Dersim’in efsane komutanı: Yılmaz Dersim

Dosya Haberleri —

Yılmaz Dersim

Yılmaz Dersim

  • Yılmaz Dersim, arkadaşlarının sırtını dayadığı bir dağ, yanında kendini güvende hissettiği güçlü bir komutan,  coşkun ve yerinde durmaz bir savaşçıydı. 27 yıl boyunca Kürdistan dağlarında savaştı, mücadele yürüttü. Onu mücadele arkadaşları ve kardeşi anlattı.

HAZIRLAYAN: TANYA YILMAZ 

Yılmaz Dersim. Tanıyan herkesin aklına adı gibi yılmaz mücadelesi, Dersim dağlarına olan bağlılığıyla gelen bir gerilla. 27 yıl boyunca Kürdistan dağlarında sömürgeci Türk devletine karşı özgürlük ve hakikat mücadelesi yürüttü. Dersim, Qoçgirî, Karadeniz ile Medya Savunma Alanları’nın birçok yerinde kaldı. Ayrıldığı Dersim’e her seferinde yeniden ve güçlenerek döndü. Dersim dağlarına olan aşkı, emekle, fedakarlıkla, hakikatle yoğrulmuştu. Bu aşkın hakkını fazlasıyla vermişti, terini ve kanını dökmüştü. Kürdistan halkına, arkadaşlarına, ağaçlarına, kayalarına, sularına sevgi dolu yüreğiyle dokunmuştu. Bu yüzden arkadaşlarının yüreğinde her zaman ayrıcalıklı bir yere sahipti. Mücadele arkadaşlarının anlatımına göre, arkadaşlarının sırtını dayadığı bir dağ, yanında kendini güvende hissettiği güçlü bir komutan, birlikte güldükleri hınzır bir çocuk, sevgi dolu ve aydınlatıcı bir yürek, coşkun ve yerinde durmaz bir savaşçı. 

Dersim’in efsane komutanı olarak tanımlanan Yılmaz Dersim, 10 Kasım 2020 tarihinde Dersim saha komutanıyken şehit düştü. Kardeşi ve arkadaşları, onunla yaşadıkları anları, anıları bazen gülerek bazen hüzünlenerek anlattılar. 

 

Yılmaz, Dersim’e, Dersim ona yakışıyordu

Sarya Rugeş Hakkari: Heval Yılmaz, kendisini bizde hep yaşatıyor birçok anısıyla, emeğiyle. Heval Yılmaz’ın anılarından bahsederken bütün arkadaşlar, hepimiz ağız dolusu gülüyoruz. Yani heval Yılmaz bıraktığı anılarıyla da bizi güldürüyor, güldürürken düşündürüyor, büyük komutanımız. Bir yanımız acıyla hep buruk kalsa da. Heval Yılmaz’ı tanımlamak, anlatmak hem çok kolay hem çok zor olabiliyor. Kolay olan yanı yaşamı, yoldaşlığı, komutanlığı çok sade, temiz ve mütevaziydi. Zor olan yanı ise heval Yılmaz’ın duruşunda, kişiliğinde çekici bir gizem, bir tılsım vardı. Yani Reber Apo’nun belirlediği iki katılım biçimi olan hem müritçe hem de ideolojik bilinçle katılmayı özümsemiş, kişiliğini bu ilkelerle en sade haliyle özlüce yoğurmuştu. Bu yüzden yoldaşlarına güneş kadar, ateş kadar sıcak, aydınlık veren ve çekici gelen bir komutanımızdı. Yani o, Dersim’e, Dersim ona yakışıyordu. O, Dersim’le, Dersim onunla o kadar güzelleşiyordu ki Dersim’i onsuz, onu Dersim’siz düşünemezdi insan. Heval Yılmaz’ı anlatmak zor oluyor. 

Kuşların sesi bana hep heval Yılmaz’ı hatırlatıyor

Bir gün cezaevindeki kardeşi onun için radyodan “Bizim Gençler Yılmaz Yılmaz” şarkısını istemişti. O da bu şarkıyı hiç dilinden düşürmeden söylüyordu. “Bizim Gençler Yılmaz Yılmaz diyordu. Bir seferinde de onunla operasyon içinde kalmıştık. Birkaç gün sonra keşife gidip döndüğümde, “Heval kuşların sesini duydun mu” diye sordu. O zaman anladım ki Heval Yılmaz kuşları, kuşların sesini çok seviyor. Ben de kuşları seviyorum. Ama şimdi kuşlar, kuşların sesi bana hep heval Yılmaz’ı hatırlatıyor. 

