Amerika’da yeni kapitalizm

Kültür/Sanat Haberleri —

Joey Guidone'nin çizimi

Joey Guidone'nin çizimi

  • En zengin kapitalistler ve en zengin çalışanlar giderek aynı kişiler haline geliyor.

BRANKO MİLANOVİÇ / Çeviri: Tijda YAĞMUR

2019’da yayımlanan Capitalism, Alone adlı kitabımda buna “yeni kapitalizm” adını vermiştim. Peki, yeni olan şey ne? 19. yüzyılın Avrupalı ekonomistlerinin tarif ettiği klasik kapitalizmde toplum iki sınıftan oluşuyordu: sermaye sahipleri (Marxist terminolojide “üretim araçlarının sahipleri”) ve sermayesi olmayan, hayatta kalmak için emek gücünü satan işçiler. Bu tarif bir miktar indirgemeci olsa da yanlış değildi; özellikle 19. ve 20. yüzyılın başlarındaki gelişmiş ekonomilerde dünyayı anlamak için işe yarıyordu. (Daha az gelişmiş ülkelerde ise toprak mülkiyeti ve onunla bağlantılı siyasi güç çok daha belirleyiciydi.) 

20. yüzyılda bu kapitalizm şekil değiştirdi. “Yöneticiler sınıfı” olarak adlandırılan yeni bir katman ortaya çıktı. Üretim araçlarının sahibi olmayan ama onları yöneten; emekçi de olmayan bu insanlar, Florida’da golf oynayan kapitalistler adına üretimi organize eden kişilerdi. Bu sınıfın yükselişi, 1941’de James Burnham’ın klasik kitabında dile getirildi; ardından 1960’lar ve 70’lerde Joseph Schumpeter, Raymond Aron, John Kenneth Galbraith ve Daniel Bell gibi isimler bu fikri geliştirdi. Yakın zamanda Gérard Duménil ve Dominique Lévy’nin yazdığı Managerial Capitalism: Ownership, Management and the Coming New Mode of Production (Yönetsel Kapitalizm: Mülkiyet, Yönetim ve Gelmekte Olan Yeni Üretim Biçimi) bu tartışmayı devam ettiriyor. Kitaba yönelik eleştirel bir değerlendirme ise Nicole Aschoff tarafından yazıldı ve Jacobin’de yayınlandı. 

 

 

Kapitalizm üç sınıflı bir yapıya büründü

Kapitalizmin üç sınıflı bir yapıya büründüğü, yöneticilerin yeni egemen sınıfa dönüştüğü yönündeki bu yaklaşım, Marx’ın tarif ettiği ama tam anlamıyla çözemediği bir ayrıma dayanıyordu: Kapitalist, hem üretim araçlarını sağlayan hem de bunların kullanımını organize eden kişiydi. (Walras’ın terimleriyle ifade edersek: sermaye sahibi ve girişimci.) Bu iki işlevin birbirinden ayrılabileceği açıktı ve zamanla gerçekten de ayrıldılar. Bahsettiğim yazarlar bu ayrımın yeni bir sınıf, yani yöneticiler sınıfını doğurduğunu öne sürdüler. Alexandre Chirat’ın yakın tarihli bir makalesi bu olguyu Marksist açıdan ele alıyor. 

Ama aslında bu “yönetsel devrim” biraz abartılmıştı. Ne geçmişte böyle bir devrim oldu ne de bugün böyle bir dönüşüm yaşanıyor. Yöneticiler, bağımsız bir sınıf haline gelemedi. Onun yerine, benim de 2019’daki kitabımda ileri sürdüğüm ve yeni akademik çalışmalarla da doğrulanan bir gelişme yaşandı: Özellikle Amerika’da, ama başka zengin kapitalist ülkelerde de, homoployutik elitin yükselişi. 

