Dersim’den Madımak’a Alevi Soykırımı

Dosya Haberleri —

Sivas katliamı/foto:AFP

Sivas katliamı/foto:AFP

  • 2 Temmuz 1993’te Madımak Katliamı’nda katledilen Gülsüm Karababa'nın ağabeyi Hüseyin Karababa, "Bakın bu davada Doğu Perinçek faktörü küçümseniyor ama organize eden Doğu Perincek ve ekibidir. Davaların avukatlığını alıyorlar. Maraş davasıyla Çorum davasını da aldılar, üstünü kapattılar. Ama bize aynısını yapamayacaklar” dedi.
  • Karababa'nın avukatı Özgür Piroğlu ise Madımak Katliamı’nın neden Alevi Soykırımı kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini söyledi. Piroğlu, "Biz Madımak Katliamı’nı Alevi Soykırımı’nın bir parçası olarak görüyoruz. Madımak’a gelmeden biraz daha geriye baktığımızda Koçgiri, Çorum ve Maraş katliamlarını görüyoruz. Bunların tamamında ortak bir özellik var. Katledilenler Aleviler."

MİHEME PORGEBOL

Polonya Yahudisi hukukçu Raphael Lemkin tarafından ilk kez 1944 yılında Almanya’nın Yahudilere dönük katliamlarını tanımlamak üzere kullanılan soykırım ifadesi, Yunancada “soy” anlamına gelen “gen” ile “katletmek” anlamına gelen “cidium” sözcüklerinin bir araya getirilmesiyle oluşturuldu. Lemkin’in bu isimlendirmesinin akabinde Birleşmiş Milletler’in 1948 tarihli Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nde bir suçun soykırım sayılabilmesi için “belirli bir insan topluluğunun; milliyeti, ırkı, etnik kökeni veya dini dolayısıyla tümünün ya da bir bölümünün yok edilmesi niyetinin bulunması gerekir” ifadeleri kullanıldı. Soykırım aynı zamanda 1998 tarihli Roma Statüsü’nde de tanımlanmış, çerçeve ve ayrıntıları belirtilmiş bir insanlık suçu olarak Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin de hüküm alanında gösterildi. Oysa 1944’e tanımı yapılıp hemen ardından çerçeveleri belirlenen bu suç, o günden bu yana defalarca tekrar edildi. Ancak soykırım suçları tarih boyunca hep egemenler tarafından işlendi. Dolayısıyla bu suçların vakitlice kabulü ve soykırımcıların yargılanması hususu hiçbir zaman adil olmadı. Dünya, kendilerine uygulanan katliamları soykırım olarak kabul ettirmeye çalışan halklarla dolu ve tüm egemenler bu suçları örtmek için iş birliğindeler.

Özgür Piroğlu

Soykırımı kabul etmek gerek

2 Temmuz’da Madımak Katliamı 30. yılına girdi. Bu da davanın zaman aşımına uğrayıp kapatılması demek. Kardeşi Gülsüm, 2 Temmuz 1993’te Madımak Katliamı’nda katledilen Hüseyin Karababa da işte bunun mücadelesini veriyor. Karababa ve avukatı Özgür Piroğlu gazetemize Madımak Katliamı’nın neden Alevi Soykırımı kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini anlattı.

Hüseyin Karababa’nın avukatı Özgür Piroğlu, “Biz Madımak Katliamı’nı Alevi Soykırımı’nın bir parçası olarak görüyoruz. 1938’de Dersim’de başlayıp hala süren bir politika var. Dersim’de insanlar hem Alevi oldukları hem de Kürt oldukları için soykırım uygulamalarına maruz kaldılar. Bu yüzden Dersim’i hem bir Alevi soykırımıdır hem de bir Kürt soykırımı olarak görüyoruz. Madımak’a gelmeden biraz daha geriye baktığımızda Koçgiri, Çorum ve Maraş katliamlarını görüyoruz. Bunların tamamında ortak bir özellik var. Katledilenler Aleviler. Gazi Katliamı’nda da böyle oldu. Tüm bunlar bir arada değerlendirildiğinde bunun bir soykırım olduğunu kabul etmek gerek. Biz bunu söylerken birtakım çevreler suçun gerçek adını söylememek için başka çeşitli ifadeler kullanıyorlar. Bunu yapanlar arasında bizim çok da dışımızda olmayan çevreler de var. Yahu bu bir soykırım. Soykırım olduğunu söylemekten neden geri duruyorsunuz?” diyerek, artık Alevi Soykırımı hakkında herkesin etraflıca düşünmesi ve doğru temelde hareket etmesi gerektiğinin altını çizdi.

