Abdullah Öcalan zamanımızın Mandela’sıdır

Dosya Haberleri —

Slavoj Žižek/ foto: Wikimedia

Slavoj Žižek/ foto: Wikimedia

  • Abdullah Öcalan’ın bir Kürt Nelson Mandela’dan başka bir şey olmadığı sonucuna varılmalıdır: PKK’nin kendini feshetmesi önerisi, barış mücadelesine kendini adamanın otantik ve cesur bir eylemidir. PKK’nin kendi kendini feshetmesinden ne çıkacağı, Türkiye hükümetine bağlı. Türkiye’ye yönelik güçlü bir uluslararası baskı acilen gereklidir ve bu baskıya katılmak hepimizin görevidir.
  • İran’da özgürlüğe giden tek yol Kürtlerle dayanışmadan geçiyor. İran protestoları böylece Batılı solcuların sadece hayal edebileceği bir şeyi gerçekleştirdi. Batı’nın orta sınıf feminizminin tuzaklarından kaçınarak, kadınların özgürlük mücadelesini, kadın ve erkeklerin etnik baskıya, dini bağnazlığa ve devlet terörüne karşı mücadelesiyle doğrudan bağdaştırdı.
  • Son on yıllarda, Kürtlerin toplumsal yaşamlarını organize etme yetenekleri, neredeyse net bir deney ortamında sınandı: Etrafındaki devletlerin çatışmalarından bağımsız olarak nefes alabilecekleri bir alan buldukları anda, dünyayı şaşırttılar. Kürtler, kendilerini sürekli tehdit eden büyük komşularından bir anlık soluk aldıklarında, hızla bir toplum inşa ettiler.
  • Kuzey Suriye’de, Rojava merkezli Kürt bölgesi, bugünün jeopolitik kaosunda eşsiz bir yerdi: Kürtlerin direnişini tam anlamıyla desteklemek ve Batılı güçlerin onlarla oynadığı kirli oyunları sert bir şekilde kınamak bizim görevimizdir. Etraflarındaki egemen devletler yavaş yavaş yeni bir barbarlığa gömülürken, Kürtler tek umut ışığıdır. Kürtlerden gözlerini çeviren bir Avrupa, kendine ihanet etmiş olur.

SLAVOJ ŽIŽEK

İçinde yaşadığımız bu karanlık dönemde, büyük medya organlarının süregiden korkuları tarif etmek için kullandığı kelimeler bile durumu gülünç bir şekilde çarpıtıyor. Yakın zamanda ABD, Güney Afrika’dan 59 Boer’i kabul ettiğinde, resmi gerekçe, onların orada Boerlere karşı gerçekleşen bir soykırımdan kaçtıklarıydı; oysa Gazze’de yaşanan gerçek, tam anlamıyla bir soykırım, İsrail’in (belki biraz aşırı bulunarak) kendini savunma hakkı olarak nitelendiriliyor. Böylesine karanlık bir dönemde, umut veren işaretler her zamankinden daha değerli hale geliyor.

Bu umut verici olaylardan biri, 12 Mayıs’ta PKK’nin (Kürdistan İşçi Partisi) oybirliğiyle aldığı kararla, yirmi yılı aşkın süredir hapiste olan lideri Abdullah Öcalan’ın tavsiyesine uyarak örgütün tamamen dağılmasına karar vermesiydi. PKK, esas olarak Türkiye’nin güneydoğusundaki Kürt çoğunluklu dağlık bölgelerde, Kuzey Irak ve Kuzeydoğu Suriye’de faaliyet gösteren militan bir siyasi örgüt ve silahlı gerilla grubudur. 1978’de kurulan örgüt, Kürt-Türk çatışmasında asimetrik bir savaş yürütmüştür (1993 ile 2013-2015 arasında birkaç kez ateşkes ilan edilse de). PKK başlangıçta bağımsız bir Kürt devleti kurmayı hedeflerken, 1990’larda resmi platformunu değiştirerek Türkiye içinde Kürtler için özerklik ve daha fazla siyasi ve kültürel haklar talep etmeye başlamıştır. Son yıllarda PKK sadece barışçıl bir çözüme yaklaşmakla kalmamış; Öcalan da hapishanede geçirdiği sürede feminizm ve felsefe gibi konularda derin düşüncelere dalmıştır. Kısacası, PKK modern solun tam anlamıyla bir parçası haline gelen bir harekete dönüşmüştür.

