Avcı erkek toplayıcı kadın meselesi

Doğan Barış ABBASOĞLU Haberleri —

  • “Avcı erkek, toplayıcı kadın” fikri toplumlar tarihi konusuna biraz kafa yormuş herkesin karşısına mutlaka çıkmıştır. Çoğumuz ilk bize anlatıldığında bu fikri mantıklı da bulduk. Ama buna ikna olmak için elimizde hiçbir somut neden yoktu. Buna rağmen benimsedik ve pek de sorgulamadık.

Uzun yıllar boyunca insan topluluklarının erken tarihi anlatılırken “avcı erkek, toplayıcı kadın” deyimini duyup durduk. Ne tuhaftır ki hiçbir bilimsel temeli olmayan ve modern insanın yaşantısından hareketle yapılan çıkarsamalara dayalı olan bu görüş esas alınarak bir sürü düşünce üretildi ve onyıllar boyunca bir doğru olarak lanse edildi.

Bu sav temel olarak erkek ve kadın arasındaki fiziki farklılıklara dayanarak insan topluluklarının işbölümüne gittiği öngörüsüne dayanır. Kadın doğurganlığı ve anneliğin kadının toplumsal işbölümünde daha sınırlı bir rol üstlenmesine neden olduğu yönündeki önkabul de bu görüşe destek olarak sunulur.

Scientific American dergisinin Kasım sayısı için Notre Dame Üniversitesinden biyolog Cara Ocobock ve Delaware Üniversitesinden biyolojik antropoloji uzmanı Sarah Lacy, insan evrimi ve toplumsal işbölümü konusunda bir makale kaleme aldı. Derginin kapak yaptığı bu makale, erkeğin avcı, kadının ise toplayıcı olarak toplumsal işbölümünde yer aldığı ve bunun evrimin doğal bir sonucu olduğu yönündeki düşünceye karşı çıkıyor.

Avcı erkek fikrinin ‘bilimsel’ temelleri

1968 yılında antropologlar Richard B. Lee ve Irven DeVore “Avcı Erkek” başlığı taşıyan ve bir dizi bilimsel makaleden oluşan bir çalışma yayınladı. Lee ve DeVore’ye göre etnografik, arkeolojik ve paleoantropolojik tüm kanıtlar insan medeniyeti avcılık faaliyeti sonucunda ortaya çıkmış ve erkek bu rolü sayesinde baskın bir noktaya gelmişti. Yani bu görüşe göre modern insan toplumları, toplumsal işbölümündeki erkeğin rolü sonucunda ortaya çıkmıştı.

Bu çalışmaya imza atan bilim insanları, kadının sınırlı fiziki kapasitesi olduğunu ve doğurganlığı nedeniyle av faaliyetlerinin erkeğin sorumluluğunda olduğunu savunuyordu.

Bu fikir, 1960ların erkek egemenliğindeki bilim dünyasında, daha sonrasında da toplumsal konularda doktrin sahibi siyasal yapılarda da yansımasını buldu.

Kendisiyle çelişen araştırmacılar

İlginçtir, avcı erkek fikrini öne çıkaran ve son derece sınırlı veriye dayanan bu bilimsel çalışmalarda dahi kadının ilk insan toplumlarında avlandığına dair çok sayıda veri vardı. Yani bu fikir aslında yıllar süren bilimsel çalışmalarda ortaya çıkan sonuçlarla boşa düşmedi, bu fikrin dayandığı çalışmalarda dahi, kadının katı bir toplumsal işbölümünün, fiziki kapasitesi düşük bir tarafında yer aldığı savıyla çelişen veriler bulunuyordu.

Coro Ocobock ve Sarah Lacy, makalelerinde ilk insan toplumlarındaki kadın ve erkek arasındaki işbölümünü tanımlayan “avcı erkek” fikri karşısına evrim konusunda genel kabul görmüş veriler koyuyor.

Maymunlardan nasıl ayrıldık?

Fiziksel olarak insanların en yakın akrabaları olan maymunlarda cinsler arası fiziksel farklılık bariz bir şekilde göze çarpıyor. Canlılarda genel olarak dişi ve erkek arasında fiziksel anlamda büyük fark olan türlerde erkekler kendi aralarında mücadele eder ve hiyerarşik bir düzen kurulur. Cinslerarası fiziksel boyut farkının az olduğu türlerde ise genelde eşitlikçi bir toplum ve tek eşli bir yaşam söz konusudur.

İnsan ve insanın ataları, son iki milyon yıldır cinsler arası fiziksel farklılıkların az olması nedeniyle maymunlardan çok farklı bir sosyalite içinde yaşamışlardır.

Yani insanları, insan toplumlarını maymunlardan kadın ve erkek arasındaki işbirliği ve yakınlık ayırmıştır. Bu gelişmenin doğasında çok yakın işbirliği vardır. Eğer keskin bir şekilde ayrılmış toplumsal roller evrimin başında mevcut olsaydı bugün muhtemelen insanlar maymunlara benzer sosyal yapılar içerisinde yaşayan ve gelişme dinamiğinden uzak bir topluluk olurdu.

Kadınların rolü konusundaki çalışmalar

İnsansılar arasındaki en yakın akrabamız olan Neanderthallerin günümüzde çok sayıda fosil kalıntısı bulunmaktadır. Bu kalıntılar üzerinde yapılan incelemelerde kadın ve erkek iskeletlerinde ayırt edici yaralanmalar ya da deformasyonlar bulunmadı. Bu da kadın ve erkeğin aşağı yukarı aynı fiziksel aktivitelerde bulunduğunun bir göstergesi olarak değerlendiriliyor.