Katliam davasında Perinçek izleri

Piroğlu’nun “soykırım olduğunu söylemekten neden geri duruyorsunuz?” sorusunu hatırlattığımız Hüseyin Karababa, “Baştan başlamanın çok bir manası olduğunu düşünmüyorum. Aslında bu konu üzerinde büyük bir çatışma var. Çatışmanın kendisi baştan beri Doğu Perinçek’le ilişkisi olan dava avukatlarından kaynaklanıyor. Bunlar ilk on sene bu davanın avukatlığını yaptılar. Dava boyunca katliamı ‘devlete karşı işlenmiş bir suç’tur diye adlandırdılar. Avukatlar davayı devlete karşı işlenmiş bir suçmuş gibi, cumhuriyete karşı işlenmiş bir suçmuş gibi yürüttüler. Biz ailece bu duruma itiraz ettik. Bu katliamın Alevileri hedef almış bir katliam olduğunu söyledik. Katliamın olduğu yerde Pir Sultan Abdal’ın bir heykeli var. Heykel bir temsil taşır. O heykeli yıktılar mesela. Katliam burayı muhatap almış bir katliamdır” diyerek davanın belirli odaklarca manipüle edildiğine vurgu yaptı.

100 yıldır Alevileri katlediyorlar

Avukat Piroğlu gibi Alevilere dönük katliamlar silsilesini hatırlatan Karababa, “Ben 62 yaşında bir adamım. Çorum’da da Gazi’de de Tokat’ta da yoldaşlarım var. Onların başına gelenlerin aynısıydı bizim başımıza gelenler. Biz hep bunları gördük. Sırf bunun bir soykırım olduğunu dünyaya duyurabilmek için Hamburg’dan geldim. Bunun için uğraşıyorum” diyen Karababa, bütün bu katliamların organize ve sistematik işlediğini belirtti. Raphael Lemkin’in soykırım tanımından sonra 1945’te yapılan Nürnberg Mahkemesi’ne atıf yapan Karababa, “Soykırım tanımı ilk defa Nürnberg’te dava konusu oldu ve soykırımcılar yargılandı. 90 yaşındaki soykırımcıları arayıp bulup yargıladılar. Böylece soykırımın yasal zemini de oluşmaya başladı, kriterleri görünür oldu. Soykırım genel olarak, bir topluluğun, inanç grubunun ya da farklı düşünen bir toplumsal grubun planlı bir şekilde öldürülmesi, yerinden yurtlarından edilmelerini kapsar. İşte biz Türkiye’de Alevilere karşı da böyle bir şey olduğunu görüyoruz. İtinayla çizilmiş bir plan dahilinde 100 yıldır Alevileri katlediyorlar. Bizim soyadımız Karababa. Biz bu topraklarda doğduk ve bizi herkes tanır. Tarih boyunca bizi kendi toprağımızda kimse dövememiş. Ama Madımak’ta kızımızı yaktılar. Kızımızı yakmak ne demek?” ifadelerini kullandı.

Kılıçdaroğlu, Madımak’ın üstünü kapatacaktı

Alevilere dönük soykırımcı zihniyetin sistematik varlığının sürdüğünün altını çizen Karababa, 14 Mayıs ve 28 Mayıs Türkiye seçimlerinden yola çıkarak bu durumu açıklıyor: “Kemal Kılıçdaroğlu Sivas’a hiç gitmedi. Ha doğrusu, Sivas'ta miting yaptılar ama Madımak'a uğramadılar. Fakat Kılıçdaroğlu, 'ben Aleviyim' diyor. Ayağını bastığı tabanın altında, ayakkabısının altında Alevi kanı var. Bastığı yerden Alevi kanı çıkıyor. Kemal Kılıçdaroğlu neden Madımak’a gitmedi? Proje şuydu, Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanı olacaktı, Karamollaoğlu da onun yardımcısı olacaktı. Belki o zaman Madımak’a beraber gideceklerdi. Onu, bunu korkutacaklardı, kandıracaklardı. ‘Çocuğunu işe alacağım, şunu yapacağım, bunu yapacağım’ diyerek aileleri kandıracaklardı. Ailelere bunu barışçıl gibi gösterip katliama karşı olan öfkelerini söndüreceklerdi. Böylece soykırımın üstü de kapanmış olacaktı. Sadece Madımak’ın değil Çorum’un, Maraş’ın, Tokat’ın da üstünü kapatacaklardı. Oysa biz Karamollaoğlu’nun katil olduğunu ve ilk yargılanması gerekenlerden olduğunu söylüyoruz.”

