29 yıldır tutsak bir ressam

Kültür/Sanat Haberleri —

 Mehmet Şirin Gümüş

Mehmet Şirin Gümüş

  • Aradan uzun yıllar geçse de zindana götürülürken kendisi ve kuzenine  işkence yapan polislerin; "Gidin gidin. Mazlum Doğan Akademisine gidiyorsunuz! Gidin de sizi eğitsinler” sözünü ve “kesinlike bugün olduğum kişi olarak kalmayacağım” diyerek kendine verdiği sözü unutmadı. 
  • İnsan öğrendikçe amacı daha da büyüyor, daha da anlamlı bir hale geliyor. Büyük amaçlar da insanın hayallerini süslüyor. Kalem ve fırçamızın gücüyle anlamını büyütmemiz gereken birçok değerimiz var. Bu değerleri kalıcılaştırıp halkla buluşturmamız gerek.
  • Kobanê dîrenişi sırasında gazetede bir heykel fotoğrafı görmüştüm. Bir savaşçı, bir aslanın sırtında gösterilmişti. Doğrusu kadın savaşçı aslandan daha heybetli görünüyordu. O heykelle ilgili pek çok kez "İşte sanatın gücü!" demişimdir. Üzerimde çok büyük bir etki bırakmıştı.
  • Biz Kürt çocuklarının en büyük şansızlığı ne yazık ki öğretmenlerimizin aynı zamanda işgalcilerimiz olmasıdır. Küçük yaşta ortaya çıkan yeteneklerimizi ya görmüyorlar ya da görmezden geliyorlar. Kürt çocuklarına bir şey söylemek istiyorum, Kürt çocuklarından isteğim kendi kendilerini keşfetmeleridir.

ZERYA DELÎL

Zindanlarda yaratılan entelektüel derinliğin ve çalışmaların dışarıya ulaşmasında büyük bir yetersizlik mevcut ve bu kendini çoğunlukla kültür ve sanat alanında gösteriyor.  Deyim yerindeyse zindanlar, entelektüel anlamda yaratımların ve üretimlerin yansıtılmasında yerinde sayıyor diyebiliriz.

Edebiyat alanında dışarıya ulaşma imkanları az da olsa yaratılabildi. Ama ne yazık ki güzel sanatlar ve müzik henüz o imkanlara ulaşılabilmiş değil. Göründüğü kadarıyla bu imkanlara ulaşmak için hâlâ epey bir zaman lazım. Neyse ki artık bunu dile getirmenin imkânları da var. Biz de bu çerçevede 29 yıldır esaret altında bulunan ressam Mehmet Şirin Gümüş ile bu konudaki görüşleri ve çalışmaları hakkında konuştuk. 

Öncelikle ressamlığınız üzerine konuşmak isteriz. Resim yapmaya nasıl başladınız?

Öncelikle şunları söyleyeyim; İlkokulu Mardin’e bağlı Şêx Mehmûd köyünde okudum. Zaten ondan sonrasını okumadım. Hatırlıyorum; o zamanlarda da resme dair yeteneğim etrafımdakiler tarafından fark ediliyordu. İlkokulu bitirir bitirmez çalışmak için yönümü İzmir’e çevirdim. Orada bir yakınımızın kahvehanesi vardı. Bazen oraya gider yazboz kağıtlarına resimler yapardım. Resimle olan organik bağım İzmir’e geldikten sonra kesildi diyebilirim. Yıllar geçti, büyüdüm ve vatansever her Kürt gibi kalbimde ve zihnimde yoğun bir şekilde yurtsever sorumluluklar hissetmeye başladım. Sonuç olarak 1993 yılında esir düştüm ve o zamandan beri zindandayım. Günlerce süren işkencelerden sonra beni ve kuzenimi alıp hapishane yetkililerine teslim ettiler. Bize işkence edenler vedalaşmak niyetiyle ellerini uzattılar ancak biz buna karşılık vermedik. Bu duruşumuz çok ağırlarına gitmişti. Dişlerini sıkıyorlardı ancak o andan sonra yapabilecekleri hiçbir şey de yoktu. Aralarından biri dayanamayıp "demek öyle haa!’’ dedi. Biz de "Evet, öyle! Siz değil misiniz o ellerle bize günlerce işkence yapan" dedik. Onlar da kinayeli bir şekilde "Gidin gidin. Mazlum Doğan Akademisine gidiyorsunuz! Gidin de sizi eğitsinler, beyinlerinizi yıkasınlar!’’ dediler. Kuzenim de o sırada onlara "Bu sizi ilgilendirmez" dedi ve koğuşa gittik. O sırada ben de kendime bir söz verdim: "Kesinlikle bugün olduğum kişi olarak kalmayacağım! Yalnızca bu söz ve davranışlarından dolayı bile olsa kendi kendimi eğitmem ve bazı konularda kendimi geliştirmem gerek." İşte bu duygularla girdim zindana.

