Batman’da ulaşılmaz bir şato: Site

  • Liseyi bitirip veya okulu bırakıp iş aramaya başlayan herkesin en büyük isteği de “sitede iş bulmak”tı. Yeri güzeldi, maaşı iyiydi, temiz giyimli güzel insanlar vardı orada. “Sitede işe girdin mi artık sırtın yere gelmez”di.  
TPAO sitesinin Tren garına bakan kapısı, 2022

 

MIHEME PORGEBOL

 

Hangi yıl olduğunu hatırlamıyorum, ancak 2010’ların ilk yarısında Batman Belediyesi şehirdeki başta parklar olmak üzere kamusal mekânların etrafındaki duvarları yıkma kararı aldı. Dönemin Belediye Başkan Vekili Serhat Temel, bunun şehri daha ferah ve yaşanabilir kılacağını söylüyordu. Nitekim haklı da çıktı. Karar, kamusal yapı ve alanların kesiştiği, geçirgen olduğu bir şehirde birey ve kamunun görece daha özgür ve şeffaf ilişkiler geliştirebileceği fikrinden yola çıkılarak çok geçmeden uygulandı. Şehirdeki parkların ve belediyeye bağlı kimi kamu binalarının etrafını çevreleyen duvarlar ya yıkıldı ya da özel durumuna göre değerlendirildi. Örneğin; çoğunlukla yoksul çocuklara sanat eğitimleri veren halk evlerinin çevresinde çocukların yola atlamasını engelleyecek kadar alçak bir duvar bırakılırken, erkeğe karşı kadın koruma evlerinin etrafındaki yüksek duvarlara dokunulmadı. Kararın uygulanmasından önce duvarların ardında pis işlerin döndüğü bilgisi/yargısıyla parklardan uzak duran, buraları güvenli bulmayan insanların parkla ilişkisi değişti. Evlerine giderken parktan yürümeye başlayanlar oldu. Akşam haberlerinden sonra parkta arkadaşlarıyla buluşup sohbetler eden yaşlılar katıldı şehir yaşamına. Her ne kadar o parkların etrafına bugün kimyasal uyuşturucu çeteleri konuşlanmış olsa da (Özellikle Atatürk Parkı’nın etrafının metamfetamin çetelerince mesken edildiğini artık tüm şehir biliyor, fakat kimse konuşmuyor. Bu anlamda devlet politikaları ve kayyum rejimi sorgulanmalı.) duvarların yıkılması o dönem için kentte sosyal katılımı bir anda dönüştürmüştü. En çok belediyenin temizlik işçileri rahatsızdı bundan, gerek çevre temizliğine dair toplumdaki duyarsızlık gerekse de parklarda kalabalığın artması iş yüklerini arttırıyordu çünkü. Velhasıl, dönemin Batman Belediyesi’nin aldığı bu karar duvarların toplumsal yaşam üzerindeki etkisini iyi açıklıyor bize. 

 Batı-Raman Petrol Sahasının keşfi 1961'de gerçekleşti

Kent bugün bir büyükşehir olma yolunda

Batman, petrol rezervleri sebebiyle dostun da düşmanın da önemsediği bir kent. Bu yüzden de gelişimi hakkında herkesin az-çok bilgisi vardır. Yine de özetlemek gerekirse; 1940’lı yılların sonunda bölgedeki petrol değerlendirilmeye başlandı. Bu aynı zamanda Batman için dünyada eşine az rastlanır bir gelişim sürecinin de başlangıcı oldu. 1955 yılında belediyeye kavuşan yerleşim yeri, 1957 yılında ilçe oldu. 1955 yılındaki nüfus sayımına göre nüfusu 4713 olan küçük kent bugün bir büyükşehir olma yolunda. Ancak kentin bu hızlı gelişimi beraberinde birçok sorun da getirdi. 

