Ayıp ve zulüm günleri


Ve Dersim soykırımı 1938’de başlayıp bitmemiştir. Hala devam etmektedir. Katliamın tarihi arka planı vardır. Dersim insanı ve Pir Seyid Rıza’nın katledilmesinin temel nedeni Kürt/Alevi olmasıdır. Dikkat edilirse Pir Seyid Rıza “idam” sehpasında “Evlade Kerbelayımo be guneyımo!” demektedir. Pir Seyid Rıza “Evladı Kerbela” deyimini çok bilinçli olarak seçmiş ve tarihi bir gerçeği vurgulamıştır. “Davadan dönersem Kerbela benden davacı olur!” sözü de Pir Seyid Rıza’ya aittir. Peki, Kerbela nedir? Kerbela’da ne olmuştur? Neden Pir Seyid Rıza kendini “Kerbela” üzerinden tanımlamıştır?
Tabi Dersim’i ve Pir Seyid Rıza’yı anlatırken Alişêr, Zarife, Besê, Nuri Dersimi ve bu değerlerin temsil ettiği gerçekle birlikte ifade etmek gerekir. Zira bu değerler Dersim ve Pir Seyid Rıza şahsında bütünleşmiştir. Ayrıca bir başka acı gerçek de “Rayber” ve onun gibi katil sürüsüne her türlü olanağı sağlayan devşirmelerdir.
Alevilik inancında pirlik, dedelik makamı kadar “Analık makamı” da önemlidir. Aleviler pir ve dedenin eşine “Havva Ana, Meryem Ana, Fatma Ana” sıfatı verirler. Dolayısıyla Besê ve Zarife de Anadır.
Kerbela nedir? Bu sorunun cevabı insanlık tarihinde gizlidir. Cevap bir tek cümle olsa da yaşanmış tüm tarih boyunca temel çelişki olmuştur. İnsanlık tarihi iki anlayış karşı karşıya gelmiştir. Birincisi “İnsanın bir irade ve özgün bir güçtür, insan haklarını kullanabildiği, haklarıyla birlikte yaşayabildiği oranda insandır.” Diyerek “insanın bu becerileri sayesinde doğa ile etkileşim içinde gelişerek, güçlenerek yaşayabileceğini” savunur. İkinci anlayış ise “İnsan kendine yetmez aciz bir varlıktır. Yönetilmeye muhtaçtır.” der. Kerbela’dan önce, Kerbela katliamı sırasında ve sonrasında çatışma konusu budur.
‘Halka hizmet Hakka hizmettir’
Muhammed Mustafa’nın Mekke’de “Peygamberliğini ilan etmesi” ile birlikte O’nun temsil ettiği değerler üzerinden iki akım karşı karşıya gelir. Birisi İmam Hüseyin’in babası Şahı Merdan Ali’nin savunduğu ilim ve irfan yolu, diğeri Muaviye’nin babası Ebu Süfyan’ın savunduğu ihtişam ve paraya dayalı iktidar yoludur. Bu durum çok doğaldır. Çünkü “İnsan yaşadığı gibi düşünür.”
Şahı Merdan Ali toplumda halk gibi yaşayan bir bireyidir. Ebu Süfyan ise kervanlara hükmeden zengin bir tacirdir. Ali’nin “İslam’dan” anladığı “İlim, irfan, adalet, merhamet ve eşitliktir.” Ebu Süfyan’ın anladığı “Nüfuz alanını artırmak ve daha fazla mal satabilmektir.” Bu minval üzere devam eden tarihte Şahı Merdan Ali sadece Ebu Süfyan ile değil, Muaviye ile de mücadele etmek zorunda kalacaktır. Hatta bu “Dava” İmam Hüseyin’e de miras kalacak ve İmam Hüseyin de Muaviye’nin oğlu Yezit ile mücadele etmek zorunda kalacaktır. Şahı Merdan Ali ve İmam Hüseyin’in “Hatası” insan olmak ve adaleti savunmaktır. Kerbela’da İmam Hüseyin’in canı pahasına savunduğu değerleri Selmanı Farisi, Bilali Habeşi, Abuzer’ül Gıffari, Üveys’ül Karani… gibi “Halka hizmet Hakka hizmettir.” gerçeğini savunanlar temsil etmektedir. Yezit ise tıpkı Sıffin Savaşı’nda Muaviyenin yaptığı gibi hileyi, düzenbazlığı, kirli iktidarı ve ihtişamı temsil etmektedir. Kerbela’dan önce İmam Hüseyin’in “Biat etmesi için” mal-mülk de dahil olmak üzere her olanak ayağına serilmiştir. Ama İmam Hüseyin “Hakikat benden davacı olur!” diyerek “Biat” etmemiş ve bütün önerileri geri çevirmiştir. Pir Seyid Rıza da Kerbela katliamında İmam Hüseyin’in hakikati temsil ettiğini bildiğinden “Kerbela benden davacı olur” diyecek kadar tarihi, hakikati bilen ikrar ve iman sahibi bir ermiştir.