Zindanda 1994 Newroz’una hazırlanıyorduk. Bir arkadaşımız Mazlum Doğan’ın resmini çizmişti. O resmi gördüğüm an ilkokulda yaptığım resimleri hatırladım. Sonra Mazlum Doğan’ın resmini yapan arkadaştan yardım istedim. O arkadaş bana resimle ilgili bazı şeyler öğretti ve ben de bu sayede tekrar resim yapmaya başladım. Zamanla Önderliğin kültür-sanat üzerine fikir ve yorumlarını da okudum. Onun sanat üzerine fikirleri ve bu alana verdiği önem benim bu işi yapmakta ısrarcı olmamı tetikledi. 29 yıldır da aralıksız bir şekilde bu alandaki bilgi ve tecrübelerimi geliştirmeye ve ilerletmeye çalışıyorum. Doğrusu insan öğrendikçe amacı daha da büyüyor, daha da anlamlı bir hale geliyor. Büyük amaçlar da insanın hayallerini süslüyor. Kalem ve fırçamızın gücüyle anlamını büyütmemiz gereken birçok değerimiz var. Bu değerleri kalıcılaştırıp halkla buluşturmamız gerek. Kuşkusuz sanat birçok farklı yol ve yöntem kullanır. İnsan birçok dal ve alanda birbirinden farklı birçok eser yaratabilir. Örneğin resim, karikatür, heykel vb. Bunların yanında; edebiyat, müzik, dil ve kültür, sinema, tiyatro vb. de özgürlük mücadelesinde büyük pek çok sorumluluğa sahiptir. Yazar yazılarıyla, tiyatro ve sinemacılar kendi alanlarındaki üretimleriyle, müzisyenler eserleriyle, ressam da resimleriyle bu mücadeleye dahil olabilir. Bunların tamamı eserlerini devrimin hizmetine sunabilir. Konu aynı olabilir ama insan o konunun destanını da şiirini de romanını da masal ve şarkısını da ayrı ayrı yazabilir. Yine heykelini, karikatürünü, resmini ve filmini yapabilir. 

Bir konuya dikkat çekmek istiyorum: Kobanê dîrenişi sırasında gazetede bir heykel fotoğrafı görmüştüm. Bir savaşçı, bir aslanın sırtında gösterilmişti. Doğrusu kadın savaşçı aslandan daha heybetli görünüyordu. O fotoğrafı gördüğümde büyüklerimizin "Şêr şêr e, çi jin e çi mêr e" sözünü hatırladım. O heykel ve bu söz birbirine çok uyuyor, birbirini tamamlıyordu. O heykelle ilgili pek çok kez "İşte sanatın gücü!" demişimdir. Üzerimde çok büyük bir etki bırakmıştı. İnanıyorum ki başka birçok insanda da aynı etkiyi bırakmıştı. Bu yüzden Kürt halkı ve ezilen bütün halkların yaşadıkları üzerine çok kez düşündüm. Onların yaşadıklarını resmetmeyi hayal ettim hep.

29 yıldır tutsaksınız. Bu kadar yıl boyunca aralıksız bir şekilde resim yapmak kolay bir iş değil. Bu çalışma aşkını nasıl tarif edersiniz?

Evet, 29 yıldır içerdeyim ve resim yapıyorum. Açıkçası resimden soğuduğum bazı dönemler de oldu. Bırakmak istedim ama resim beni bırakmadı. Elbette bunların sebepleri var; hem benim resmi bırakamama sebeplerim hem de resmin beni bırakmamasının sebepleri. Bazen istediğiniz gibi çalışmanın şartlarını bulamayabiliyorsunuz ya da şartlar insanın istediği şekilde gelişmiyor. İnsan bunalıp bırakmak isteyebiliyor ancak diğer yandan ülkene ve halkına karşı sorumlulukların ağır basabiliyor. Örneğin; Siyabend û Xecê, Mem û Zîn, Dewrêş û Edûl'un, belki Dimdim Kalesi direnişçilerinin, belki de Önderliğin hayal ve isteklerinin resmedilmesi… Bana göre bu aşkın kaynağı, bu hayal ve isteklerin amacına ulaşmasıdır. Bu yüzden de 29 yıldır tüm olumsuz şartlara rağmen inatla direniyor ve üretmeye çalışıyorum.

