlüğü daha iyi bir Türklüğün malzemesi olarak kullanıyorlardı, değerlendiriyorlar­dı. Tüm bu etkenler birleşince beni MHP'yle bütünleşmeye götür­dü. Üç yıllık bir süre her düzeyde Ankara'da çeşitli faaliyetlerde bulundum. Okul bünyesinde, öğrencilere yönelik, diğer okul öğren­ci vardı. O karmaşa içerisinde belli bir eylemselliğimiz, çalışmaları­mız, çatışmalarımız oldu.

Yani epey solcu öğrenci dövmüşüzdür, ya da dövüştünüz? 

Hem dövüldük, hem dövdük diyebilirim. Fakat şunu be­lirteyim ki, çok saf, böyle temiz duygularla aslında çalışıyordum, katılıyordum. Bir inanç temelindeydi. Örneğin okul tatillerinde ba­zen köye gittiğimde devrimci arkadaşlarla tartışıyordum, HK'lilerle, Dev-Solcularla. "Beni ikna edin sizden daha iyi devrimcilik yap­mazsam işte ne olayım" tarzında çıkışlarım oluyordu sürekli. Fakat hiç tavırları, tutumları, yaklaşımları güven verici gelmedi.

Aile nasıl bir siyasal yelpazede yer alıyor?

Aile genellikle sosyal-demokrat, yani o zaman CHP yel­pazesinde yer alan bir aile diyebiliriz. Ama tabii ağır Kürt gelenek­lerini de yaşayan bir aile. Hatta biraz dışarıya, Avrupa ve benzeri alanlara açılımdan dolayı öyle Kürtlüğe daha fazla özentileri, Kürt­lüğü daha iyi tanıma durumları vardı. Yani ben aileye ve köye de çok ayrıksı bir konumdaydım.

Aile kabullenmedi tabii hiçbir zaman. Belki bir evlat olarak kabul ettiler, ama bir MHP'li olarak hiçbir zaman kabul et­mediler. Aile sürekli beni o çevreden koparma çabası içerisinde ol­du. Ben Ankara'da ilişkisiz kaldığım dönemler aile peşimden koştu, ilişki aradı hep. Yani aile hem düşünce itibarıyla, hem de kendi aile­vi konumlarından dolayı benim böylesi bir eğilim içerisinde yer al­mama oldukça karşıydı. Bir dönemler bu MHP ile olan ilişki, beni aileden kopuşa kadar götürdü. Fakat tekrar ailenin arayışları oldu. Aile beni çekmek, bu ortamdan koparmak istiyordu.

MHP içerisinde giderek belli bir yozlaşmanın, aşınmanın olduğu­nu da gözlemledim. Diyebilirim ki biraz gerçek yüzlerini daha iyi anladım. Örneğin geleneksel-toplumsal ölçüleri dedik. Bu ölçüler değil, örneğin din olgusu MHP'de çok sahte bir söylem. Yani dinle alakaları yok, aslında halkla alakaları yok. Yani görünürde, yüzeyde böyle çok dindar, halkçı, toplumcu, devletçi görünen insanlar, aslın­da alttan alta her türlü üçkağıtçılığı, her türlü ahlak dışı şeyleri meşru kabul eden, uygulayan insanlardı. Bunların bu durumları giderek bende bir kırılmaya yol açtı. Yani bu MHP'ye karşı bir kırılma oldu. O dürüst, saf, temiz duygularım, temiz inancım giderek kırılmaya yüz tuttu. Bu noktada giderek bir soğuma başladı bende. Hatta 1978'in sonlarında kendileri de biraz ifade ediyorlardı; "sen eskisi gibi değilsin" diyorlardı. Bu ortamda aile ile buluşma, tekrar ailenin el atmasıyla o ortamın dışında kaldım. MHP'nin benimle ilişki kurma istemleri oluyordu. Tekrar köye döndüm bu süreçte. Örneğin Bingöl'deki MHP'liler aracılığıyla tekrar benimle ilişkilenmek iste­diler. Yanaşmadım, soğuk yaklaştım hep. Sürekli mektuplaşmalar ol­du. Ben cevapsız bıraktım bunları. Okulu da sürdürmek istiyordum. Ancak aile Türkiye ortamında fazla okutmak istemiyordu. İşte böy­lesi bir süreçte, '79 Nisan'ında Avrupa'ya çıktım.

Hiç komando eğitimini aldınız mı? Bilinir MHP sizin gibi boyu-posu yerinde olanları bırakmaz. Hiç böyle niyetleri olmadı mı, aldılar mı?