Hüseyin Karababa

Avukatlar dosyayı AİHM’e taşımadılar

Hukuk mücadelesinin de bilinçli ve sistematik bir şekilde manipüle edildiğini vurgulayan Karababa, “Bakın bu davada Doğu Perinçek faktörü küçümseniyor ama organize eden Doğu Perincek ve ekibidir. Davaların avukatlığını alıyorlar. Maraş davasıyla Çorum davasını da aldılar, üstünü kapattılar. Davayı alıyorlar, dava üzerine bir kitap yazıp ‘Buyrun davayı kitaplaştırdık’ deyip üstünü kapatıyorlar. Ama bize aynısını yapamayacaklar” dedi. Resmi ideolojinin bu yolla şiddeti ve katliamları meşrulaştırıp iktidarını devam ettirme hesabı yaptığını ekleyen Karababa, resmi ideolojinin Kürt kartının artık yorgun olduğunu bu yüzden de enerjik bir düşman grubuna ihtiyaç duyduğunu ve Aleviliğin deşildiğini söyledi. Katliamın ana davasının uzun bir süre AİHM’e gitmediğine de değinip kimsenin bu konu üzerinde durmadığından yakınan Hüseyin Karababa, “Avukatlar gelip ‘Göndereceğim, göndereceğim’ dediler, anneleri kandırdılar, ama dosya bir türlü AİHM’e gitmedi. Binbir çabayla zar zor gönderdik AİHM’e. Avukatlar dosyayı göndermiyor, oyalıyordu” ifadeleriyle avukatların sorumluluğunu hatırlattı.

Uluslararası güçlerin de çıkarı var

Soykırım ortaklığında Avrupa’nın da payı olduğunun altını çizen Karababa, sözlerini şöyle sürdürdü: “Anadolu'nun göbeğinde Alevi anlayışına sahip yirmi milyona yakın bir toplum var. İnancı gereği biatçı olmayan, açık fikirli bu insanların varlığı elbette Almanya’yı da İtalya’yı da Yunanistan’ı da rahatsız eder. Burada herkesin ticareti var. Bu yüzden uluslararası güçler de ya destek oluyor ya sessiz kalıyor bu soykırıma.

Selçuklular’dan bugüne…

Şimdi geldiğimiz aşamada bu dava zamanaşımına uğramak üzere. Dolayısıyla sanıkların bulunup yargılanması gerek artık. Davanın sanıklara, bireylere indirgenmesine müsaade etmiyoruz. Bu bir soykırım çünkü Dersim, Koçgiri, Ortaca, Maraş, Çorum, Tokat, Sivas, Erzincan ve Gazi’ye kadar geniş bir katliamlar silsilesinden bahsediyoruz. Yani aslında bir toplumu temizleme hareketi tarihsel olarak devam ediyor. Selçuklular'dan bugüne süren bir akılla yürütülüyor.”

***

Katillere şans tanımamalıyız

Hüseyin Karababa, Madımak anmalarının artık suçluların bile gelip kendini temize çektiği bir seremoniye dönüşme tehlikesi olduğunu belirtip, “Ben kızımızın adını anı köşesinden çıkarttım. Ailelere de aynısını öneriyorum. Nasıl ki geçmişte katliama ortaklık edenler gelip orada günah çıkardıysa yarın da gelecekler. Ben bir gün Madımak'a Karamollaoğlu'nun da geleceğini düşünüyorum. Gelip çiçek koyacaklar. Katillere böyle bir şans tanımamalıyız” ifadelerini kullandı.