Sanat eserlerini toplumun bilinçaltına dair kayıtlar olarak da değerlendirebiliriz. Bu çerçevede siz sanatı nasıl tanımlıyorsunuz? Neden resim yapıyorsunuz?

Masal, anı vb. türlerde edebi çalışmalarım da var ve hâlâ bu yazınsal çalışmalarımı sürdürüyorum. Ama önceliğimi resme verdim. Çünkü bu alanda doğaya içkin bir şey var. Kuşkusuz söyleyebilirim ki bu rahmetli annemin genlerinden geliyor. Annem okuma yazma bilmemesine rağmen köyde resimler yapardı. Abim de yine oldukça güzel resimler yapardı. Daha önce de dediğim gibi henüz küçük yaşımda resim yapmaya başladım. Biz Kürt çocuklarının en büyük şansızlığı ne yazık ki öğretmenlerimizin aynı zamanda işgalcilerimiz olmasıdır. Küçük yaşta ortaya çıkan yeteneklerimizi ya görmüyorlar ya da görmezden geliyorlar. Bizi yeteneklerimiz doğrultusunda eğitmiyor, yönlendirmiyorlar. Sizin aracılığınızla Kürt çocuklarına bir şey söylemek istiyorum, Kürt çocuklarından isteğim kendi kendilerini keşfetmeleridir. Ben kendimin farkına çok geç vardım, çok geç kaldım. Gençlerimiz kendilerinin farkına varmak için geç kalmasın. Yetenekleri hangi alandaysa ve hangi alanda başarılılarsa o alanda çalışıp üretsinler. Bu ülkeleri için de en doğrusudur. Çünkü sizin de söylediğiniz gibi sanat eserlerini toplumun bilinçaltına dair kayıtlar olarak tanımlayabiliriz. 

Tutsak ressam Mehmet Şirin Gümüş’ün “çok etkilendim, işte sanatın gücü” dediği, Kobanê’de direnen Kürt kadınını anlatan Rojhilatlı heykeltraş Hadî Ziyaeddînî’nin yaptığı heykel. 

Şimdi biz Kürtlerin en büyük bahtsızlıklarından biri tarihimizin düşmanlarımız ve işgalcilerimiz tarafından yazılması, bilincimizin onlar tarafından tersyüz edilmesidir. Eğer tarihimizi kendimiz kayıt altına alabilseydik ya da tarihimizi kendimiz yazabilseydik kuşkusuz çözüm anahtarımız da çok farklı olacaktı. Çünkü tarih yalnızca yazıyla yazılmaz. "Neden resim yapıyorsunuz?" sorunuza gelince kısaca şunu söyleyebilirim; dil, kültür, edebiyat ve sanatın bütün dalları tarih yazımı ve taşıyıcılığında çok önemli ve büyük rollere sahiplerdir. Resim, yazıdan önce vardı. Daha doğru bir ifadeyle başlangıçtaki ifade ve iletişim aracı görsele dayanıyordu. Yer bilimci ve araştırmacıların çalışmalarına bakınca mağara duvarlarındaki çizimlerin insanlığın toplumsal gelişiminde önemli bir rol üstlendiğini ve tarihi akışta başat rol oynadıklarını görürüz. Günümüzde resim hâlâ bu önemini koruyor. Yine biliyoruz ki birçok resim, deyim yerindeyse insanlık tarihinde efsaneleşmiştir. Duruşuyla, sanatında kullandığı yol ve yöntemlerle, kullandığı biçim ve tekniklerle eserinin mahiyetini büyüten ressamlar var. Konumuz bu olmadığı için yalnızca büyük ressam Rembrand’ı örnek olarak verelim. Tablolarına nasıl bir anlam yüklemiştir? Özetle, Rembrand'ın eserleri ışığın ve karanlığın savaşını anlatmaktadır. Yine Da Vinci, tablolarına nasıl bir anlam yüklemiştir? Elbette ki kendimi bu büyük ustalarla kıyaslamıyorum. Bu örnekler üzerinden resmin de sanatın diğer bütün dalları gibi tarih yazımı ve taşıyıcılığında, toplumun bilinçaltında ne kadar önemli ve büyük bir role sahip olduğunu göstermeye çalışıyorum.