İran’da özgürlüğe giden tek yol

Bu yeniden yönelimin etkileri Türkiye dışındaki Kürtler arasında da hissedildi. 2022’de İran’da yaşananlar – Mahsa Amini protestoları – dünya tarihi açısından büyük bir öneme sahipti. Onlarca şehre yayılan protestolar, 16 Eylül 2022’de Tahran’da, Kürt olan 22 yaşındaki Mahsa Amini’nin polis gözetiminde ölümü üzerine başlamıştı. Amini, “uygunsuz” başörtüsü taktığı gerekçesiyle gözaltına alındıktan sonra, İslam’ın “ahlak polisi” olarak bilinen İrşad Devriyesi tarafından dövülerek öldürülmüştü. Protestolar, farklı mücadeleleri (kadınlara yönelik baskıya karşı, dini baskıya karşı, siyasi özgürlük için ve devlet terörüne karşı) organik bir bütünlük içinde birleştirdi.

İran, gelişmiş Batı’nın bir parçası değil; bu yüzden Jin Jiyan Azadî (Zan, Zendegi, Azadi) protestoların sloganı Batı ülkelerindeki MeToo hareketinden çok farklı. İran’daki protestolar milyonlarca sıradan kadını harekete geçirdi ve erkekler de dahil herkesin mücadelesiyle doğrudan bağlantılıydı – Batı feminizminde sıkça görülen erkek karşıtı bir eğilim burada yoktu. Kadınlar ve erkekler bu mücadelede birlikteydi; düşman, devlet terörüyle desteklenen dini bağnazlıktı. Zan, Zendegi, Azadî’ye katılan erkekler, kadın hakları için mücadelenin aynı zamanda kendi özgürlükleri için de bir mücadele olduğunu biliyordu. Kürt olmayan protestocular da Kürtlerin uğradığı baskının kendi özgürlüklerini kısıtladığını gördü – İran’da özgürlüğe giden tek yol Kürtlerle dayanışmadan geçiyor. İran protestoları böylece Batılı solcuların sadece hayal edebileceği bir şeyi gerçekleştirdi. Batı’nın orta sınıf feminizminin tuzaklarından kaçınarak, kadınların özgürlük mücadelesini, kadın ve erkeklerin etnik baskıya, dini bağnazlığa ve devlet terörüne karşı mücadelesiyle doğrudan bağdaştırdı.

 

 

O bölgedeki tek melekleri...

Peki, PKK’nin yine de şiddet içeren bir mücadeleyle başlamış olmasına yönelik eleştirilere ne demeli? PKK burada direnişin genel kuralını izledi: Ciddiye alınmak için önce şiddetli direniş tehdidiyle başlamak gerekir. Barışçıl müzakereler silahlı direnişi yendiğinde, silahlı direniş bu sonuca yazılır. Medyamız, müzakereyle başarıya ulaşmış iki örneği sıkça anar: Güney Afrika’da ANC’nin iktidara yükselişi ve ABD’de Martin Luther King’in önderlik ettiği barışçıl protestolar – her iki durumda da barışçıl müzakerelerin (görece) zaferi, düzenin şiddetli direnişten korkması sayesinde mümkün oldu (ANC’nin daha radikal kanadından olduğu kadar Amerikan Siyahilerinin direnişinden de). Kısacası, müzakereler, üstüne çöken uğursuz bir silahlı mücadele tehdidiyle desteklendiği için başarılı oldu.

Batı gözüyle şaşırtıcı olan şu: Bu, Kürdistan’da nasıl oldu? Kürdistan, Batı’da hâlâ genellikle vahşi kabile savaşlarının, saf dürüstlüğün ve onur duygusunun, ama aynı zamanda batıl inançların, ihanetin ve sürekli acımasız savaşların olduğu bir yer olarak görülüyor – Avrupa medeniyetinin neredeyse karikatürize edilmiş barbar Ötekisi. Bugünün Kürtlerine baktığımızda, bu klişeyle taban tabana zıt bir tabloyla karşılaşmamak elde değil – Türkiye’de, durumu nispeten iyi bildiğim bir yer olarak, Kürt azınlığın toplumun en modern ve seküler kesimi olduğunu, her türlü dini bağnazlıktan uzak, gelişmiş bir feminizm anlayışına sahip olduğunu fark ettim. (İstanbul’da öğrendiğim küçük bir detaydan bahsedeyim: Kürtlerin sahip olduğu restoranlarda batıl inançların herhangi bir izine asla tahammül edilmiyor…) Trump, ilk döneminde Kürtleri sırtından bıçaklamasını (Kuzey Suriye’deki Kürt bölgesine Türkiye’nin saldırısına göz yummasını) “Kürtler melek değil” diyerek haklı çıkarmaya çalışmıştı – tabii, onun için o bölgedeki tek melekler İsrail (özellikle Batı Şeria’da) ve Suudi Arabistan (özellikle Yemen’de). Ancak bir bakıma, o bölgedeki tek melekler Kürtlerdir.

