Zulüm düştü Şubat’ta…

Nubar OZANYAN yazdı —

  • Devlet, yıkımın ve kırımın acıları daha sarılmadan sadece rant ve çökme peşinde koşuyor. Yeni sömürü fırsatlarını hesaplıyor. TV yayınlarında, “halkın parasını halka bağışladıklarını” ilan edip ellerini ovuşturarak yeni inşaat müjdeleri veriyorlar. 

Şubat'ta cemre yerine zulüm düştü yoksulların havasına. Suya ve toprağa düşmesinden önce karanlık çöktü ezilenlerin dünyasına. Cemre, bu yıl halkın ne hayallerine ne umuduna ne de huzuruna düşmedi. Öyle bir kayıp zaman yaşanıyor ki ne şehirlerin ne de sokakların adları geride kaldı. Sırtlarında yoksulluğun ve zulmün acısını taşımak yetmiyormuş gibi bu kez yıkılmış bir şehrin ağırlığını taşımaya çalışıyor halkımız…    

Milyonları yerin üstünde açlığa ve soğuğa, yüzbinleri de yerin altına gömen devlet, herkesin gözü önünde ve bilgisi dahilinde utanç dolu bir soykırım felaketi gerçekleştirdi. Yer sarsıntısı görünürde olan bir felaketti. Oysa yaşanan bir sistem felaketiydi. Öldüren yer altının sarsıntılı hareketi değildi. Öldüren katletmekten başka bir düşünmeyen ceberut devletin ırkçı aklı, kanlı eli, kirli vicdanıydı. Eğer bir ülkede planlı ve hedefli bir kitlesel kırım kararı alan, toprak üzerinde hiçbir canlının yaşamasına müsaade etmeyen bir devlet varsa orada yaşananın adı büyük felakettir! Yani soykırımdır. Gerçeklik, yaşananların, görünenlerin çok daha derininde saklı olan bir soykırım sarsıntısıydı.

Yer altında ne kadar kırılgan bir fay hattı varsa yer yüzünde de İttihatçılıktan, Kemalist Cumhuriyete ve günümüze Erdoğan yönetimine kadar uzanan daha büyük ve daha tehlikeli bir soykırımlar fay hattı vardır. Normal bir insan aklına gelemeyecek kadar gaddar ve vicdansız katliamlar planlayacak bir felaketler hattı vardır.

Dün Ermenileri, Rumları, Süryanileri, Ezidileri kılıç ve baltayla doğrayanlar bugün Kürtleri ve onların gerillalarını konvansiyonel ve kimyasal silahlarla yok etmeye çalışmaktadır. Bunlar yetmezmiş gibi bu kez deprem denilen felaketlerle kitlesel katliamlar gerçekleştirmeye devam ediyor.

Dün barbarca katlettikleri mazlum canları ölümden kurtarmaya çalışan vicdan ve onur sahibi insanları nasıl susturmaya çalıştılarsa bugün de deprem felaketinde son nefesini verenleri kurtarmaya çalışanları engelleyip susturmaya sindirmeye çalışıyorlar.

Misak-ı Milli sınırları içinde gerçekleşen katliam suretleri hiç bu kadar güçlü bir şekilde birbirine benzememiştir!

Felaket yaşayan halkın acılarına ve çaresizliklerine utanmazlık ve aymazlık içinde sırıtarak bakan devlet yetkilileri Kürt ve Arap Alevi çocukların kabaran öfke selinden ve intikam yeminlerinden kurtulamayacaklar!  

Acı ve öfkeyle felaket bölgesinden haberler alıyoruz. Her bir kareye bakıp her bir sese kulak verdiğimizde tam 107 yıl önce yaşanan Ermeni soykırımına benzeyen karelere rastlıyoruz. Tablo aynı. Suçlular aynı. Her tabloda soykırımcı zihniyetin kanlı elleri, muktedirlerin vicdansız kalpleri ve çirkin suratları aynıdır.

1909 yılında “Glikya” denilen şu an depremin yaşandığı topraklarda Ermenilere yönelik büyük bir katliam yaşatıldı. Bu topraklarda on binlerce Ermeni boğazlandı. Acıyı tanımlayacak kelimeler bulunamadı. Bugün de aynı topraklarda büyük bir felaket yaşatılıyor. Arada sadece bir fark var. Bugün mazlum canlara uzanan destek ve dayanışma elleri örgütlü ve bilinçlidir.

Bilim insanları aylar öncesinden ciddi deprem uyarıları yaptı. Uyarılar karşısında hiçbir tedbir almayan, yaşanan felaket karşısında kılını bile kıpırdatmayan karanlığın sahipleri olan sahte ölü sayıcıları halkın yaralarını sarmıyor. Sarmaya çalışan vicdanlı ve onurlu insanlara ise saldırarak kim ve kimden yana olduğunu gösteriyor. Kayyum atayan, yardım araçlarını bölgeye gitmesini engelleyen, acılara uzanan vicdan sahibi insanları, ilericileri, devrimcileri, yurtseverleri tehdit ve işkenceyle durdurmaya çalışanlar, hep aynı suçlulardır. Soykırımcı devletin engellemesi olmasa sayısız canlar yer altından çıkarılıp kurtarılacak ve şans eseri kurtarılan soğukta üşüyenlere ise daha fazla yoldaş ve dost elleri uzatılacaktır.

Halkımız bu durumu kendi diliyle tanımlıyor: “Bizi bize bırakmıyorlar!”, “Kurtarma ekipleri gelseydi binlerce insan kurtarılırdı” diyor felaketten zorlukla kurtulanlar. Her fırsatta yaşanan acılar dile getiriliyor. Devlet değil, dayanışma can kurtarıyor. Yardım ekiplerinde sıcak ekmek ve yemek yapan anneler acılara uzanan vicdanlı eller oluyor. Devletin yıkım ve kırım diline karşı mazlumlar direnişin, desteğin ve yardımın diliyle yanıt veriyor. 

Devlet öldürür. Halk yardım eder. Devrimciler dayanışır. Deprem bölgesinin dışından, uzaktan, Avrupa’dan, elini, avucunu yardımla, bilincini vicdanını dayanışmayla dolduran insanlar felaketten kurtulanlara koşuyor. Devlet ise yıkımın ve kırımın acıları daha sarılmadan sadece rant ve çökme peşinde koşuyor. Yeni sömürü fırsatlarını hesaplıyor. TV yayınlarında, “halkın parasını halka bağışladıklarını” ilan edip ellerini ovuşturarak yeni inşaat müjdeleri veriyorlar. Göz göre göre gerçekleştirdikleri katliamı “kader planı” diyerek “Allah’ın lütfu” olarak daha da zenginleşmenin aracı kılmak istiyorlar…

Dünyada ölüm ve zulüm var. Yoksulluk ve soğuk var. Başını eğmeden yaşamak zor olsa da direnmekten başka yol yok. Açlığa, soğuğa, depreme, zulme ve acılara karşı yapmamız gereken yegane şey bilinçlenip örgütlenmektir. Bilinçlenip örgütlendikçe doğa ve zulüm felaketleri yok olur.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.