Kanımca İslam tarihi dört evrede ele alınmalıdır. Birinci evre Muhammed Mustafa’nın yaşadığı “Asrı Saadet” dönemi “Medine İslam’ı” ve bu dönemde yaşananlardır. İkinci evre Şahı Merdan Ali ve Muaviye’nin karşı karşıya geldiği dönemdir. Üçüncü evre İmam Hüseyin ve “Ehli Beyt’in” Yezit orduları tarafından katledildiği Kerbela Katliamı ve sonrasıdır. Dördüncü evre ise Muaviye anlayışının İslamiyet’e egemen olduğu günümüze kadar gelen zalim ve kirli iktidarlar dönemidir.
Ali-Muaviye, Hüseyin-Yezit gerçeği
13 Kasım 2011 günü “Gadir Hum Bayramıydı.” “Kurban Bayramından” bir hafta sonra özgün olarak Arap Aleviler tarafından kutlanan “Gadir Hum Bayramı” tüm Aleviler için özel bir gündür. Gadir Hum’da yaşananlar anlaşılırsa Ali-Muaviye, Hüseyin-Yezit gerçeği daha net anlaşılabilir.
Pir Seyid Rıza, Medine’den sonra ikili karaktere bürünen İslam tarihinde Şahı Merdan Ali ve İmam Hüseyin karakterini Bese Ana ve Zarife Ana da Fatma Ana’yı temsil eder. Dolayısıyla Dersim katliamını yapanlar ve Pir Seyid Rıza’yı idam edenler de Ebu Süfyan, Muaviye ve Yezit karakterini temsil edenlerdir.
Pir Seyid Rıza ve Dersim Katliamı’nın Roma/Bizans, Selçuklu, Osmanlı tarihinde Alevilere yapılan katliamlarla da yakın ilişkisi vardır. 1230’lu Yıllarda Baba İlyas’ın katledilmesi olayı vardır. Bir kaynağa göre “Roma/Bizans kuvvetleri tarafından”, bir başka kaynağa göre “Selçuklu kuvvetleri tarafından” Amasya kalesinde idam edilmiştir. Baba İlyas talipleri ise “O’nun yardıma gelen Boz Atlı Xızır ile birlikte sır olduğuna” inanırlar. Bu olaydan sonra (1239) Baba İshak Samsat/Samosata (Kefersud) yöresinde talipleri ile birlikte yürüyüşe geçer. Maraş, Malatya, Kayseri, Sivas, Yozgat (Bozok), Amasya, Çorum yöresinde halkın katılımı ile daha da güçlenerek Kırşehir’e kadar tüm bölgeyi kontrolü altına alır. Selçuklu “Sultanı” II. Gıyaseddin Keyhüsrev Konya’daki sarayını “Terk etme” hesabı yaparken zırhlı Frenk/Haçlı ordularının yardımı ile Baba İshak ve yarenleri Kırşehir yakınlarındaki Malya Ovası’nda katledilirler.
Baba İlyas ve Baba İshak’ın yürüdüğü güzergah sekiz yüz yıldır egemen sistemlerin “Tekçi zihniyeti” oluşturmalarının laboratuarı olmuştur. Baba İlyas ve Baba İshak’ın yürüdüğü yol üzerinde Osmanlı döneminde birçok katliam yapılmıştır. Bunların en bilineni Kalender Çelebi (Hacıbektaş Ocağı mürşidi/ Nurhaklardaki katliamda başı bir bal teknesinde İstanbul’a gönderilmiş, gövdesi Hacıbektaş dergahındaki Balım Sultan türbesinde sırlanmıştır) ve yarenlerinin katledilmesidir (1527/ Nurhak Yöresi.) 1511 ile 1527 yılları arasında orta Anadolu’da Osmanlıya karşı yedi Alevi ayaklanması gerçekleşmiştir. Bu ayaklanmaların sebebi Osmanlının “Vergi salması” ve “Alevi ocak sistemine müdahale ederek Alevileri Sünnileştirme” çabasıdır. Cumhuriyet döneminde ise Koçgiri, Çorum, Sivas, Malatya, Maraş katliamları yapılmıştır. Amaç yine Alevilerin ocak sistemini dağıtmak ve Sünnileştirmektir. Egemen sistemler her dönemde buraya sistematik bir asimilasyon, yok etme, göçe zorlama politikası uygulamışlardır. Yeri gelmişken resmi tarihin çarpıtmalarından birini de düzeltmeden geçmeyelim. Hacıbektaş Baba İlyas Halifelerindendir ve hiçbir zaman Osmanlı ile “işbirliği” yapmamıştır.
