Bir fotoğrafın kokusu

  • 2000’den sonrası sanki aynı; oysa 22 yıl geçmiş. 70’ler, 80’ler ve 90’lar arasındaki fark 10’ar yıl. O 10 yıl ile şimdiki 10 yıl aynı değil ama. 

İBRAHİM BULAK

 

2000’e girerken herkesin dilinde bir ‘milenyum’.  Tabii bu kendiliğinden oluşmuyor, sabah akşam bundan bahseden bir medya var. Kürtlerin ise 15 Şubat yarası hâlâ taze; PKK ve Öcalan öncülüğünde yürüyen Kürt ulusal mücadelesinin nereye evrileceği sorusu akıllarda net bir cevap bulmuş değil. Uğursuz günlerin ardından gelen endişeli bir bekleyiş hâli.… Artık ‘çözümleler’ değil ‘savunmalar’ revaçta. ‘Görüşme notları’ ile yeni konular, kavramlar, isimler, tartışmalar.… Mitolojik kitaplar setler hâlinde alınıyor. Yeni dernekler, çıkan dergiler, HADEP’li belediyeler, festivaller, AB Kriterleri… Türk gazetecilerin, yazarların ‘bölgeye gezileri’ ve ‘bölgeden notlar’ı, onları karşılayan siyasetçilerin ve belediye başkanlarının onları memnun etme telaşı… Binalar yükseliyor, Diyarbakırspor Birinci Lig’e çıkıyor.… Kantinlerde ’katılım’ öyküleri dinleyen gençler, Canlı Kalkanlar,  Amed Serhildanı, ateşkes, ’Oremarê bilind e’…

2000’den sonrası sanki aynı; oysa 22 yıl geçmiş. 70’ler, 80’ler ve 90’lar arasındaki fark 10’ar yıl. O 10 yıl ile şimdiki 10 yıl aynı değil ama. Şimdi mesela, 10 yıl öncesi bir ’tık’ kadar yakın. İnternette karşılaştığımız herhangi bir içerikte tarihi belirten rakamlar bulunur. Zaman algısı da değişti teknolojiyle beraber. Yine de 70’lerin öyküsü hâlâ diri, 80’ler üzerine epey şey yazıldı, 90’lar artık hatırlanınca insana yaşlandığını hissettiren bir nostalji. 2000 sonrası ise öyküsü olmayan bir kesit. Özellikle 90’lar üzerine söylemin alıcısının çok olmasının sebebi; Türk resmî ideolojisinin o yıllara dair olarak kısmen kabulcü olması. 90’lar, devletin bile ‘hukuk dışı’lığını kabul ettiği için üzerine konuşmak çok zor değil, görece ‘risksiz bir alan’. AKP de meşruiyetini inşaa ederken 90’lar söyleminden oldukça faydalandı. Aynı şekilde piyasaya uygun bir mağduriyet anlatısı oluşturmak için de müsait bir alan. Görünen o ki 2000 sonrası, devam eden bir mücadelenin düzleminde olduğu için bir sonraki iktidar, öncekinin ‘hukuk dışı’lığını kabul etmeyene kadar bir söylemi de anlatısı da olmayacak.

80 ve 90’ların çocuk şahitleri, sonraki dönemin emektarları oldu, ürettikleri ile bu halkı mutlu etmeye çalıştılar, bunu murat ettiler. Cafer Yıldız bunlardan biriydi. Geçenlerde tesadüfen arşivde bir fotoğrafını buldum: Çizgili, kısa kollu gömleğinin cebinde uçlu kalemini taşıyordu. Onu tanıdığım hâliyle, öğrencilik yıllarından bir fotoğrafı. Muhtemelen ya derse girecek ya da dersten çıkıp derneğe gelmiş. Bazı fotoğrafların kokusu varmış demek. Bu fotoğrafa iyice bakınca koktu: Öğrenci derneğinin havasız kalmış, bir yandan çay bir yandan ter kokan salonunun kokusu. Fotoğrafı da Musa Aşkara çekmiş. O zamanki DİHA’nın muhabiri Musa Aşkara, Siirt’te hem gazete dağıtımcısı hem de muhabirdi. Nerdeyse her gün polis şiddetine maruz kalan Musa da son olarak hapse düşmemek için göç yollarına düşmüş. Çocuk yaşta başladığı gazetecilik hayatında ödülü de bulunan Musa, şimdi İtalya’nın bir kentinde dönercilik yapıyor. O fotoğraftaki Cafer yaşamıyor artık. Benden birkaç yaş büyüktü, şimdi ben ondan birkaç yıl daha yaşlıyım. Bunu düşününce insan biraz tuhaf oluyor. Şimdi ondan yaşça büyük olduğumdandır herhâlde, bir ara düşündüm; dedim, ‘Belki de ben onu tanıdığım yaşlarda gençtim, onu kafamda büyütmüşüm.’ Biraz kafamı kurcaladı bu soru. O yaştaki ben ile şimdiki ben arasında gidip geldim. Sonra, ‘Yok, o gerçekten de büyük bir insandı’ dedim. Evet, o 2000 sonrasının yani öyküsü olmayan zamanların efsane devrimcilerindendi. Abarttığımı sanabilir bazıları ama onu tanıyanların bana hak vereceğini biliyorum. Medyatik olmayan, perde arkasında duran, mücadeleye ayırmadığı zamanı kayıp sayan emektarlardandı o.   