Heval Yılmaz’ı tanıdıktan sonra onda belirgin iki duygu bariz bir şekilde görülüyordu. Bir sevgi bir de öfke duygusuydu. Heval Yılmaz’ın değerlerine, Reber Apo ve şehitlere, yoldaşlarına, halkına, toprağına, Kürdistan’a olan sevgisi onu çok güçlü kılıyordu. Düşmana, zalime, zulme olan öfkesi de onu muazzam mücadeleci, direngen, savaşçı yani yılmayan Yılmaz kılıyordu. Zaten düşmana olan öfkesi de, değerlerine olan sevgisinden geliyordu. Heval Yılmaz’da bu iki duygu çok örgütlü bir hal kazandığı için yani çirkinliğe duyduğu öfkeyle güzellikler uğruna savaştı. Emeğini, terini ve kanını döktüğü topraklarda bu mücadelede hep güzelliklerle anılacak, yaşayacak ve yaşatılacaktır. Öyle ki mücadeleye katıldığından beri düşmanın korkulu rüyası haline gelen cesaretiyle bizimle ve PKK gerçekliğinde hep yaşıyor olacaktır. 

Denilir ki insanın kişiliği-karakteri doğup büyüdüğü coğrafyaya benzer. Bana sorulursa heval Yılmaz’ın kişiliğini Munzur suyuna benzetiyorum derim. Bu coğrafyanın çocukları Munzur suyunun insanı mest eden akışını dinlemiştir. İşte heval Yılmaz da Munzur suyu gibi bazen hırçın, coşkun bazen derin, suskundu. Bazen öfkeli, bazen şefkat ve sevgi doluydu. Bazen isyankâr, bazen yaşam dolu hümanistti ama hep berrak, duru ve şeffaftı ve hep akış halindeydi, dur durak bilmeden tüm engelleri aşarak. 

Biz de Kürdistan gerillaları olarak Apocu iradeyle Yılmaz ve Zîn yoldaşlarını inancını, inadını, bağlılığını ekmişiz yüreğimize, sonuna kadar direniş, geçit vermeyeceğiz bu faşizme. PKK direnişi zindanlarda da, dağlarda da bu faşist hükümetin hevesini kursağında bırakacaktır. 

 

O yanımızdaysa kendimizi güvende hissederdik

Dîcle Amed:2012 yılıydı. Bir gece Munzur vadisinin sarp yamaçlarından yürüyorduk. Dağlarda yeniydim. Arazi kumluk, biz yeni olanlar durmadan kayıyorduk. Heval Yılmaz, grubun başından sonuna kadar gider gelirdi. Yeni arkadaşların zorlandığını görünce hepsini tek tek o yoldan geçirdi. Ayak yerini elleriyle toprağı eşeleyerek yaptı, arkadaşlar düşmesin diye. Ellerinin incinmesini, yaralanmasını hiç düşünmedi. Ayağımı eliyle tuttu ve o hazırladığı yere koydu, “Buraya basacaksın” dedi. Çok etkilenmiştim. 

Heval Yılmaz, hep yeni arkadaşları geliştirmeye çalışıyordu. Mesela farklı askeri sorular soruyordu, kafamızı zorlamamızı sağlıyordu, sonra detaylarına kadar anlatıyordu. Aynı zamanda güven veriyordu. “Düşmanı küçük görmeyin ama kendinize de güvenin. Bir devrimci korkmalı ama korkak olmamalı. Korkun olursa tedbir alırsın düşmana karşı, ama korkak olursan savaşamazsın. Kolay şehit düşmemelisin” diyordu. 