Bundan 45 bin ila 10 bin yıl önceki döneme tekabül eden Paleolitik dönemde yaşayan insan topluluklarında ise kadın ve erkeklerin aynı şekilde gömüldükleri, mezarlarına benzer eşyalar konulduğu görülüyor. Bu da cinsiyete dayalı bir toplumsal hiyerarşinin bulunmadığına yönelik bir kanıt olarak değerlendiriliyor.

Günümüzde de avcı toplayıcı toplumlara benzer topluluklarda da kadın ve erkekler arasındaki işbölümü konusunda dikkat çekici örnekler var. Örneğin Filipinlerdeki Agta kabilesinde kadınlar adet dönemlerinde, hamilelikte ve çocuklarını emzirme dönemlerinde de ava çıkıyor ve bu av seferlerinde erkeklerle çok yakın başarı oranlarına sahipler.

Bu özgün bir örnek de değil. 100 yıla yayılan tüm avcı toplayıcı topluluklar üzerinde yapılan incelemeler değerlendirildiğinde bunların yüzde 79’unda kadınların ava erkeklerle yakın oranda katıldığı gözlemleniyor.

Biyoloji meselesi

Biyolojik olarak erkekler ve kadınlar arasında tabii ki inkar edilemez farklılıklar var. Erkekler kadınlara göre daha büyük kalp, akciğer ve kas kütlesine sahipler. Bu da erkekleri güç gerektiren faaliyetler konusunda kadınlara karşı üstün kılıyor.

Ancak kadınlar ise uzun süreli aktiviteye dayalı faaliyetlerde ise erkeklerden daha dayanıklı fiziksel özellikler gösteriyor. Ultra-maratonlarda kadınlar çok daha yüksek oranda maratonu bitirme oranına sahip. Üstelik İngiliz koşucu Sophie Power gibi atletler dinlenme istasyonlarında 3 aylık çocuğunu emzirerek 170 kilometrelik maratonu tamamladığı gibi ekstrem sayılabilecek örnekler de var.

İlk toplumlarda anlamlı bir fiziksel kapasite farkı yok

Kadın ve erkek arasındaki fiziksel farklar tartışıldığında ilk toplumlar açısından gözden kaçırdığımız başka bir durum da var. İlk insan toplumlarından bahsederken, en sağlıklı bireylerin hayatta kaldığı bir dönemden bahsediyoruz. Bu nedenle kadın ve erkek arasında, bir toplumun hayatta kalmasını sağlayacak faaliyetler açısından büyük bir yetenek ve kapasite farkı yok ya da çok anlamlı değil.

Avcı erkek bilimsel olarak temellendirmeden uzaktır

Erkeğin avcı karakterinin insan medeniyetinin şekillenmesinde temel rol oynadığı, ona kazandırdığı yetenekler nedeniyle erkeğin toplumsal rolünün başat hale geldiği yönündeki fikir artık bilimsel olarak temellendirilmekten uzaktır. Hatta hep uzaktı ama tarihsel gelişim böyle yorumlanmak istendi ve birçok kesim de bu yorumu benimsedi. Bu yaklaşım erkek egemenlikli toplumdaki düzenin doğal bir düzen olduğu yönündeki uydurma yaklaşımın günümüzdeki bilim tarafından desteklenen bir versiyonu olmaktan öteye bir anlam ifade etmemektedir.

Doğal olan kadın ve erkek arasındaki yakınlık, birliktelik ve işbirliğidir. İnsanlar diğer primatlardan bu şekilde ayrılmış, Homo sapiens de bunu çok daha etkili bir şekilde gerçekleştirdiği için diğer insan türlerinin arasından sıyrılarak canlı evriminin ortaya çıkardığı en yetkin tür haline getirmiştir.

Kadın erkek arasındaki eşitsizliğin ya da erkek egemenlik toplumun kaynağı kadın erkek arasındaki fiziksel fark, buna bağlı olarak erkeğin üstlendiği başat rol, kadının doğurganlığının sonucu olarak toplumsal işbölümünde silik bir rol üstlenmesi değildir. Birçok bilimsel veri ve araştırma buna işaret ediyor.

Erkek egemenliği doğal değil, ideolojik ve kültüreldir

Geriye tek bir ihtimal kalıyor; erkek egemenliğinin ideolojik ve kültürel olduğu gerçeği. Bu tarihin, sosyolojinin, antropolojinin, bir ölçüde siyasetin konusu. İşin bu boyutu çok daha karmaşık ve birçok tartışma noktasını içinde barındırıyor.

Kısaca özetlemek gerekirse şunların altını tekrar çizmek gerekir. Eşitsizlik doğal bir durumdur. Doğada bunu gözlemleyebilirsiniz.

Düşünen bir varlık olarak tüm diğer canlılardan ayrılan insan için ise eşitsizlik doğal değildir. Onu insan yapan, insanlaştıran hatta evrimleştiren, toplumsallaştıran, düşünceyi, bilgiyi üreten egalitaryan, etkileşime açık, egemenliği değil işbirliğini esas alan tarafıdır. İnsan doğasında cinsler arası eşitsizlik yoktur. Eşitsizlik ve egemenlik insan doğasına aykırıdır, düşünen tarafımıza değil diğer primat türleriyle buluştuğumuz noktadaki geçmişimize aittir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.