Elitler toplumu

Peki ne demek bu homoploutia? Yeni bir olguya karşılaştığımızda sık sık yaptığımız gibi, Yunanca kökenli yeni bir kelimeyle durumu tarif etmeye çalışıyoruz: “eşzengin.” Yani hem yüksek nitelikli işgücüne (insan sermayesine/sosyal sermayeye) sahip oldukları için yüksek maaş alan, hem de üretim ya da finansal sermayeden elde ettikleri gelirle kapitalist sınıfa giren kişilerden söz ediyoruz. Homoployutik elit; finans sektöründe CEO olanlar, mühendisler, doktorlar, yazılım geliştiriciler gibi hem yüksek maaş alan hem de önemli sermaye gelirlerine* sahip kişilerden oluşuyor. Bu kişilerin serveti mirasla da elde edilmiş olabilir, yıllar içinde kazandıkları yüksek maaşları biriktirerek de zenginleşmiş olabilirler. Hangi yolun daha etkili olduğunu henüz bilmiyoruz; çünkü bu alandaki araştırmalar yeni ve henüz bu konuda net cevaplar verebilecek uzun vadeli veri çalışmaları yapılmadı. 

Peki, bunu nasıl ölçüyoruz? Amerika’da vergiler sonrası en yüksek gelire sahip yüzde 10’luk kesimi alıyoruz ve bunların ne kadarının hem işgücü gelirinde hem de sermaye gelirinde en zengin yüzde 10’a girdiğine bakıyoruz. Klasik kapitalizmde şöyle bir beklenti olurdu: En yüksek toplam gelire sahip kişiler, gelirlerinin büyük kısmını sermayeden elde eder, ama maaşlı çalışan olarak en yüksek kazananlar arasında yer almazlardı. Yani zengin olmakla kapitalist olmak aynı anlama gelirdi. Bugün de Brezilya veya Meksika gibi daha az gelişmiş kapitalist ülkelerde hâlâ bu yapı geçerli. 

Gelişmiş kapitalist ekonomilerde, örneğin Amerika Birleşik Devletleri’nde, yüksek gelirli kişilerin neredeyse üçte birinin hem en yüksek maaşlı çalışanlar (yalnızca emek gelirine göre sıralandığında en üst yüzde 10’luk dilimde olanlar), hem de en yüksek sermaye gelirine sahip kişiler (yalnızca sermaye gelirine [örneğin kira, faiz, hisse geliri, kripto gibi, ç.n.] göre en üst yüzde 10’a girenler) arasında yer aldığını görüyoruz. Ayrıca bu homoploytiyanın (aynı anda hem en zengin kapitalist hem de en yüksek maaşlı çalışan olma durumunun) son kırk yılda sürekli arttığına tanık oluyoruz. 

Aşağıdaki grafik, Yonatan Berman ile birlikte yazdığımız bir makaleden alınma ve bu durumu üç farklı veri seti üzerinden belgeliyor: ABD’nin en kapsamlı gelir araştırması olan Current Population Survey (Lüksemburg Gelir Araştırması – LIS tarafından standartlaştırılmış haliyle), hem servet hem de gelir dağılımına odaklanan Survey of Consumer Finances ve Thomas Piketty, Emmanuel Saez ve Gabriel Zucman tarafından geliştirilen ve vergi, anket ve ulusal muhasebe verilerini birleştiren DINA (Dağılımsal Ulusal Hesaplar) veri seti. 

Üç veri kaynağı da aynı şeyi söylüyor: 1980’lerde en üst yüzde 10’luk gelir grubunun yalnızca beşte biri homoploytikken, bu oran günümüzde neredeyse üçte bire çıktı. Ayrıca, Berman ile yaptığımız tahmine göre, ABD’de 1980’den bugüne gelir eşitsizliğindeki artışın yaklaşık yüzde 20’si yalnızca bu homoploytia artışıyla açıklanabilir. Yani diğer tüm faktörleri sabit tuttuğumuzda, yüksek emek ve sermaye gelirinin aynı kişide toplanmasının artması tek başına bu eşitsizliğin önemli bir kısmını açıklıyor. Homoploytianın etkisi, sermaye payındaki artıştan bile daha güçlü. Basitçe ifade edersek: Amerika’da yalnızca sermaye gelirinin artması değil, bu artışın zaten yüksek maaş alan kişilere gitmesi daha belirleyici. Gelir eşitsizliğindeki artışı anlamaya çalışırken artık bu gelişmeyi göz ardı etmek mümkün değil. 