1948 yılında Raman Dağı’ndan petrol çıkarılmaya ve coğrafya sömürülmeye başlandıktan sonra şehre dışarıdan gelen mühendis ve teknisyenlerin yaşaması için alelacele bir yaşam alanı yani site kuruldu. Türkiye’nin ilk rafinerisini de kapsayan genişçe bir alanda konutlar ve restoran, yüzme havuzu, spor saha ve salonları ile diğer sosyalleşme mekanları da inşa edildi. Bu küçük ve yeni kentin o günkü yüzölçümüne oranla kat kat geniş bir alanı kapsayan bu sitenin çevresi elbette ki metrelerce yükseklikte bir duvarla sarıldı. Duvarın yüksekliği kimi yerlerde dere yatakları ve yokuşların payı da hesaba katıldığında 5-6 metreyi aşıyordu. Uzunluğu ise yaklaşık olarak 24 kilometreyi buluyordu. Bu duvar, mühendis ve teknisyenlerin yaşam alanıyla Batmanlıların, istihdam imkânları nedeniyle Batman’a göç edenlerin yaşam alanını birbirinden ayırıyordu. Bu haliyle Hadrian Duvarı’ndan veya Çin Seddi’nden farksız bir işlev görüyordu. Duvar, en eski zamanlardan beriki misyonuyla küçücük ama büyüyeceğini öngörmenin zor olmadığı bu kentteki işlevine başlamıştı: İki şeyi birbirinden ayırmak. 

Batman, gerek sosyal yapısı gerekse de karakteriyle kolay bir şekilde ayırt edilebilecek bir kent. Her ne kadar yerleşim yeri olarak çok eski bir tarihi olsa da henüz bir kent kültürünün varlığından söz etmek oldukça zor. Yerleşim yerinin 2500 yıla kadar uzanan tarihinin 2400 yılını akarsu kenarına kurulu bir köy olarak sürdüren Batman/İluh, son yüzyılda 600 bine yakın nüfusuyla kocaman bir kent. Bu kadar hızlı bir büyümenin doğal ve özgün bir kültürleşme süreci yaşatmayacağı da aşikârdı. Bu hızlı gelişim ülkenin hemen her yerinden tamamen sanayiye odaklı göç alıp bayağı bir sosyolojik garabete sebep oldu. Bir kültürler mozaiği yanılsamasına kapılmamak gerek, çünkü Batman’ı cazip kılan sebepler tamamen ekonomikti. Üstelik şehirden büyük bir de site vardı; ve onun aşılamayacak duvarları. 

***

Çocukluğum Batman’ın yoksul mahallelerinde geçti. Beşevler, Hilal, 19 Mayıs gibi mahalleler çoğunlukla köyden yeni gelmiş, her birinin hikayesi birbirine benzer insanların yaşadığı mahallelerdi. Çocukların daha 5-6 yaşlarında çalışıp ev ekonomisine destek olmaya çalıştığı, yetişkinlerin gecenin en geç saatlerine kadar en ağır işlerde çalıştığı mahalleler. Her an her evde bir yas, yas olmayan evlerde yas endişesi yaşanırdı. Arada kaçamaklar yapar, güzel şeyler kovalardık. Yazları havuza giderdik mesela; ama havuz demeye bin şahit lazım. Yanan Mehtap Sineması’nın sokağında iki katlı bir yapının avlusundaydı gittiğimiz havuz. Yüzme bilmeyen onlarca çocuğun küçük paralar karşılığında 3-4 metre uzunluğunda, 1-1.5 metre derinliğindeki su dolu çukurda serinlemesi üzerine kurulu kaçak bir iş yeriydi. O havuza her gittiğimizde muhakkak “Felan kişi sitenin havuzuna gitmiş”, “Oğlum niye inanmıyorsun, sitenin havuzuna gittim”, “Felan kesin ağabeyi sitede çalışıyor, o da ağabeyiyle site havuzuna gitmiş” gibi türlü şekillerde site havuzunun bahsi geçerdi. Hep imrenirdik. 

