100. yılında demokratikleşemeyen cumhuriyet

Cihan DENİZ yazdı —

  • Üzerinden geçen yüz yılda, özünde değişen bir şey yoktur. İktidardaki özneler değişse de “cumhuriyet” hiçbir zaman gerçek bir cumhuriyet olmamıştır. Hiçbir zaman demokratikleşememiştir, hiçbir zaman tekçi karakterini terk etmemiştir. 

Birkaç gün sonra 29 Ekim. 
Bundan tam bir asır önce, Türk modernleşme serüvenin en önemli siyasi hamlesi olarak cumhuriyet ilan edildi. 
En sonda söyleyeceğimizi başta söyleyelim. Cumhuriyet, kimi muhalif-sol çevrelerin ısrarla savunduğu gibi geçmişten bir kopuş, hele devrimci bir kopuş, bu coğrafyada halklar ve ezilenler için yeni bir başlangıç değildir. 
Cumhuriyet’i devrimci bir kopuş olarak görmek, tarihi gerçeklikten kopuk bir şekilde, onu romantize ederek okumak demektir ve son tahlilde bu coğrafyada iktidara karakterini veren anlayıştan kopamamak demektir. 
En başta, cumhuriyetin ilanı, örneğin Fransa’da olduğu gibi, ezilen halkların, ezilen sınıfların verdiği bir devrimci mücadele ile saltanatın alaşağı edilmesi şeklinde değil ama Türk modernleşmesindeki diğer birçok konu da olduğu gibi, idari bir kararla, hatta o dönem iktidar merkezinde bulunan birçok kişinin haberinin olmadığı bir kararla ilan edilmiştir. Bu kararla, iktidar gücü bir aileden alınıp cumhura değil ama bu gücü onun adına ve ona rağmen kullanacak ve de bu kararı alanlardan oluşan bir kesime verilmiştir ki, bu kesim aslında Osmanlı’nın son döneminde iktidar gücünü elinde tutan İttihatçı kadrolardan oluşuyordu. Bu bağlamda, cumhuriyetin ilanı, iktidar merkezinde gücün el değiştirmesidir sadece. Hatta Osmanlı’nın son dönem siyaset tarihi dikkate alındığında, özellikle 1908 sonrası sadece sembolik bir makama dönüşmüş saltanatın kaldırılması demek olan cumhuriyetin ilanı, aslında fiiliyatta olanın resmiyet kazanmasıdır da denebilir.  
Yeni cumhuriyet, diğer birçok konuda olduğu gibi, geçmişten kopuşu değil, sürekliliği temsil etmektedir. Ne laiklik ne Latin alfabesinin kabulü gibi cumhuriyetle özdeşleştirilen uygulamalar ne de bugün “devrim” denen diğer pratikler bir anda ortaya çıkmış şeyler değildir. Yeni Cumhuriyet, Osmanlı zamanında başlamış Türk modernleşme sürecine her zaman sadık kalmıştır, onun sürdürücüsü olmuştur. Bu sürekliliğin, sadakatin en önemli halkası ise kuşkusuz Türkçülüktür. Cumhuriyet, Osmanlı’nın son döneminde geliştirilen ve bu coğrafyada sadece Türk olana yaşam hakkı tanıyan Türkçü ideolojiyi benimsemiş ve uygulamıştır. Türkçülüğün bu coğrafyada sebep olduğu felaketlerle, soykırımlarla, katliamlarla asla yüzleşmemiş, bunları asla eleştirmemiş, bunların sonuçlarını kısmi de olsa telafi edecek adımları asla atmamıştır. 
Tam da bundan dolayı, tepede erkin el değiştirmesi olarak cumhuriyet, kuruluş şekli itibarıyla, daha başından demokratik ve halkçı bir karaktere sahip değildi ve olamazdı da. Çünkü bu coğrafyada yaşayan halkların, inançların, ezilen sınıfların talep ve beklentileri cumhuriyetin ilanında temsil edilmiyordu. Bırakın temsil edilmeyi farklılıklar, farklı diller, inançlar ve kültürler halklar, inançlar yeni rejim tarafından içerilecek değil tersine asimile edilecek, haklarından yoksun bırakılacak, baskı altına alınacak, bunlar olmuyorsa da ortadan kaldırılacak bir olgu olarak görülüyordu. 
Dolayısıyla da, bu Türkçü yeni Cumhuriyet’te de, tıpkı Osmanlı’nın özellikle son döneminde olduğu gibi, Kürt’e yer yoktu, bu Cumhuriyet’te Ermeni’ye yer yoktu, bu Cumhuriyet’te Rum’a yer yoktu, bu Cumhuriyet’te Süryani’ye yer yoktu, bu Cumhuriyet’te Alevi’ye yer yoktu, hatta bu Cumhuriyet’te yeni rejimin çizdiği sınırların dışında Müslüman’a da yer yoktu. Komünistlere, demokratlara, liberallere de aynı şekilde yer yoktu.
İşçiler, köylüler, emekçiler ve diğer ezilen sınıflar da yeni rejimin en temel hak ve özgürlüklerini tanıdığı kesimler değildi. Tersine yeni rejim, ezilen sınıfların üzerindeki sömürüyü daha derinleştirerek bu coğrafyada bir sermaye sınıfı yaratmaya girişmişti. 
Bunun böyle olduğunu görmek için yeni rejimin ilk kurulduğu dönemde yapılanları hatırlamak yeterlidir. Daha cumhuriyetin ilk yıllarında ilan edilen ve her türlü farklılığı ortadan kaldırılması gereken bir düşman olarak gören Takrir-i Sükun yasası, yeni rejimin değişmez karakteri haline gelmiştir. 
Üzerinden geçen yüz yılda, özünde değişen bir şey yoktur. İktidardaki özneler değişse de “cumhuriyet” hiçbir zaman gerçek bir cumhuriyet olmamıştır. Hiçbir zaman demokratikleşememiştir, hiçbir zaman tekçi karakterini terk etmemiştir. 
Bunları söylemek, cumhuriyet karşısında saltanatı savunmak değildir. Tersine burada söylenmek istenen, 1923 yılında ilan edilen cumhuriyetin, halklar ve ezilenler açısından, özünde ortadan kaldırdığı rejimden pek de bir farkı olmadığıdır. Dayandığı tekçi ideoloji ve sınıfsal karakteri nedeniyle halklara ve ezilen sınıflara özgürlük getirmediğidir. 
Dolayısıyla da yapılması gereken mevcut iktidara karşı “mitsel” bir cumhuriyet söylemine sığınmak yerine dün de bugün de baskıcı karakter asla değişmemiş olan rejime karşı demokratik bir cumhuriyet için mücadele vermektir.  

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.