O yanımızda oldu mu kendimizi güvende hissederdik. Onun güvenini verirdi, yaşatırdı. Heval Yılmaz’ın şehit düşeceğine inanmazdık. Bir yolunu bulur mutlaka arkadaşlarını, kendini kurtarırdı. İnatçıydı. Bir şey yapmak istedi mi yapardı. Arkadaşlarını motive eden, güven veren biriydi. Yoldaşça yaklaşırdı, her arkadaşla ilgilenir, geliştirmeye çalışırdı. Arkadaşları korumak, geliştirmek, düşmana karşı duracak hale getirmek yaklaşımı vardı. Mesela bize askeri ders verince, “bir gerilla artistik olmalı, mıy mıy gerilla olmaz. Dersim’desin kendine güvenmelisin” diyordu. 

Karadeniz’de aylarca tek başına kalmıştı 

Eylem Ronî: 2007 yazıydı. Heval Yılmaz’ı ilk o zaman gördüm. Kısa bir tişört giyinmişti. Saçları biraz uzundu. Kendi kendime, bu kimdir, tuhaf biri, dedim. Farklıydı. En önde yürüyordu. Ardında ise bir ordu arkadaş. Gerillada tişört giyinen birini ilk defa görüyordum, şaşırdım. 

Sonra birlikte yol yürüdük. Onunla yürümek hepimize güzel geldi. Şaka yapıyordu, küçük taşlar atıyordu bazen. Hareketleri sıra dışıydı. Batı’dan Doğu Dersim’e geçecektik. Heval Yılmaz hareket komutanımızdı. Arkadaşları bilgilendiriyordu, düşman pususu, gruptan kopma olursa ne yapılacak. Her şeyi anlatıyordu. Araziyi tanıtıyordu. Munzur suyundan geçerken “yüzme bilmiyoruz” dedik. Heval Yılmaz, “Ben Munzur suyunda büyümüşüm. Merak etmeyin sizi kurtarırım” dedi. Onunla yürümek güzeldi, her ayrıntıyı düşünüyordu.

O yıl Karadeniz’de yaralanmıştı, aç kalmıştı, aylarca ardına düşen yüzlerce askerle mücadele etmek zorunda kalmıştı. Gazetelerde haber yapmışlardı, oradan okumuştuk. O haliyle eylem dahi yapmıştı. Onu görmek özgürlük anıydı, farklı bir duyguyla onu beklemiştik. Sıcak bir yaz zamanıydı geldi, yaralıydı. Saçı uzamıştı, elbiseleri kirlenmiş ve yıpranmıştı. Zayıflamıştı, saçı sakalı uzamıştı. Bir yandan acı bir yandan sevinç. Sımsıkı sarıldık, ağladık. O da ağladı. Bize sarıldı, “Aylardır tek başımayım, arkadaşları çok özledim” dedi. Gece yarısına kadar yaşadıklarını anlattı. Çok zorluk yaşamıştı. Bizimle kaldı. Durmuyordu, görevlere geliyordu.  

2009 kış kampında yine birlikteydik. Kamp komutanımız heval Yılmaz’dı. O zaman yeni katılan savaşçılar vardı. Onların askeri ve ideolojik eğitimini üstlenmişti. Onlarla çok ilgilendi. Onlara gerillacılığı sevdirme, hazırlama noktasında çok çaba harcadı. Dersim uzak bir alandı. Düşman saldırılarıyla birlikte doğanın zorlukları var. Orada önünü açacak, yaşadıkların içinde sana nefes borusu olacak bir kimlik oluyor komutan. Heval Yılmaz bunu yapıyordu. Arkadaşlar ona olan sevgi ve saygısından güçlü katılıyor, güçlü savaşıyorlardı. Heval Yılmaz bir harç gibiydi, arkadaşlar ona tutunuyordu. Bir şakası bile moral yaratıyordu. Karşındaki düşmanın acımasızlığını anlatıyordu. İlgilendiği bütün arkadaşlarda eylemci ruh gelişiyordu. 

 

Arkadaşlara cesaret veriyordu

Edessa Munzur: Heval Yılmaz’ı önceden deli dolu bir arkadaş olarak duymuştum. Yine gözü kara, düşmanı vurmada çok cesaretli, özellikle askeri anlamda yoğunlaşması güçlü olan bir arkadaştı. 2012 baharında bir eylem zamanında tanıdım. Önceden duyduklarımın eksik kaldığını o süreçte anladım. Her detayı incelikli bir şekilde hesaplıyordu. O eylem anında riskli bir an geçirmiştim. Heval Yılmaz, bana bir şey olduğunu düşünüp hemen koşmuştu. Beni yüzüm gözüm çamur içinde görünce sadece gülmüştü. 