Site alanının yüzölçümü 2400 kilometrekareyi aşıyor

Herkesin dilinde site var

Yoksul mahallelerde amatör futbol kulüplerinde top oynayan lise çağındaki çocuk ve gençleri herkes tanır. Vardır herkesin bildiği öyle birileri. Benim de böyle kuzenlerim vardı. Sık sık sitenin top sahasından söz ederlerdi ballandıra ballandıra. Sitenin sahasının üstüne saha tanımazlardı. Bir süre sonra sahayı unutup sitede oturan kızların güzelliğinden bahsetmeye başlarlardı. İmrenirlerdi. 

Liseyi bitirip veya okulu bırakıp iş aramaya başlayan herkesin en büyük isteği de “sitede iş bulmak”tı. Yeri güzeldi, maaşı iyiydi, temiz giyimli güzel insanlar vardı orada. “Sitede işe girdin mi artık sırtın yere gelmez”di. Köyden yeni gelmiş gençler ve çocuklar duvarın arkasındaki hayatın hayalini kurar, o yaşantıya imrenirlerdi. Neden imrenmesinler ki: Şehrin en büyük camisi sitedeydi, şehrin en rahat insanları sitedeydi, şehrin en başarılı okulu sitedeydi.

Sonunda siteye girebildim!

Site, hayatımızda Kafka’nın Şato’su gibi erişilmezdi. Her an içindeydi hayatımızın fakat erişilmezdi. Yalnızca duvarları ve kapısı vardı erişebildiğimiz. Kapıdan geçmek ihtimal dahilinde bile değilken duvarların ardına bakabilmek ise oldukça güçtü. Tek tük birkaç kişi vardı belki gören ama onlara da aslında kimse inanmıyordu. Tren garına bakan kapısının önünden çok geçtim, Karşıyaka Köprüsü’ne kadar duvarının dibinden çok yürüdüm, İluh deresinin karşı tarafından duvarına çok taş attım ama siteye hiç giremedim. 2000’li yılların başına kadar sitede yaşayan, sitede çalışan hiç kimseyi tanımadım. Bahse girerim benimle aynı mahallelerde büyümüş yaşıtım çoğu kişi için de bu böyledir. 2000’lerde sosyo ekonomik açıdan daha iyi bir mahalle olan Bahçelievler’e taşındığımızda sitede çalışan Arap bir komşumuz da oldu. Sıradan bir işçi olmasına rağmen ekonomik durumu mahallelinin ortalamasının üstündeydi. En azından yaşadığımız muhite göre oldukça iyiydi durumu. Kürtlere karşı oldukça kaba olduğu için pek iyi komşuluk ilişkilerimiz de olamadı. Birkaç yıl sonra liseye başladığımda artık sitede oturan sınıf arkadaşlarım da vardı. Hepsi de zengindi. Siteye de ilk o yıllarda girebildim. Sınıftan arkadaşım sitedeki evine çağırmıştı, okul çıkışı evlerine gitmiştik. Bambaşka bir şehirdi orası. Çocukluğumdaki bütün o abartılı anlatımları karşılıyordu. 1963 yılında zamanının en prestijli müzik yarışmalarından biri olan Altın Mikrofon’da TPAO Batman Orkestrası’nın Türk müziğinin büyük isimlerini sollayarak birinci geldiğini de çok sonradan öğrendim. Şimdi dönüp bakınca o sitenin herhangi bir Afrika ülkesindeki golf sahalarından farklı bir anlamı yok gibi. 

Bir yanda çoğunlukla şehrin yüksek zümresinin veya bir şekilde ilişkide oldukları kişilerin yaşadığı TPAO sitesi, diğer yanda şehrin son yıllara kadar bütün pis suyunun yoksul mahallelere aktığı İluh Deresi, yoksulluk ve açlığın can aldığı. Karşıyaka, her gün bir sokağında işgale karşı direnirken gencecik bedeni toprağa düşenlerin cenazesini karşılayan Petrolkent Mahallesi… Site duvarı bunları birbirinden hala ayırıyor. Her ne kadar son yıllarda sitenin Gar’a bakan duvarları yıkılıp yerine teller örülse de duvar duvardır. Tel de olsa, taş da olsa parçalanmalıdır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.