* * * 

Alevi katliamları

Koçgiri: Birinci Dünya Savaşı’nın akabinde Kürtlere verdiği hiçbir sözü yerine getirmeyen Türk tarafı, kuruluşuna hazırlandığı yeni ulus-devlet için bir imha planını devreye soktu. 1921 yılının başında Merkez Ordusu Kumandanı Nureddin’in imzasını taşıyan ve Alevi Kürtlerin “imha”sını da kapsayan iki genelge yayımlandı. Bunun üzerine Elîşêr Efendi’nin siyasi önderliğinde resmi tüm yolları kullanmalarına rağmen muhatap bulamayan ve sonuç alamayan Alevi Kürtler, ulusal hak talepleri için ayaklandı. Ayaklanmanın ardından taraflar arası müzakere görüşmeleri sürerken 13 Mart 1921’de Kumandan Nureddin’in harekete geçmesi için bir kararname yayımlandı. 11 Nisan’da aralarında Topal Osman çetesinin de bulunduğu Nureddin komutasındaki birlikler “Yak-Yık Harekatı”na başladı. 27 Mayıs’a kadar süren harekatın sonucunda en az 132 köy yakılıp yıkıldı, en az bin insan öldürülürken binlerce insan da yerinden yurdundan edildi.

Dersim: 4 Mayıs 1937’de Bakanlar Kurulu’nun “Tunceli Tenkil Harekatı” kararıyla başlayan ve sistematik olarak 1940 yılının sonlarına kadar süren katliamlarda 1939 tarihli resmi rapora göre en az 13 bin 806 kişi katledildi. Katliam kararının altında Türkiye Cumhuriyeti kurucu kadrolarının birçoğunun imzası bulunuyor. Alevi Kürt kimliğinin hakim olduğu Dersim’de çok sayıda askeri harekat, infaz ve idamla sistematik bir katliam yürütüldü. Öyle ki Tunceli Vali ve Kumandanlığı tarafından Elazığ’daki Turan Matbaasında 1938 yılında bastırılan “Tunceli bölgesinde yapılan eşkıya takibi hareketleri, köy arama ve silah toplama işleri hakkında kılavuz"da katliamın nasıl yapılacağı adım adım anlatılıyordu. Bu kılavuzda "Damlar taş ve topraktan ibaret olup yalnız tavan ve direkleri ve ağaç dalları vardır. Bunları yakmak güçtür. Ancak dam üstünden bir kısım toprak atılarak ağaçlar meydana çıkarılır. Toplanacak odun ve çalılar burada yakılmak suretiyle bina ateşe verilir. Oda kapısından içeriye odun yığarak ateşleme sureti ile genişletilir" gibi birçok ifadeye yer veriliyordu.

Erzincan, Zini Gediği: Dersim İsyanı’yla ilişkisi olduğu gerekçesiyle 6 Ağustos 1938 tarihinde Erzincan’a bağlı Kılıçkaya Köyü’nde 95 köylü kurşuna dizildi. Öldürülenlerin ailelerinin 2011 yılında mezarların ortaya çıkması üzerine resmi makamlara yaptıkları inceleme talepleri reddedildi. Katliam Dersim’le ilişkilendirildiği için ayrıca araştırılmadı ve zaman aşımı bahane edilerek verilen takipsizlik kararıyla katliamın üzeri örtüldü.

Malatya: 17 Nisan 1978 tarihinde Hamido olarak bilinen Hamit Fendioğlu’nun evine gönderilen bombalı paketin patlamasıyla Fendioğlu ailesinin 4 ferdi öldürüldü. Daha sonra Ülkü Ocakları eski Genel Başkanı Muharrem Şemsek ve beraberindekiler tarafından Ankara Nükleer Araştırma Merkezi’nden gönderildiği belirlenen bombanın patlaması sonrasında bir araya gelen yaklaşık bin kişilik ülkücü ve sağcı kalabalık 18 Nisan’da çevre illerden de insanların katılmasıyla on bini aştı. Milliyet gazetesinin 19 Nisan tarihli haberine göre belediye hoparlörlerinden “Din elden gidiyor, camilere bomba konuluyor” anonsları yapıldı. Bunun üzerine saldırgan kalabalık Alevi mahallelerine yöneldi. 20 Nisan’a kadar süren pogromda 3’ü çocuk 8 kişi öldürülürken yüzü aşkın kişi de yaralandı. Muharrem Şemsek ve arkadaşları kısa süre sonra serbest bırakıldı.