Şeyh Bedrettin’in, Torlak Kemal, Börklüce Mustafa ile birlikte Aydın, (1402 Ankara Savaşı sonrası 11 yıllık “Fetret” devri I. Mehmet dönemi) Manisa yöresinde örgütlediği “ayaklanma” da inançsal, kültürel, siyasal amaçları bakımından Pir Seyid Rıza ve Dersim ile ortak karakteristik özellikler gösterir. Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal Manisa’da “idam” edilir. Şeyh Bedrettin ise 1416/1420? Yılında Serez’de üryan olarak “idam” edilir...
Yavuz’un “Mısır Seferi”, 1514 Çaldıran savaşı ve sonrası da Alevi katliamları nedeniyle insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur. Pir Sultan Abdal da bu dönemde Yavuz ve Osmanlı zihniyeti tarafından katledilmiştir.
Kısa bilgiler vermeye çalıştığım tarihi süreç Alevi toplumu ile Selçuklu ve Osmanlı arasındaki çatışmaları göstermektedir. Aleviler Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde sayısız katliam yaşamışlardır. Resmi tarih bu katliamları “Ayaklanma oldu, biz de bastırdık!” diye verse de hiçbir zaman bir ayaklanma olmamıştır. Yapılan baskı, zulüm, haksız vergi, ocakları dağıtma girişimi gibi durumlar karşısında Aleviler sesini yükseltince devlet güçleri katliam yapmıştır. Bu, Koçgiri ve Dersim’de de böyledir. Zira yeni oluşturulacak “Ulus Devlet” için Alevi hele de Kürt/Alevi kimliği ortadan kaldırılması gereken bir “Tehlikedir.” Bu nedenle yaklaşık sekiz yüz yıldır asimilasyon, sürgün, zulüm ve katliamlarla takatten düşürülmüş Aleviler ve özellikle Kürt/Aleviler “Tasfiye edilmeliydi!” Yeni Türk/İslam Ulusunun bütün “Tekleri” için bu “elzemdi.”
Bir katliam kanunu: Tunceli Kanunu
1920/1921’de Koçgiri’de yapılan katliam yine Baba İshak ve Kalender Çelebi’nin yürüdüğü yol üzerindedir. Koçgiri özellikle seçilmiştir. Çünkü Koçgiri Kürtler ve Türkler arasında sosyal, kültürel, ekonomik ilişkiyi sağlayan stratejik öneme haiz bir bölgedir. 2 Temmuz 1993 Madımak katliamı da devlet gözetiminde Türk/İslamcılar tarafından yapılmıştır. Madımak katliamı Koçgiri katliamının “Yarım kalmış işlerini tamamlama” girişimidir. Koçgiri Türk/İslamlaştırılır ise sıra Dersim’e gelecek ve Türk/İslam tezi üzerine kurulan “Ulus Devlet” için “Tekleri” oluşturmak daha da kolay olacaktır. Koçgiri katliamı birer devşirme olan Sakallı Nurettin Paşa ve Topal Osman tarafında yürütülür. 1935 Yılında çıkarılan “Tunceli Kanunu” katliam kanunudur. Ve hala Dersim’in adı bu “Katliam Kanunu” nedeniyle “Tunceli’dir!” Koçgiri ve Dersim katliamlarından sonra devlet tarafında “Hatıra Madalyaları” bastırılmıştır. Cumhuriyeti kuran devlet zihniyetinin Türk/İslam dışındaki kimlik, kültür ve inançları yok sayıp yasaklaması ve bunun için yaptığı katliamların da Dersim katliamı ile direk ilişkisi vardır. Şex Said katliamı bunun en bariz örneğidir. Pir Seyid Rıza ve Şex Said söz konusu olduğunda resmi tarihin kuyruklu bir yalanı daha vardır. Şex Said adamları ile birlikte Pir Seyid Rıza’dan yardım istemek için Dersim’e gelmiştir… Yemek hazırlanacağı zaman güya Şex Said, Pir Seyid Rıza’ya demiş ki “Siz Alevisiniz biz sizin elinizden yapılanı yemeyiz. Ya yemeği bizimkiler hazırlasın, ya da bir şey yemeyelim!!!” Buna kargalar bile güler. Mihman ve ev sahibi ilişkisi içinde kendi inancında birisi “Seyidliği” birisi de “Şexliği” temsil eden kişilerden böyle bir diyalog bekleyenin ya aklından zoru vardır ya da zır cahildir!...