 

 

Not: Grafik, ABD’de en yüksek toplam gelire sahip yüzde 10’luk kesim içinde hem en zengin kapitalistler (sermaye gelirine göre ilk yüzde 10’da olanlar) hem de en zengin çalışanlar (emek gelirine göre ilk yüzde 10’da olanlar) arasında olanların oranını göstermektedir. 

Peki homoploytia neden önemli? İlk bakışta olumlu bir gelişme gibi görünebilir; çünkü emek ile sermaye arasındaki sınıf ayrımını ortadan kaldırıyor. Sınıf savaşlarının ve devrimlerin kaynağı olan bu temel ayrım artık yok gibi. Bu durumda bunda kötü olan ne olabilir? Hatta belki kutlanması gereken bir gelişme değil mi bu? Evet, bazı açılardan öyle olabilir; ama pek çok açıdan değil. 

Çünkü homoploytia aynı zamanda yeni bir elitin ortaya çıkışı demek. Bu elit, hem emek piyasasında hem de sermaye piyasasında yaşanabilecek şoklara karşı dirençli. Yani büyük sermayelerinin getiri oranı düşse ya da çok iyi maaş aldıkları mesleklerin cazibesi azalsa bile yerlerini koruyabiliyorlar. Üstelik bu kişiler genelde en iyi okullardan mezun olmuş, yüksek becerilere sahip insanlar ve bulundukları yeri “hak ettiklerini” düşünüyorlar. Geleneksel kapitalistlerin aksine, homoploytic elit kendini yalnızca çok çalışarak elde ettiği maaşıyla tanımlama eğiliminde; gelirinin sermaye kısmını göz ardı edip emeğine odaklanıyor. Bu tablo üç öğeyi bir araya getiriyor: yüksek sermaye sahipliği, yüksek eğitim düzeyi ve yüksek maaşlı bir iş. Dolayısıyla, klasik kapitalizmin sınıflara dayalı toplumu yerine, şimdi yeni bir elitin yönettiği bir toplumla karşı karşıyayız. Bu elit, kendi içinde emek ve sermaye çelişkisini aşmış gibi görünse de bunu toplumun geri kalanından ayrışarak, yani kendini en tepeye yerleştirerek başarıyor. 

Bu “yeni kapitalizm” yalnızca Amerika’da değil, tüm gelişmiş ülkelerde kendini gösteriyor. Aşağıdaki grafik, Lüksemburg Gelir Araştırması (LIS) verilerine dayanarak, en yüksek gelire sahip yüzde 10’luk kesim içindeki homoploytic kişilerin oranını gösteriyor. Bu oran, ABD ve İtalya’da neredeyse yüzde 30’a kadar çıkarken, Japonya ve Güney Kore’de yüzde 16 civarında kalıyor. Ancak daha az gelişmiş kapitalist ülkelerde (Macaristan, Brezilya, Meksika) bu oran yüzde 10’un altında. Öte yandan ilginç ve belki de önemli bir not olarak, Çin’e ait 2013 verileri bu oranın yüzde 32 ile diğer tüm ülkelerden daha yüksek olduğunu gösteriyor. 

 

 

Not: Grafik, 2015-2018 yılları arasındaki LIS verilerine dayanarak, hem emek gelirinde hem de sermaye gelirinde en üst yüzde 10’luk dilimde yer alan (yani hem yüksek maaşlı hem de sermaye zengini olan) hanelerin oranını göstermektedir. 

En yüksek gelir grubundaki kişilerin yüzde 80 ila 90’ının homoploytic hale gelmesiyle birlikte bu elit tam anlamıyla olgunlaşmış ve nüfuz edilemez hale gelecek. Böyle bir durumda geçmişin sınıflara bölünmüş toplumu ortadan kalkacak ve yerini, Marxist sınıf analizinden çok elit egemenliğini açıklamaya çalışan ekonomik ve siyasi teorilerin daha anlamlı olduğu bir elitler toplumuna bırakacak. 

(*) Sermaye geliri; faiz, temettü (hisse senedi kâr payı), kira, işletme kârı gibi çalışmadan elde edilen gelirleri kapsar. Ayrıca taşınmaz, hisse senedi ya da kripto varlık gibi değerlerin alınıp daha yüksek fiyata satılmasıyla elde edilen kazançlar da bu kapsamdadır. 

https://branko2f7.substack.com/p/new-capitalism-in-america

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.