Devleti çözüme zorlamak

Forum Haberleri —

Barış

Barış

  • AKP ve MHP raporlarındaki ön şartlar, çözümün gelişmemesi için üretilmiş gibi duruyor. Türk devleti ve siyaseti sorunu çözmeye karar vermiş mi vermemiş mi, bu netleşmiş değil.

ZİLAR STERK

Türkiye’deki siyasi partiler, süreç konusunda raporlarını TBMM bünyesindeki “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu”na sundular. Siyasi parti raporları, basında işleniyor. Sürece ilişkin rapor hazırlama ve görüşlerini sunma konusunda önemli bir ilginin olduğu anlaşılıyor. Mecliste grubu olmayan bazı partilerin de rapor sunmuş olması, bunu gösteriyor. Ancak süreç tartışmalarına katılım konusunda gösterilen bu ilginin, çözümün gelişimine ne kadar evrildiği ise hazırlanan raporların kendisinden çok daha önemli bir konu oluyor. Türkiye’nin en köklü sorunu olan ve Cumhuriyet tarihinin bütün bir yüzyılına yayılmış olan Kürt sorunu gibi kangrenleşmiş bir sorunun çözümü için çalışılıyor. Böyle yüz yıllık bir sorunu ele alıp çözümünü geliştirmek, elbette ütopik değil realist bir perspektiften bakmayı ve yaklaşmayı gerektiriyor. Bu anlamda söz konusu siyasi parti raporlarında birbirinden çok farklı tanımlamaların ve yaklaşımların olması anlaşılırdır. Ancak anlaşılır olması, haklı oldukları ve kabul görülecekleri anlamına gelmez. Nitekim söz konusu raporlar; Türkiye siyasetinin Kürt sorunu konusunda ne kadar tutucu, dogmatik, sabit fikirli ve değişmez olduğunu bir kez daha ortaya sermiştir.

Çözümsüzlüğün ön şartları

Öncelikle bu raporların özetlerine bakınca, bazı sorular sorma ihtiyacı ortaya çıkıyor. Örneğin raporların içeriğine bakınca, diyorsun ki gerçekten böyle bir süreç niye başlatıldı? Çözümün önünü açacak bazı akla yatkın değişiklik ve düzenlemelere gidilmeyecekse, o zaman böyle bir süreç neden tekrar başlatıldı? MHP lideri Devlet Bahçeli, 22 Ekim 2024’te TBMM kürsüsünden Önder Apo’ya o çağrıyı niye yaptı? Nitekim o çağrının ardından Önder Apo da MHP liderine, tarihi 27 Şubat 2025 çağrısıyla çok samimi bir cevap vermişti. Ardından PKK, kongresini topladı ve silahlı mücadele stratejisini terk ettiğini ve örgütsel yapısına son verdiğini açıkladı. 11 Temmuz’da da tüm dünyanın gözü önünde silahlar yakıldı. Daha sonra Bakur’dan ve Başûr’daki bazı temas riski olan alanlardan gerilla gruplarının çekildiği dünyaya duyuruldu. Şimdi AKP ve MHP raporlarına bakıyorsun, sanki atılan bu adımların hiçbiri atılmamış gibi bir yaklaşım var. Kürt Özgürlük Hareketi’nin atmış olduğu bu adımları görmezden gelen ve yok sayan bir yaklaşım var.

AKP ve MHP, raporlarında ortaya koydukları ön şartlar konusunda söz birliği etmiş gibi görünüyorlar. Ne diyorlar? Önce silahları bıraksınlar ve kendilerini feshetsinler. PKK zaten bu kararları aldı. Bunun garantisi, 12. Kongre kararlarıdır. PKK diye örgütsel bir yapı artık yok. Ulusal kurtuluşçu silahlı mücadele stratejisi de artık yok. Devletin ilgili kurumlarının bunu birbirine raporlamamış olması ya da bu konuda Özgürlük Hareketi’ne güven duymuyor olmaları kendi sorunlarıdır. Ama kendi sorunlarıdır deyip bırakmak da olmaz tabi.