13 Aralık 1925 tarihli “Tekke ve zaviyelerle türbelerin kapatılmasına ve türbedarlıklarla bir takım unvanların men ve ilgasına dair kanun” meşhur “Tekke ve Zaviyeler Kanunu” Aleviliği yasaklamıştır. Ve 1925’ten bu yana Alevilik yasaklı bir inançtır. Ve Alevi Yol uluları “büyücü, üfürükçü, falcı ve gaipten haber veren” düzenbazlarla bir tutulmuştur. “Tekke ve Zaviyeler Kanunu” Türk/İslamcı devlet zihniyetinin ürünü olan hiçbir oluşumu yasaklamamıştır. Aksine “Fetullahçılık” gibi Türk/İslamcı oluşumlar “Cemaat” adı altında bizzat devlet eliyle örgütlenmiştir. Bu kanunla yasaklanan Alevilik inancı ve Kürt illerindeki sivil medreselerdir.
Haklı ile haksızın, mazlum ile zalimin davası
“Ve Dersim soykırımı 1938’de başlayıp bitmemiştir. Hala devam etmektedir.” Belirlemesine tekrar dönecek olursak Roma/Bizans, Selçuklu, Osmanlı döneminde başlayan sistematik politikanın günümüzde de devam ettiğini göreceğiz. Dersim katliamı ile “bitti sanılan” uygulamalar Maraş, Malatya, Sivas, Çorum’da… devam etmiştir. Bu katliamlar sonucu göçe zorlanan Aleviler metropollerde de rahat bırakılmamış bu sefer “Mahalle baskısı” diye nitelenen ama bizzat Türk/İslamcı devlet anlayışı tarafından örgütlenen baskı ve asimilasyon süreci uygulamaya konmuştur.
Türk/İslamcı devlet mantığına göre “Tunceli her zaman potansiyel tehlikedir.” Çünkü “Tunceli Kürt/Alevidir!”
Türk/İslamcı devlet mantığının sekiz yüz yıllık tarihinde onurun, erdemin, hakikatin sembolü olan ermişlerin yanında “Her ağacın kurdu kendi özünden olur!” deyişini doğrulayan devşirmeler de vardır. Kalender Çelebi’yi yalnız bırakarak bildik cüluslar için “Davadan dönen” devşirmeler vardı! Pir Sultan Abdal’ı “İdama” götüren devşirme Hı(n)zır Paşalar, Dersim’in, Alişêr’in Pir Seyid Rıza ve yerenlerinin katledilmesinde rol oynayan “Rayber” gibiler hep olageldi.
Pir Seyid Rıza’nın davası Haklı ile haksızın, mazlum ile zalimin, inkar ile varoluşun davasıdır. Pir Seyid Rıza “Ben inancım, dilim ve kültürüm ve haklarımla insanım. İnsan bir iradedir, insan maddi ve manevi değerler bütünüdür.” hakikatinin gereğini yapmıştır. Katliamcılar ise tarihin her döneminde olduğu gibi hile, dalavere, Muaviye ve Osmanlı oyunları ile Hı(n)zır Paşa oyunlarına başvurmuşlardır!