Kürtler özerkliği hak etti

Kürtlerin kaderi, onları jeopolitik sömürge oyunlarının örnek kurbanları haline getiriyor: Dört komşu devletin (Türkiye, Suriye, Irak, İran) sınır hattına yayılmış olan Kürtler, fazlasıyla hak ettikleri tam özerkliğin kimsenin işine yaramaması nedeniyle bunun bedelini ağır ödedi. Hâlâ hatırlıyor muyuz, 1990’ların başında Saddam’ın Irak’ın kuzeyindeki Kürtlere karşı düzenlediği toplu bombalamaları ve gazla zehirlemeleri? Daha yakın zamanda, DAİŞ’in Suriye ve Irak’ın geniş bölgelerine hâkim olduğu dönemde, Türkiye ustalıkla planlanmış bir askeri-siyasi oyun oynadı; resmi olarak DAİŞ’le mücadele ederken, fiilen DAİŞ’le gerçekten savaşan Kürtleri bombaladı. Kürt güçlerinin önemli bir kısmının – “ölümün karşısında duranlar” anlamına gelen Peşmerge’nin – kadınlardan oluşması ve keskin nişancı olarak efsanevi bir statü kazanmaları bizi şaşırtmalı mı?

 

 

Dünyayı şaşırttılar

Son on yıllarda, Kürtlerin toplumsal yaşamlarını organize etme yetenekleri, neredeyse net bir deney ortamında sınandı: Etrafındaki devletlerin çatışmalarından bağımsız olarak nefes alabilecekleri bir alan buldukları anda, dünyayı şaşırttılar. Saddam’ın düşüşünden sonra, Irak’ın kuzeyindeki Kürt bölgesi, iyi işleyen kurumları ve hatta Avrupa’ya düzenli uçuşlarıyla Irak’ın tek güvenli bölgesi haline geldi. Kuzey Suriye’de, Rojava merkezli Kürt bölgesi, bugünün jeopolitik kaosunda eşsiz bir yerdi: Kürtler, kendilerini sürekli tehdit eden büyük komşularından bir anlık soluk aldıklarında, hızla bir toplum inşa ettiler ki buna ancak gerçekten var olan ve iyi işleyen bir ütopya denebilir. Kendi mesleki ilgimden dolayı, Rojava’daki canlı entelektüel topluluğu fark ettim; beni defalarca konferans vermeye davet etmişlerdi – bu planlar, bölgedeki askeri gerilimler nedeniyle acımasızca kesintiye uğradı.

Kürtler tek umut ışığıdır

Ama beni özellikle üzen, bazı “solcu” meslektaşlarımın Kürtlerin ABD’nin askeri korumasına da bel bağlamak zorunda kalmasından rahatsızlık duymalarıydı – peki, Türkiye, Suriye iç savaşı, Irak’taki kaos ve İran arasındaki gerilimlerin ortasında başka ne yapabilirlerdi? Başka seçenekleri var mıydı? Anti-emperyalist dayanışma sunağında kendilerini kurban mı etmeliydiler?

Bu yüzden, Kürtlerin direnişini tam anlamıyla desteklemek ve Batılı güçlerin onlarla oynadığı kirli oyunları sert bir şekilde kınamak bizim görevimizdir. Etraflarındaki egemen devletler yavaş yavaş yeni bir barbarlığa gömülürken, Kürtler tek umut ışığıdır. Ve bu mücadele sadece Kürtler için değil, aynı zamanda bizim için, ortaya çıkan yeni küresel düzenin nasıl bir düzen olacağı için de yürütülüyor. Eğer Kürtler terk edilirse, bu, Avrupa’nın özgürleşme mirasının en değerli kısmının yer bulamayacağı bir yeni düzen olacaktır. Kürtlerden gözlerini çeviren bir Avrupa, kendine ihanet etmiş olur. Kürtlere ihanet eden bir Avrupa, gerçek bir “Avrupastan” olur!

Bu nedenle, Abdullah Öcalan’ın bir Kürt Nelson Mandela’dan başka bir şey olmadığı sonucuna varılmalıdır: PKK’nin kendini feshetmesi önerisi, barış mücadelesine kendini adamanın otantik ve cesur bir eylemidir. Onun dışında, en azından, yirmi yıldır İsrail hapishanesinde bulunan Filistinli Mandela, Marwan Barghouti’den de bahsetmek gerekir. PKK’nin kendi kendini feshetmesinden ne çıkacağı, Türkiye hükümetine bağlı – bu teklifi samimi bir karşı jestle kucaklayacak mı? Burada Türkiye’ye yönelik güçlü bir uluslararası baskı acilen gereklidir ve bu baskıya katılmak hepimizin görevidir.

Kaynak: https://slavoj.substack.com/p/abdullah-ocalan-is-the-mandela-of

Çeviri: Yeni Özgür Politika

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.