Bu kadar büyük ve zor bir sorunun çözümünü geliştirirken, devletin sadece mekanik ve pozitivist yaklaşımlarıyla sınırlı bir çerçevede ele almak, atılmak istenecek her adımın başında-sonunda tıkanmayla yüzyüze kalınmasına neden olur. Şu anda çözülmeye çalışılan sorun, öyle bir sorundur ki, bunu devletçiliğin basma-kalıp doğmalarından kurtularak ele alma ihtiyacı var. Yine güçlü ve egemen devlet olma kompleksinden kurtularak ele alma ihtiyacı var. Aksi takdirde devlet ve siyaset cephesinden bir milimlik bir ilerleme bile sağlanamaz. Nitekim gelinen noktada hala, raporlarda “önce silahların teslim edilmesi gerekir” deniliyor. İyi de; elli yıldan beri savaşan ve tarifsiz bedeller ödeyen büyük bir mücadele hareketine, demokratik siyaset kapılarını açmadan ve bunun hukuki zeminini oluşturmadan “önce gel silahları teslim et” demek, ne kadar akla yatkın ve adaletli bir çözümdür? Ortadoğu koşullarında ne kadar pratik karşılığı olan bir çözümdür? Adeta çözümün gelişmemesi için bu ön şart üretilmiş gibi duruyor. Türk devleti ve siyaseti, gerçekten bu sorunu çözmeye karar vermiş mi vermemiş mi, bu tam netleşmiş değildir. Çünkü bir sorunu çözmeye karar veren, onun yolunu ve yöntemini geliştirmeyi de bilir. Gerçekten bir sorunu kararlı bir biçimde çözmek istiyorsanız, o zaman nasıl çözülmeyeceğine değil de, nasıl çözülebileceğine odaklanırsınız ve bunun için gece-gündüz çalışır-çabalarsınız.

Kürt halkının talepleri

Rapor sunan siyasi partiler sorunun çözümü için gerekli kararlılığı göstereceklerse, o zaman kafa kafaya verip mevcut raporları aşan, gerçek çözüm odaklı ortak bir rapor için çalışmalılar. Böyle çözüm odaklı ortak bir komisyon raporunu ise en başta da sorunun birinci muhatabı olan Kürt halkının taleplerini hesaba katarak hazırlamak gerekir. Nitekim İmralı’da Önder Apo ile kalmış ve biri 30 yıl diğeri 33 yıl zindan yatmış olan Veysi Aktaş ve Çetin Arkaş’ın yapmış olduğu halk toplantılarında Kürt halkı istem, talep ve beklentilerini çok açık dile getirmiştir. Yine DEM Parti’nin gerçekleştirdiği halk buluşmalarında da halkın benzer istem ve talepleri açıkça dile getirilmektedir. Dolayısıyla TBMM bünyesindeki süreç komisyonu, hazırlayacağı ortak raporda halkın bu talep ve beklentilerini dikkate almak durumundadır. Çünkü Kürt halkının talepleri son derece realist ve olgusaldır. Maddi alt yapısı olan ve gerçekleştirilebilir taleplerdir.

Amed’den Türkiye toplumuna mesaj

Bu arada Türkiye toplumu ne istiyor, bunu sahiden bilmiyoruz. Ne devlet adına ne hükümet adına ne de bu işin sorumluluğunu birebir üstlenmiş olan MHP adına Türkiye toplumuna gidilmedi. Süreç toplumsallaştırılmadı. Süreç hakkındaki gerçekler, Türkiye toplumuna objektif olarak anlatılmadı, bilgilendirilmedi. Elli yıldan beri oluşmuş bazı önyargıların aşılması temelinde, Türkiye toplumu içerisinde herhangi bir çalışma yürütülmedi. Tersine Kürt Özgürlük Hareketi’nin, sürecin önünü açma temelinde atmış olduğu adımların Türkiye toplumuna doğru ve objektif yansımasına bile müsaade edilmedi. Hem iktidar medyası hem muhalefet medyası bu konuda resmen engelleyici bir rol oynadı ve bu olumsuz rolünü hala sürdürüyor. Oysa Türkiye toplumu, barış ve kardeşlik ortamının gelişmesine ve bu yönlü bir çözüme, son derece yatkın bir toplumdur. Kürt-Türk ilişkilerinin tarihsel sosyolojisi itibariyle her iki halk da buna yatkındır.

Tüm bunlar, elbette süreç hakkında niyetleri sorgulatıyor. Fakat bazı tarihsel süreçlerin ortaya çıkardığı toplumsal enerji, zamanla o süreci yürütenlerin niyetlerini aşma gücüne de ulaşabiliyor. Tabi bunun için toplumun kendi demokratik iradesini ihtiyaç duyulan zamanda ve görünür bir biçimde ortaya koyması son derece önemlidir. Şimdi tam da TBMM’deki süreç komisyonunun ortak rapor hazırlayacağı bu günlerde, Kürt halkının talep ve beklentilerini daha etkili ve yüksek bir sesle dile getirmesi önemlidir. Tam da böyle bir süreçte planlanan 4 Ocak Amed mitingi, böyle etkili bir rol oynayabilir. Kürtlerin süreç hakkında istem ve taleplerini dile getirecekleri demokratik ve kitlesel bir platforma dönüştürülebilir. Hatta Amed miting meydanından, Türkiye toplumuna da güçlü bir mesaj verilebilir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.