 

Cafer YILDIZ

Sanırım ilk defa 'ev’i Cafer ile iyice bir düşünmeye başladım. Daha doğrusu ‘ev’ kavramına cevap aradığım vakitlerde, ta o zamanlar bunu düşünmeye başladığımı fark ettim. Onu sürekli aynı evde otururken, ya da onu bir ev satın alacakken veya ev için pazarlık yaparken tahayyül edemiyordum. Sonradan mücadelenin, onun evi olduğunu anladım. Mücadele dışında bir hayat onun tercihi değildi. O zaman Dicle Üniversitesi’ne bağlı bir fakülte olan Siirt Eğitim Fakültesi’nde Sosyal Bilgiler Öğretmenliği okuyordu. 2005’te bir öğrenci evinde tanıdım onu. Erganiliydi. Üniversite yılları onun için; sonradan bakıp özlenmek üzere ömrün çekmecesine konulacak romantik zamanlar değildi, bir duraktı. Siirt’te kaldığı sürede, Siirt üniversite gençliği en güçlü yıllarını yaşadı. Onunla insanlar örgütlendi, mücadeleye atıldı, ondan güç alan gençler gerillaya katıldı.  

Siirt’te kaldığı sürede iki kere tutuklandı. İkinci tutuklanması 'Êdî Bes e' hamlesinin tam ertesiydi, her yerde toplu tutuklanmaların başladığı 2007’nin sonlarıydı. İkinci tutuklanmasında beni görüşmeci olarak yazmıştı. Cafer’in görüşmecisi olmak gurur vericiydi benim için.

TKP’liler bir ara bir film yapmıştı. Sadece fragmanını izlediğim bu filmde işte neymiş, devrim olmuş, kimsenin haberi yok.… Fragmanı izleyince ‘TKP’nin devrimden, devrimcilikten ne anladığı başka türlü nasıl bu kadar iyi anlatılırdı,’ dedim kendi kendime. ''Devrim'' onlar için, ''halk'' farkına varmadan yapıp hediye etmekti! Mücadelenin içinde, öğrenci gençliğinde de buna benzer bir sözde halk seviciliği yapan ama aslında halkın olduğu mekânlarda da fellik fellik kendi sınıfından insanı arayıp sadece onunla ilişki kurmaya çalışan gençler vardı. Adeta halka, '’Siz ortalıkta fazla dolaşmayın devrim, mücadele falan ne gerekirse biz hallederiz, size haber veririz'' deniliyordu. Cafer, bedeller ödemiş, her türlü fedakârlığı yapan halkı küçük gören öğrencilere öfke duyardı. ''Namus belasına'' da devrimcilik yapmıyordu, sevdiği için yapıyordu. Bu yüzdendir ki gittiği her yerde, tanıdığı her insanda iz bırakabiliyordu.  

O gittiği her yerde hep birkaç adım öndeydi. Gerçek bir gençlik önderiydi. Yollarımız ayrıldıktan sonra basın üzerinden veya ortak arkadaşlar aracılığıyla ondan bir şekilde haber alıyordum. Cezaevinde olduğunu bildiğim zamanlarda, hangi cezaevinde kaldığını öğrenip ona bir kart yollamayı ihmal etmiyordum. Zarfın üzerinde adımı görünce sevindiğine eminim. Çünkü ona selam vermenin, onunla arkadaşlığını devam ettirmek istemenin ne anlama geldiğini iyi biliyordu. 

Entelektüel bir insandı. Okur, güzel müzikler dinler, güzel filmler izlerdi. Güzelliği paylaşırdı yoldaşlarıyla, mücadeleye katık ederdi.  

Bir fotoğrafın kokusu bana bu yazıyı yazdırdı. Bitmeyen sevgi ve özlemle, Cafer’i bir kere daha hatırlamak ve hatırlatmak… 

 

* Cafer Yıldız, 5 Eylül 2017’de iki yoldaşıyla beraber Şırnak’a bağlı Besta alanında savaş uçaklarının yoğun bombardımanında şehit düştü.

 

Yarıda kalan bir sohbet

 

PolitikART’ın 303. sayısında yayımlanan “İki mezar hikayesi” eksik bir yazıydı. Birinci mektuptan sonra ikinci bir mektup yazmıştım fakat ulaşmadığını tahmin etmiştim.  Nitekim Mehmet Hayme'den aldığım ikinci mektup bunu doğruluyor. Üçüncü mektubumu biraz daha dikkatli bir dille yazdım. Mehmet Hayme’ye ulaştı ve cevap geldi. Bu mektubun bazı bölümlerini bir bakıma hikayesinin devamı olduğu için  okuyucuyla paylaşmanın daha doğru olacağını düşündüm. Mektupta bir savaşçı ve bedeller ödemiş bir ailenin ferdi olarak hikayesinin ilgili bölümleri şöyle:

''Heval şu anda oda arkadaşım Ayhan Dağ’dır*. Biz iki kişi kalıyoruz. Normalde bu F Tipi 3 kişilik yapılmış. Bir de tekli odalar var. Genelde ağırlaştırılmış müebbet alan arkadaşlar kalıyor. Şu an bizimkilerden kalan yok. Hepsi 3’lü odalarda kalıyor. Hevalê Ayhan 15 yıldır içerde bir Kürt yurtseveri. Suçu Kürt olması. Onun da sana ve ailene selamları var. 

