'Emperyalizm içsel bir olgudur!'

Cafer TAR yazdı —

  • Her kapitalist ülke, emperyalist olma eğilimindedir. Bu sadece kimi büyük ülkelere ait bir özellik değildir.
  • Bir ülke kendisinden bir kademe yukarısında olan başka bir ülkeye birçok konuda bağımlı iken, kendisi de daha aşağıdaki ülkeleri bağımlı hale getirebilir.
  • Türkiye’nin kendisi de başta ABD olmak üzere bütün Batı ülkeleri ve Rusya için bir mücadele alanıdır ve kimse Türkiye’yi tek başına Erdoğan ve Bahçeli’ye bırakmaz.

Günümüzde emperyalizm birçok ulus için içsel bir olgu haline gelmiştir. Artık Türkiye gibi birçok ülkede kimi önemli konularda dışardan birilerinin müdahalesine gerek kalmadan içerde söz konusu emperyal devlet adına kendiliğinden harekete geçen çevreler ortaya çıkmıştır. 

Bu çevrelere özel olarak talimat vermeye gerek kalmadan,  gerekli olduğunda kendiliğinden emperyal bağımlılık ilişkisinin sürmesi için gerekli olan pratik ve düşünsel faaliyeti göstermeye başlarlar.  

Çünkü bir süre sonra emperyal gücün çıkarlarıyla uyumlu yerli egemen elitler ortaya çıkar. Bu çevreler kendi ekonomik ve siyasal varoluşlarını doğrudan emperyal gücün ülkedeki varlığı ile ilişkilendirirler. Dolayısıyla bu koşullarda emperyal gücün söz konusu ülkeye doğrudan müdahalesine gerek kalmaz.  

Kapitalizm öncesi toplumlarda insanlar esas olarak ihtiyaçlarını karşılamak için üretim yapıyorlardı. Bir ülke zor kullanarak başka bir ülkeyi işgal edince önce yağmalıyor sonra  haraca bağlıyordu. İlişki daha çok devletten devlete devam ediyordu.  

Günümüzde olduğu gibi bankalar, şirketler, medya kuruluşları yoktu. Şimdi ise, bağımlılık ilişkileri sadece devletten devlete seyreden bir ilişki olmaktan çıkmış ve daha karmaşık bir karakter kazanmıştır.  

Bunun çok basit bir nedeni var; çünkü kapitalizm bir sermaye üretme sistemidir. Geldiğimiz noktada üretimin asıl amacı artık insanların ihtiyacını karşılamak değil, sadece kâr etmektir. 

Hiçbir kapitalist günümüz koşullarında sermayesini büyütmeden varlığını sürdüremez. Bu noktada büyümek veya yok olmak ikilemiyle karşı karşıyadır. Dolayısıyla sürekli ileriye doğru kaçmak zorundadır. Sermaye birikiminin ikinci dinamiği ücretli emeğin sömürüsüne dayanır ve bu noktada sermaye her zaman kullanıma hazır bir işçi sınıfına gereksinim duyar.  

Türkiye’de Suriyeliler’i ve diğer göçmenleri, Batı toplumlarında ise devletlerin kontrollü göçe yaklaşımını bu noktadan okumaya çalışmak anlamayı kolaylaştırır. Kapitalizm son tahlilde bir ücretli kölelik sistemidir.  

Son olarak, sermaye sürekli bir genişleme ve yayılma eğilimindedir. Sürekli olarak bulunduğu mekanların dışına taşma, kendisinden ekonomik ve sosyal olarak güçsüz alanları etkisi altına alma dinamiğine sahiptir. Kapitalizm her şeyi metalaştırır, parasal ilişkiler içerisine alır. Artık tek amaç kâr etmek veya kârı büyütmektir.  

Dolayısıyla her kapitalist ülke, emperyalist olma eğilimindedir. Bu sadece kimi büyük ülkelere ait bir özellik değildir. Çünkü kapitalist gelişme eşitsiz bir nitelik taşır ve bu ilişkilere hiyerarşik bir karakter kazandırır. Bunu bir tür piramite benzetirsek, piramidin tepesinde her zaman hegemonik bir güç bulunur ve onu ikinci ve üçüncü dereceden diğer kapitalist devletler izlerler. 

Buradan bakınca, modern kapitalist ilişkiler biraz daha açıklık kazanır. Dolayısıyla bir ülke piramidin kendisinden bir kademe yukarısında olan başka bir ülkeye birçok konuda bağımlı iken, kendisi de daha aşağıdaki ülkeleri bağımlı hale getirebilir. Bu ülkelere günümüzde “Alt Emperyal” ülkeler deniliyor.  

Bütün bunları şunun için anlattım. Geldiğimiz noktada Türkiye; Suriye’nin, Azerbaycan’ın, Libya’nın, Irak’ın özellikle Güney Kürdistan’ın her şeyine müdahil oluyor. Bu noktada kimsenin yerli ve milliliği Erdoğan/Bahçeli faşizmini ilgilendirmiyor. Bu açıdan bakınca bütün bu bölgeler Türkiye için bir mücadele alanıdır; oralarda hakimiyet kurmak istiyor; çünkü kendisinin bu ülkelerden daha güçlü olduğunu düşünüyor. 

Aynı noktadan bakılınca, Türkiye’nin kendisi de başta ABD olmak üzere bütün Batı ülkeleri ve Rusya için bir mücadele alanıdır ve kimse Türkiye’yi tek başına Erdoğan ve Bahçeli’ye bırakmaz.  

Türkiye’nin seçim sathına girmesi ile birlikte bu süreç daha da görünür hale geldi. İsveç’te kuran yakma olayına buradan bakmak lazım. Olaya bir meczubun basit bir eylemi olarak bakarsak eksik anlarız. Böyle kullanışlı meczuplar her zaman bulunur, fakat bu tip olayların arkasında neredeyse her zaman daha derin hesaplar olur.  

Kuran yakan meczuba bunu yaptıranlar aslında bu işi İslam’ı aşağılamak için değil, Türkiye’de Erdoğan’a seçim kazandırmak için yapıyorlar. Veya tersinden, Erdoğan’ı Ege ve Suriye sahasında hareket ettirmeyenler ise, Kürtler’i veya başka mazlum bir halkı korumak için değil, kendi çıkarlarını korumak için bunu yapıyorlar ve bu yolla Erdoğan’ın seçimlerde avantaj sağlamasını engellemek istiyorlar. Çünkü Erdoğan onlar için çoktan kullanışlı bir aparat olmaktan çıktı. 

Öyleyse demokrasiyi kimseden beklemeden sokak sokak, mahalle mahalle örgütlemek, halka dayanmak; demokratik bir Cumhuriyet’i inşa etmek lazım. Ancak o zaman daha fazla insan olur, yaşam mücadelemizi doğayla bir savaşa dönüştürmeden onunla uyumlu sürdürebiliriz.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.