Maraş: 19 Aralık 1978 akşamı Maraş’ta bulunan Çiçek Sineması’nda “Güneş Ne Zaman Doğacak” adlı milliyetçi saiklerle çekilmiş filmin gösterimi sırasında salona patlayıcı atıldı. Daha sonra dönemin Ülkücü Gençli Derneği yöneticileri tarafından organize edildiği itiraf edilen bu olayın ardından Türk milliyetçilerinin kentteki Alevilere dönük saldırıları günden güne tırmanarak arttı. 20 Aralık’ta Alevilerin yoğunlukta olduğu bir kahve bombalandı. Sabri Özkan isimli Alevi yurttaş silahla öldürüldü. 21 Aralık’ta öldürülen Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu adlı iki öğretmenin 22 Aralık’taki cenaze merasimine MHP’li ülkücüler saldırdı. Çıkan olaylarda 2 kişi öldü, 39 kişi yaralandı. 23 Aralık’ta sol görüşlü kurumların binaları ateşe verildi. Belediye hoparlörleri ve camilerden yükselen "Kızıllar üç kardeşimizi şehit etti”, “Müslüman Türkiye”, “Bunların katli vaciptir” gibi çağrıların yanı sıra ülkücü kalabalık arasında yayılan “Aleviler suya zehir attı”, “Alevi mahallelerinde camiler yakılıyor” dedikodularının üzerine saldırılar kentteki Alevi mahallelerine yöneldi. 27 Aralık’a kadar süren pogromda en az 111 kişi katledildi.

Çorum: Pogromdan kısa süre önce Çorum’da il idarecileri neredeyse tamamen değiştirilerek yerlerine ülkücü ve sağcı kadrolar getirildi. 19 Mayıs 1980 tarihinde kendilerine “İslamcı Gençlik” diyen bir grup tarafından 19 Mayıs kutlamalarında kız öğrencilerin giydiği kıyafetler bahane edilerek yayımlanan bildiride “Ne mutlu canı ile, kanı ile, malı ile CİHAD edenlere” çağrısı yapıldı. 27 Mayıs tarihinde Gün Sazak’ın Ankara’da öldürülmesinin akabinde 28 Mayıs tarihinde Çorum merkezde toplanan kalabalıklar “Kanımız aksa da zafer İslam'ın" ve "Kana kan, intikam” sloganları atarak cadde üzerindeki solcu ve Alevilerin iş yerlerini tahrip edip yaktılar. 29 Mayıs’ta iyice artan saldırılar Aleviler ve Sünniler arasında çatışmalara dönüştü. Aylar süren çatışmalara asker ve polisler de katıldi, işkence pratikleri sergilendi. Temmuz ortasına kadar süren pogromda 57 kişi öldürüldü 100’den fazla kişi de yaralandı.

Gazi: Katliam, 12 Mart 1995’te Alevilerin çoğunlukta olduğu üç kahvehane ve bir pastaneye yapılan silahlı saldırıyla başladı. Kahvehanelerden birinde bulunan Alevi dedesi Halil Kaya’nın ölümüyle öfkelenen Gazi Mahallesi sakinleri Gazi Karakolu’na doğru yürüyüşe geçti. Karakoldan halkın üzerine ateş açıldı ve bu saldırıda da bir Alevi yurttaş yaşamını yitirdi. Yaşamını yitirenlerin cenazelerinin verilmemesi üzerine sonraki gün kentin her tarafından Gazi mahallesine akın eden 15 bin kişinin üzerine tekrar ateş açıldı ve 15 kişi daha katledildi. Yaşananlar Gazi Mahallesi’yle sınırlı kalmayıp 1 Mayıs mahallesine de taşındı. Burada da 14 ve 15 Mart tarihlerinde 5 kişi polis saldırısıyla katledildi. Toplam 22 kişinin katledildiği Gazi’de kahvehanelere ateş açanların kimliği tespit edilemezken katliamda yer alan polislerin yargılandığı dava 2000 yılında sonuçlandı. Bütün polisler beraat ederken yalnızca iki polise toplamda 4 yıl 32 ay ceza verildi.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.