Çöktürmenin sefaleti: İnorganik aydınlar
Forum Haberleri —
- Kültürün dekolonize edilmesi bağlamına oturtulan anti kolonyalist mücadele biçimine Fanon’un “Ne var ki, sömürge aydını, bir halkın varlığının kültürle değil, işgalci güçlere karşı halk savaşıyla kanıtlandığını er ya da geç kavrar” tespitini sürekli hatırlatmak gerekir.
BAGER ROSA
Sanal medya neo faşizmin en teveccüh gören yeni mekanlarından biri. Özellikle çöktürme konsepti ile birlikte Türkiye’de gelişen yeni faşist alaşımın sızmaya, bir ideolojik aygıt olarak yetkince kullanmaya başladığı bir aparattır. Bu aparat 2015 öncesi görece sokak eylemselliğini de tetikleyen bir nokta da olsa– gezi direniş gibi- bugün neo faşizmin bir kulvarından ötesine geçemiyor. İletişim bakanlığı ile bu aparat üzerinde ekstra mesai harcadıkları zaten herkesin malumu. Bu malum halinin sebebi Özgürlük Hareketi’ne saldırı, mistifikasyon ve dezenformasyondur. Yani çırçıplak bir özel savaş aygıtıdır…
Yürütülen tartışmalar iki noktada toplanabilir. Biri; uzunca bir vakit sürdürülen sol karşıtlığı ve bunun ta kendisi olarak konseptin de istediği şey olarak “Kürdistan’a sıkıştırma” siyasetine su taşımak. Diğeri ise bununla eş güdümlü sağ sapmanın entelektüellerini, “organik aydınlarını” yaratmak! Başta şunu söylemekte fayda var; aydının kalemi kılıçtır, entelektüelin sadece kalemi var ve mürekkebi uçar. O ayrıma pek dokunmadan biz söyleyeceğimizi söyleyelim.
Bahsettiğimiz bu inorganik “aydınlar”ın sıklıkla başvurduğu Fanon’un inanılmaz derecede çarpıtıldığı bir gerçek. Kültürün dekolonize edilmesi bağlamına oturtulan anti kolonyalist mücadele biçimine Fanon’un “Ne var ki, sömürge aydını, bir halkın varlığının kültürle değil, işgalci güçlere karşı halk savaşıyla kanıtlandığını er ya da geç kavrar” tespitini sürekli hatırlatmak gerekir. Ya da “kültürlere ve siyasi çevrelere ne kadar derin girersem, Afrika'yı tehdit eden büyük tehlikenin ideolojinin yokluğu olduğundan da o kadar emin olurum” uyarısını akılda tutmak kaydıyla köklü bir ideolojik hat yaratan ve halk savaşının yolunu döşeyen Hareket’e karşı tarihten münevverleri ayıklayarak, onun binbir emek ve çaba ile geliştirdiği tarihsel ilişki ve ittifaklara “sırtımızda taşıyoruz” gericiliği ve yalnızlığı temelinde saldırı desturunu yaratmak sömürgesizleştirme yolunda ayağına sıkmaktır. Bu da başlı başına inorganik aydının, dolaylı olarak sömürgecinin cephesine cephane taşımaktır. Fanon milliyetçi sömürge partilerinin son tahlilde sömürgecinin yanında kem küm etmeleri, ağzına bir parmak bal çalınca susmaları ve silahlı mücadele karşısında reformist olmalarından ötürü mahkum eder. Burjuva şoven orta sınıfı oldukça tehlikeli bulur, ömrünün son demlerinde Afrika’daki ulus- devletlerin hallerinden hoşnut olmadığı da ifade edilir.