2012 kışını aynı yerde geçirdik. Kış sürecinde eğitimlerimiz güçlü geçiyordu. Tüm kış eğitimleri Önderliğin savunmaları üzerineydi. Yine yaşananlardan ders çıkarma anlamında güçlü tartışma ve yoğunlaşmalar oldu. Özellikle heval Yılmaz’ın pratik süreçlere katılımını görmüştüm. Eğitimde de yoğunlaşmalarının ne kadar güçlü olduğunu gördüm. Arkadaşlarla tek tek ilgileniyordu. Şöyle bir özelliği vardı. Erkek arkadaşların tek tek dünyasına girme, onları anlama, yardımcı olma, yoğunlaşmalarına yön vermek için ince yoğunlaşmaları vardı. Eğitime katılımı, ilgilenmesi belirleyiciydi. 

Her kış kampı gibi o kış kampında da özel günlerde anmalar, kutlamalar, moral etkinlikleri oluyordu. Heval Yılmaz hiç yönetici gibi üstte kalma, bürokratik yaklaşımları yoktu, yaşamsal katılımı vardı. Arkadaşlara cesaret veriyordu. Arkadaşlar özgüven sorunu yaşamıyordu, eğitime katılım konusunda ön açıcı oluyordu. 

Dersim’de güçlü komutan arkadaşlarımız şekillendi, pratik yürüttü. Bunlardan biri de heval Yılmaz’dı. Bizim için yaşarken de örnektiler, şehit olurken çizgi haline geldiler. Bu bir bütün Dersim kültüründen bağımsız değildi. O kültürün bir parçası haline geldiler, o yüzden Apocu ruhla bütünleştiler, o kadar güçlü oldular, o yüzden öncü oldular. Buna inanıyorum. 

 

Onun kalbimizdeki yeri hep ayrıcalıklıydı

Ladin Irmak: Heval Yılmaz’ı hepimiz çok severdik, onun kalbimizdeki yeri her zaman ayrıcalıklı olmuştu. Onunla yoldaşlık yapmak hayatı gerçekten hem eğlenceli hem de güzel kılıyordu. Onunla komutan savaşçı ilişkisinden çok hepimiz onunla önce yoldaş ve arkadaştık.

2008 yılıydı. Heval Yılmaz’la bir eyleme gitmiştik. Bir dinlenme zamanındaydık. Coğrafyanın güzelliği tüm bedensel yorgunlukları bir kenara atıyordu. Bir anlığına da olsa acılarını unutturuyor, hayatın güzelliğine ışık tutuyordu. Akşama kadar bu güzelliğin ortasında kalacaktık. Kahverengi dev çikolatalara benzeyen kayalıkların altında dinlenirken, dikişleri açılan ayakkabımı dikmeye başladım. Sadece iki ay olmuştu alalı ama hemen dikişleri sökülmeye başladı. Bilen bilir mekap ayakkabılar çok sağlamdırlar ama bu mekap taklidi olanlar ise ya çabuk yırtılıyor ya da kısacık bir süre içerisinde kaya gibi sertleşip ayağını incitmeye başlıyor. Bu arada mekap ile tıpa tıp aynı olan bu ayakkabı markasının adı Yılmaz’dı. İşte bu ayakkabıyı elime almış tamir etmeye çalışıyordum. İğneyi ayakkabıdan geçirirken acıyan parmaklarıma aldırmadan ayakkabı firmasına saymaya başladım. Ya heval bu Yılmaz ne kadar uyduruk çıktı, dememle yukarıdan gelen “Yılmaz kadar taş düşsün başına” sesine şaşırarak başımı yukarı kaldırdım. Çoğu zaman çocuk hınzırlığına sahip olan bizim heval Yılmaz’ın sesiydi. Biz onun varlığından habersiz sohbet ederken kayanın üzerinde oturmuş yukarıdan bizi dinlemişti. Aslında tüm konuştuklarımızın ne hakkında olduğunu ve sayıp sövdüğüm şeyin ayakkabı ve firması olduğunu da iyi biliyordu. Ama bizimle uğraşacaktı ya bu sözüm, ona koz vermişti. Şaşkın bakışlarla elimdeki ayakkabıyı göstererek, “Heval Yılmaz sen de iyi biliyorsun ki ayakkabıdan bahsediyorum” dedim. Biraz şakalaştıktan sonra kayanın üzerinden inip yanımıza geldi. 