Çalışmalarınızda kadın ve çocuk teması öne çıkıyor. Neden kadın ve çocuk? Ya da bizim fark etmediğimiz ve sizin dikkat çekmek istediğiniz konular var mı?

Doğrudur. Çalışmalarımda kadın ve çocuk temasını sıklıkla kullanırım. Ek olarak da şunu söyleyebilirim; kadın ve çocukların durumu dikkatimi özellikle çekiyor ve üzerimde büyük etki bırakıyor. Açıkçası ben de yıllar sonra fark ettim daha çok kadın ve çocuk resimleri yaptığımı. Tıpkı sizin gibi birçok dost ve arkadaşımın da dikkatini çekmiş bu durum. Hatta hapishane personelinin bile dikkatini çekmiş ağırlıklı olarak kadın ve çocuk temalarını kullanmam. Dolayısıyla bu soruyla çok sık karşılaşıyorum. Bazen ben de soruyorum bu soruyu kendime. Belki de annemin acılarında kadınların beş bin yıldır süren acılarını görüyorumdur. Belki kendi çocukluğumda başta kendi halkımın çocuklarının olmak üzere ezilen halkların çocuklarının masumiyetini görüyorumdur. Belki neredeyse tüm tablolarımda yer bulan gözyaşları annemin gözyaşıdır. Belki de çocukluğumda döktüğüm bir gözyaşı. Belki de imkansızlıklar içerisindeki tüm çocukların gözyaşlarının toplamıdır. Belki de yüreği acılarla dolu bir halkın çocuğu olduğum içindir. Tablolarımda hüküm süren temalar çoğunlukla acı, sızı, hüzün gibi duygular oluyor. Devrimci idealleri olan biri olarak halkının ve ülkenin sorunlarına duygusal bir yerden yaklaştığında bunları görürsün. Bunlar kendini en çok da kadın ve çocuk karakterlerinde ortaya çıkarır. Daha çok anne ve çocukların yüzünden okunurlar. Sanırım burada dikkatimi cezbeden ve beni bu temaları çizmeye iten sebep bu. O büyük sanatçının Özgür TV'deki bir programda söylediği gibi: "Bana şarkılarımı arabeskvari okuduğumu söylüyorlar. E ne yapayım heyran, içimden böyle geliyor." Ben de aynı şeyi söyleyebilirim; valla içimden böyle geliyor heyran. 

Şu ana kadar birçok karma sergiye katıldınız. Kişisel bir sergi açmak için çalışmalarınız var mı?

Doğrudur. Birkaç kez karma sergilere katılmışlığım oldu. Fakat şu ana kadar çalışmalarım kişisel bir sergi açmaya yetecek kadar birikemedi. Bu konuda çoğunlukla arkadaşlarımın istek ve talepleri doğrultusunda girişimlerim de oldu. Ancak ne yaptıysam da bu hedefime bir türlü ulaşamadım. Çünkü bir yandan hapishane koşulları buna müsaade etmezken diğer yandan da gönlüm buna el vermiyor. Kalbim buna müsaade etmiyor, çünkü sık sık bana "Senin önceliğin arkadaşlarının, kurumların ve cefakar yurtsever ailelerin istekleridir." Açıkçası benim için en büyük, en güzel, en kıymetli sergi de halkımın kalbidir. Bu anlamda en büyük sergimi halkımın kalbinde açtığıma inanıyorum. Resmin diğer türlerinin yanında çoğunlukla portre yaparım ve rahatlıkla bu tabloların namuslu ve şerefli birçok ailenin hanesinde, evlerinin en değerli köşelerinde asılı olduğunu, bu tabloların etrafının sarı, kırmızı ve yeşil renklerle süslendiğini söyleyebilirim. Bundan da oldukça mutluluk duyuyorum. 

Son olarak şunu söylemek isterim. Beş altı yıl önce bir söyleşi yapmıştık. O söyleşiden sonra kimi aile aracılığıyla kimi de doğruca benimle irtibat kuran çok sayıda arkadaş güzel duygularını paylaşmıştı benimle. Yalnız hapishane koşulları yüzünden o arkadaşlara dönememiştim. Buradan sizin aracılığınızla başta Tanhan ailesi, Farqînli Ramazan Çakmak ve tüm dostlara selam, saygı ve sevgilerimi gönderiyorum. 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.