Komando eğitiminden ziyade, okul bünyesinde fizi­ki eğitimler veriliyordu. Daha çok tabanca kullanımı üzerine silah eğitimleri vardı. Karate-tekvando. Özel bir hoca geliyordu. Okulun kalorifer dairesi bodrum katı var. Orada bu türlü eğitimler veriliyordu. Daha özel bir eğitim sanırım düşünebilirlerdi. Ancak okulun en karmaşık dönemleriydi. Ki okul yönetiminde yer alıyordum. Yani okulun ülkücüleri yönetiminde yer alıyordum, sorumluluklarım da vardı.

Örneğin 1977-78 sürecinde okul kayıtlarını biz yaptık, okul mü­dürleri falan yapmadı. Ülkü ocaklarının önerileri, istemleri, ülkü ocaklarından gelen belgeler çerçevesinde biz yaptık. Sanıyorum hem karmaşıklık, hem çatışmaların yoğun olması itibarıyla böyle bir şeye gerek duymadılar bizim açımızdan.

Türkeş'le de karşılaştınız mı?

Evet, Türkeş'le de tokalaştık orada, selamlaştık.

Nasıl, neler hissettiniz orada?

Tabii o dönemdeki duygular çok farklı. Biz, işte Türki­ye'yi kurtaracak, insanları kurtaracak biri gözüyle bakıyorduk, öyle görüyorduk. Dolayısıyla bir liderle karşılaşma insana heyecan veri­yordu.

Peki hiç gözaltına alındınız mı?

Hayır, kısa bir süre Ankara'da okulun önünde yasak bil­diri dağıtmaktan dolayı emniyete götürüldük. İşte Necati Gültekin ve benzerleri geldi, bizi bıraktırdılar. İki saatlik bir şeydi. Onun dı­şında hiç yakalanmadım, gözaltına alınmadım.

Okul yüzünden mi katıldınız?

Doğru, okul yatılıydı zaten. Okulun üst katı yatakhaney­di, orada kalıyorduk. Fakat böyle düzenli yürüyen bir yatılı, öğrenci yurdu değildi.

'78'in sonunda mı ayrıldınız?

'78'in sonlarında ayrıldım. Yine düşüncede etkilenmeler vardıysa da özellikle MHP'den kopuşla beraber en azından ilgilen­meyecektim, girmeyecektim, bağlı olmayacaktım diyordum. Şimdi MHP'den kopuşla beraber bir arayış da başladı aslında. Daha çok Avrupa'ya çıkışla başladı diyebilirim bu arayış.

Siz o zamana kadar Kürdistan Devrimcileri, ya da şimdiki is­miyle PKK'yi duymuş muydunuz?

Hayır duymamıştım, ama Kürtlüğümü de inkar etmiyor­dum tabii.

Apocuları?

Apocuları duyuyorduk tabii, gazetelerde okuyorduk. Ama bir tek Apocu ile karşılaşmadım diyebilirim. İyi ki karşılaşma­dık, çünkü bizim için fazla iyi olmayacaktı sanırım o dönemdeki karşılaşma.

Ki o zamanda da yoğun şey var, mücadele başlıyor.

Doğru, fakat aklımdan geçiriyordum. Biz o dönem fazla Kürt örgütleri arasındaki ayırımı yapamıyorduk. Ben en azından o ayrımı yapacak düzeyde değildim. Örneğin "onlarla karşılaşırsam, diyeceğim ki 'ben de Kürdüm. O zaman bana bir şey yapmazlar" diyordum. "Kürdüm", hatta Kürtçe kasetleri dinliyordum.

Dinliyor muydunuz? 

Dinliyordum tabii. 

Neyi?

Mesela Şivan'ı dinliyordum. Hiçbir zaman MHP içeri­sindeyken de dinlemezlik etmedim.

Tepkileri olmuyor muydu, yani Kürtçe dinliyorsunuz diye? 

Hayır, "bizim dilimizdir" diyordum tepkileri olmuyordu fazla. Tabii şimdi insan iyi değerlendirebiliyor, aslında ülkede parti­nin geliştirdiği mücadelenin sonucu olacak ki, MHP '77 sonları '78 ile beraber daha çok da Kürt söylemine kendi içerisinde ağırlık ver­di. Örneğin Hasret dergisinde o zaman "Kürtlerin Türklüğü" diye diziler halinde yazılar yayınlamaya başlandı. Yani Kürt temasını kendi içlerinde işlemeye başladılar. Bu, tabii PKK'nin Kürdistan'da geliştirdiği mücadelenin karşılığı olarak uygulanıyor. Daha öncesi daha çok komünizme karşı olma, o temelde Türkçülük söylemi ge­liştiriliyordu. '78 ile beraber Kürt-Kürtlük söylemi çok öne çıktı.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.