 

21 gün beraber gözaltında kaldık

Erdoğan Sürgeç (kardeşi):  Yılmaz bir kurban bayramı günü doğmuştu. Annem ona İsmail peygamberin adını vermişti. Benim peygamberim derdi hep. Hiperaktif bir çocuktu, yerinde duramazdı. Haylazlıkları olsa da gerçekten peygamber gibiydi. Haylazlıkları bile tatlıydı, onun haylazlıklarına kimse kızmazdı. Lise 1. sınıfa başlamıştı 15 yaşındaydı. Bir gün evi polis bastı Yılmaz'ı (İsmail) gözaltına alacaklarını söylediler. Çocuktu, şaşkındı, düşman gerçekliğiyle ilk kez karşılaşıyordu. Ben ve annem üstünü giyindirirken bir yandan da sakın bir şey söyleme, bir şey kabul etme, hep bilmiyorum dersin, diyorduk. Bir yandan da moral vermeye çalışıyorduk. Gözaltına alınmadan önce benden kendisine spor ayakkabı almamı istemişti. O sıralar bir restoranda çalışıyordum. Köyden şehre yeni taşınmıştık, ailece ekonomik olarak zorlanıyorduk. O vakit sonra alırım demiştim. Gözaltına alınınca ertesi gün gidip hem spor ayakkabı hem de bir takım spor eşofman aldım, çıkınca giysin ve isteğinin yerine geldiğini görsün diye... Bir haftalık gözaltı süreci sonrası serbest bırakılmıştı, büyük bir sevinçle eve gitmiştim. Annem banyosunu yaptırmıştı, kanepede uzanıyordu. Beni görünce gülümsedi sımsıkı sarıldık birbirimize. Bana dedi, demek spor ayakkabı alman için gözaltına alınmam lazımmış. Dedim bak bir de eşofman takımı aldım sana. Çocuk yaşta gözaltına alınmasının hüznünü ve sonra serbest bırakılmasının sevincini bir arada yaşamıştık. 

Yine 1993'te Yılmaz'la birlikte gözaltına alınmıştık. 21 gün gözaltı süreci yaşadık ve akabinde serbest bırakıldık. Aile üzerinde yoğun bir baskı vardı. Yılmaz lise ikinci sınıfa gidiyordu. Baskıların artması sonucunda aile Yılmaz'ı Dersim'den Sakarya'da yaşayan ağabeyimin yanına gönderdi. İki ay sonra da ben gittim. Yılmaz beni görünce çok sevinmişti. Çünkü onunla ilişkimiz klasik aile ve kardeş ilişkisini aşan bir ilişkiydi. Yılmaz ile birlikte her işimizi yapardık. Birlikte evi temizler, çamaşır yıkardık, beraber gezerdik vs. Bu onu biraz rahatlatmıştı. Ama içinde hep Dersim'e dönmek vardı. Bir süre daha bekle diyerek her defasında ikna ederdim. Sakarya’da milliyetçilik ve ırkçılık çoktu. Kürtleri hiç sevmezlerdi. Zaten o vakitler haftada ortalama iki-üç asker cenazesi geliyordu oraya. Her gelen cenaze sonucu Kürtlere olan düşmanlık katmerleşerek artıyordu. Bir gün minibüsle işe giderken Yılmaz'ı sahil yolunda yürürken gördüm. Yılmaz da o sıra ağabeyimin çalıştığı inşaatta ona yardımcı oluyor. İşe gidiyor diye düşündüm. Akşam işten eve döndüğümde ağabeyim Yılmaz'ın işe gelmediğini ve her yere baktığını bulamadığını söyledi. Kafamda bin bir soru işareti oluştu. Sonuçta yabancı bir yer ve Kürtlere olan düşmanlığı görüyordum. Sonra İstanbul'daki akrabalarımızı telefonla aradık ve orada olduğunu öğrendik. Sakarya’da dayanamamıştı. İstanbul’da çevre çoktu, oraya gitmişti. Anısı önünde saygıyla eğiliyorum.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.