Ben 2016’da Muş’un Varto ilçesinde esir düştüm. Yanımda 4 arkadaş şehit düştü.** Olay tarihi 06.04.2016. Serhat mevsimi o aylarda hala kıştır. Bizim erken çıkma nedenimiz Sur, Nusaybin, Cizre, Gever’deki arkadaşlara destek olmaktı. Aslında ilk başta havalar güzeldi. Güney yamaçlardaki karlar erimişti. Biz de bunu bir fırsat olarak değerlendirmek için yollara düştük. Düşmez olaydık. İki üç gün sonra bir kar geldi durmak nedir bilmedi. Tam bir ay sürdü. Böyle olunca hareket alanımız daraldı. İşbirlikçi Bekolar iş başındaydılar. 

Mektubumun sana ulaşmasına canı gönülden sevindim. Babam, senin yazdığını söyledi. İlk başta şaşırdım çünkü böyle bir şey beklemiyordum. Her şeye rağmen eline, yüreğine sağlık. Babam ve okuyan dostlar etkilenmişlerdi. Aslında böyle yaşanan destanlar çok var. Hepsi de bu halka anlatılmalı. Gerçekten öyle kahramanlıklar var ki belki de tarihte örnekleri yoktur. Bizi yaratan ve bugünlere getiren onlar. Bir toplumu, toplum yapan, onun kahramanlarıdır. Onları yaşatmak ve tarihe mal etmek bize düşer.

Kardeşim İbrahim şu an Amed 2 No’lu Yüksek Güvenlikli Hapishane’de kalıyor. Yanlış değilsem 8 yılı kalmış. O da 2016’dan beri içerde. Halen bazı mahkemeleri var. Şu an yattığı ceza çocukken verilmiş cezalardır. Normalde böyle bir hukuk onların yasalarında bile yok. Ama söz konusu onurlu Kürt oldu mu her şey duruyor. Selamlarını ilettim. Onun da sana selamları vardı. Bu arada, bir kız kardeşim Berivan, Nusaybin özyönetim sürecinde şehit düştü. Kendisi hem Kerboran, hem Hezex en son da Nusaybin’e geldi. O da 29.04.2016 tarihinde bir grup arkadaşıyla Binxet’e geçmek isterken şehitler kervanına katıldı. İki kardeşim de zindanda kaldı. Biri 16 yıl, diğer 10 yıl içerde kaldı. Bir ara sadece annem ve evin en büyüğü sağır ve dilsiz abem kalmıştı. Her şeye rağmen onurlu kimliğinden vazgeçmediler. Babam ve annemin zorda kaldığı süreçlerde kullandığı sözleri: '‘'Berxwendan Jiyan e’’’, ''Allah büyük ve adaletlidir''. Biz onların çocukları olarak kendimizi çok şanslı görüyoruz.

Hevalê hêja, benim de mahkeme süreci devam ediyor.*** Dosyalar çok olduğu için ister istemez insanın yoğunlaşması oraya kayıyor. Bir yandan mahkeme üzerinde yoğunlaşıyorum bir yandan da beraber kaldığım arkadaşlar üzerine yazınsal çalışma yapıyorum. İki çalışma üzerinde yoğunlaşıyorum. Biri kişisel yaşamım,  ikincisi yani 'Vîn ve Berxwedan' da şehitlerin özellikleri, fedakarlıkları, kahramanlıkları hakkında. Bir şey olmazsa kış ya da gelecek baharda bitirmeyi düşünüyorum. Bir de Kürtçe çalışıyorum.''

 

*İsmi Ayhan olan bu arkadaşın soyadını Dağ olarak okudum. Fakat yine de tam emin değilim.

**4 HPG'linin yaşamını yitirdiği bu olayda Hayme’nin, 2 yoldaşı sağ yakalandıktan sonra yanında infaz edilir. Mehmet Hayme ise 'Yeşil liste’de olduğu ve başına '1 milyon para ödülü' konulduğu için sağ bırakılır. Yakalandığı zaman da ağır işkencelere maruz kalır. 

***İlk yazıda Mehmet Hayme savaşta esir düştükten sonra ağırlaştırılmış müebbet cezasına çarptırılmış diye yazmıştım. Mektuptan anladığım kadarıyla böyle bir ceza alma ihtimali var fakat Mehmet Hayme’nin belirttiği gibi mahkemeleri hala devam ediyor. TC’nin verdiği ceza ne olursa olsun tarihin o ve yoldaşları için hükmü, beraattir. 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.