Başbakan Tayyip Erdoğan, “Dersim Katliamı” kavramını birkaç kere kullandı. Ama bu CHP’ye karşı bir “Seçim hilesiydi.” Başbakan “Dersim Katliamını CHP yaptı” imalarında bulunup “AK PARTİ” politik geleneğini aklamak istedi. Ama tarihi gerçek öyle demiyor. 1937’de Mustafa Kemal Atatürk Cumhurbaşkanı ve Celal Bayar Başbakandı! Celal Bayar İttihat ve Terakki/ Hürriyet ve İtilaf sürecinde “Teşebbüs-i Şahsi” geleneği ile Türk/İslamcı liberal siyasetin temsilcisidir. Demokrat Parti’nin kurucusu ve Türk/İslamcı sağ liberalizmin temsilcisi olarak, Fuat Hayri Ürgüplü ve Süleyman Demirel’in Adalet Partisi, Turgut Özal’ın ANAP’ı ve Recep Tayyip Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisinin beslendiği damardır. Dolayısıyla Dersim katliamında hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde İttihatçı gelenek ile İtilafçı gelenek işbirliği yapmıştır. Ve Pir Seyid Rıza’nın “İdamında infazı yürütmekle görevlendirilen” İhsan Sabri Çağlayangil de aynı siyasi damardan gelmektedir. Şimdi Kemal Kılıçdaroğlu bir Dersimli olarak “Öyle gerekiyordu, o zaman ben daha doğmamıştım bile!” diyerek CHP’yi “aklamaya” çalışıyor, Başbakan ise “CHP yaptı!” diyor. Gerçek ortada…
Görüldüğü gibi Dersim ve Pir Seyid Rıza bu gerçeklerden kopuk ele alınamaz. Pir Seyid Rıza’nın “Kerbela benden davacı olur!” “Evladı Kerbeleyıx, bi hatayıx!” demesi yaşanmış bir tarihin dile getirilmesidir ve çok bilinçli bir tercihtir. 5 Eylül 1937’de “Görüşmek” bahanesi ile çağrılan Pir Seyid Rıza “72 Arkadaşı” ile birlikte tutuklanmıştır. Uydurma bir mahkeme ve uydurma gerekçelerle “Yargılanan” Pir Seyid Rıza, 15 Kasım (Tarih kesin değil, 14, 16, 17 Kasım tarihlerine de rastlıyoruz)1937’de Harput Buğday Pazarında (Şimdi Pirin idam edildiği yere bir cami yapılmıştır!) idam sehpasına yürürken sadece Dersim’i, Kürt/Aleviliği temsil etmiyordu. Pir Seyid Rıza, Şahı Merdan Ali, İmam Hüseyin, Hallacı Mansur, Fazlullah Hurufi, Seyid Nesimi, Şeyh Bedrettin, Torlak Kemal, Börklüce Mustafa, Kalender Çelebi, Pir Sultan Abdal gibi imamları, mürşitleri, pirleri, ermişleri temsil eden bir tarihin sembolüydü. Pir Seyid Rıza bir Kürt/Alevidir ama dünya insanlığının onurlu ve erdemli değerlerini temsil eden evrensel bir simgedir. Kimliği, kültürü, inancı ne olursa olsun her onurlu, erdemli insan Pir Seyid Rıza’ya sahip çıkmalıdır.
“Seyid Rıza, sehpaları görünce durumu anladı. “Asacaksınız” dedi ve bana döndü: “Sen Ankara’dan beni asmak için mi geldin?” Bakıştık. İlk kez idam edilecek bir insanla yüz yüze geliyordum. Bana güldü. Savcı, namaz kılıp kılmayacağını sordu. İstemedi. Son sözünü sorduk. “Kırk liram ve saatim var. Oğluma verirsiniz” dedi... Seyid Rıza’yı meydana çıkardık. Hava soğuktu ve etrafta kimseler yoktu. Ama Seyid Rıza, meydan insan doluymuş gibi sessizliğe ve boşluğa hitap etti. “Evlâdı Kerbelayıx. Bi hatayıx. Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir” dedi. Benim tüylerim diken diken oldu. Bu yaşlı adam rap rap yürüdü. Çingeneyi itti. İpi boynuna geçirdi. Sandalyeye ayağı ile tekme vurdu, infazını gerçekleştirdi…” Bu anlatım “Hatıratım” kitabının yazarı İhsan Sabri Çağlayangil’e aittir. Çağlayangil, dönemin “Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından infazları yürütmekle” görevlendirilmiştir. Görüldüğü gibi “İnfazcı” bile Pir Seyid Rıza’nın onurlu duruşu karşısında gerçeği teslim etmek zorunda kalmıştır.
Şahı Merdan Ali, İmam Hüseyin, Hallacı Mansur, Fazlullah Hurufi, Seyid Nesimi, Şeyh Bedrettin, Torlak Kemal, Börklüce Mustafa, Kalender Çelebi, Pir Sultan Abdal yolundan giderek Hak için Hakka yürüyenlere aşk olsun.
Cismi canım, ruhi revanım, kalbi devranım, aşkım imanım Pir Seyid Rıza… Kalbi derunumun aynasında şavkıyan nur Pir Seyid Rıza… Sana ve seninle birlikte Hak için Hakka yürüyenlere aşkı niyaz olsun…
KEMAL BÜLBÜL