Tarihsel başarıları ile devleti çözüm masasına getirten Özgürlük Hareketi o döneme kadar devletin “Sivas’ın doğusu” diye diline pelesenk ettiği ve gerçeğin telafuzundan kaçındığı, dümdüz Doğu bile diyemediği, diyemediği oranda Sivas’ı da siyasi-coğrafi haritasına kurnazca angaje etme girişimine karşı demokratik ulus ile Sivas’ın batısında kayda değer şekilde esti. Devletin haşin saldırıları fiziki olmakla kalmayacaktı elbette. Beri yandan yarattığı algı dünyası ile “Sivas’ın doğusu” kavramına geri dönmek isteyecekti. İşte burada gri alanda bulunan bilimum inorganik aydınlar onun düdüğüne karşı sahada toplaşarak tepinmeye başladı. ‘Demokratik ulus ve onun taktik bir eyleyiş hali olarak kurgulanan Türkiyelileşme siyaseti yenilmiştir’ diyecekler ve onun bütün büyük kazanımlarını torbaya doldurarak sahanın zeminine gömmeye çalışacaklardı. Zira nesnel olarak devletin talep ettiğinden ötesine geçmeyen, hatta onun sınırları dahilinde teorik açıdan çöktürmeye yöneldiler. Fanon sömürge aydını için halkla ortak yaşadığında önce ayrıntılara öncelik verdiğini ve mücadelenin gerçek amacı olan sömürgeciliği yenmeyi unuttuğunu söyler. Bu unutma halini ise aydının mücadeleyi kavrayamadığını ve umutsuzluğa neden olduğunu şöyle ifade eder: “Mücadelenin çok biçimli hareketine kendini kaptıran aydın yerel görevlere yoğunlaşma eğilimindedir; bu görevleri coşkuyla yapsa da hemen her zaman fazla bilgiçlik taslar. Bütünü her zaman göremez. Halk devrimi denilen huşu uyandırıcı bu karıştırıcı ve ufalayıcı makineye, disiplin, uzmanlık ve alan nosyonlarını katar. Cepheyle ilgili belirgin konulara kendini kaptırdığından hareketin birliğini gözden kaçırır ve yerel başarısızlık karşısında kuşkuya, hatta umutsuzluğa kapılır.”
Ne açıktır ki Kürt aydını olarak geçinen bu inorganik aydınların düştüğü ruh ve zihniyet durumu da bundan ibarettir. Hareketin gerçek anlamda çok biçimli ilişki ve ittifak hatlarını, ideolojik muhteva ve evrenselci karakterini karşısına alarak teorik lafazanlıkla sömürgesizleştirmeye dair söz kuramayarak yalnızca bilgiçlik taslar. Doğal olarak bütünü de göremeyerek hareketin hinterlandını gözden kaçırır ve kendi dünyasında Kürtler için küçük dünyalar (küçük bakkallar) ister. Ufku kendine istediği kadarıyla sınırlıdır. Dolayısıyla daima umutsuzluk içerisinde yenilgiyi vaaz eder. İdeolojik olarak hareketin evrenselci karakterini görür fakat anlamaz. O karakter onun kendi dünyasından çıkmasını vaaz ettiği için rahatını bozmaya yanaşmadığı için ona reddiye çeker. Kendi gerçekliğinden kaçarken o büyülü karakterini, büyüsünü bozmaya uğraşıverir. Bu yüzden sürekli yenilir. Sürekli yenilgisini - yer yer geri düşüşler yaşasa da- sürekli ilerleyen ideolojide görür. Ondan dolayı konformizmi uğruna devletlû olana yedeklenir. Ama nafiledir! İşgalci güçlere karşı destansı direnişi yaratanların ideolojik pozisyonu zafere gebedir. Fanon belki de devrimci durumun kurumsallaşmış halini çoktan tanımlamıştır: “Sömürgeci kültürün tuz buz ettiği bu sömürge aydını, köy meclislerinin gücünü, halk komitelerinin kuvvetini ve mahalle ve hücre toplantılarının olağanüstü verimliliğini de keşfedecektir.”
Son olarak soruyu tersinden sormak lazım; ezilen ulusun aydınları nasıl oluyor da devletin dikiz aynası oluyor? Ve bahsi edilen devletlû organik aydınlar gerçekten aydın mıdır? Birincisini cevapladık, ikincisinin cevabı ise amasız hayırdır. Ama onu aydın olarak tanımlamak devletlû dikiz aynasına bakmaktır. İşte hakiki sorunsal burada yatmaktadır. Oğuz Atay’ın "Türk romanının sorunu kişiliktir. İnsanımızın kişilik kazanma savaşının önemini henüz kavramamış olmasıdır. Kendisiyle hesaplaşma diye bir kavramın varlığından habersiz oluşundandır” belirlemesini inorganik aydına da uyarlamak elzemdir.