E-reçete: İnkârın son örneği

Cihan DENİZ yazdı —

  • Mesele sadece bir halkın sağlığı ile ilgili olmanın ötesinde bizzat o halkın varlığı ile ilgili bir sorundur; ona dönük tahammülsüzlükle ilgili bir sorundur. Tam da bu nedenle bu duruma bir avuç tutarlı demokrat, aydın dışında hiç kimseden beklenen güçlü tepki gelmedi. 

Sistemin özüyle, ona rengini veren karakteriyle yani tekçilikle hesaplaşmadan, sadece belli bir iktidarın o ya da bu uygulamasına karşı çıkarak ne demokrat olunur ne de özgürlükçü. Bu, yaşadığımız coğrafyanın bir türlü demokratikleşememesinin, bir türlü özgürlüklerin halkların yaşamının bir parçası olamamasının en temel nedenidir.   Çünkü bir avuç tutarlı demokrat, gerçek aydın dışında kimse konfor alanının dışına çıkmaya cesaret edip iktidarın gerçekliğiyle yüzleşmeye yanaşmıyor.

Bırakın terk edilmeyi, terk edilmesi hayal bile edilemeyen konfor alanlarının başında Türklük sözleşmesi gelmektedir. Türklük Sözleşmesi, bu coğrafyada toplumun, bireylerin aydınların, siyasetçilerin düşünsel dünyasının kodlarını, sınırlarını belirlemektedir. Özgürlük ve demokrasi için bu sözleşmenin belirlediği sınırların ötesine geçmek, onun ötesi için mücadele etmek gerekir.

Aşılması gereken sınırların en önemlilerinin başında da Kürtçe ve Kürtçe’nin resmi olarak tanınması gelmektedir.  Kürtçe karşısında tutum, Kürtçe'nin resmi tanınma talepleri karşısındaki tepkiler, bu coğrafyada demokrat olmanın, özgürlükleri savunmanın turnusol kağıtlarından en belirleyicilerinden biridir. 

Kimse, mevcut iktidara ne kadar karşı olursa olsun, onu ne kadar baskıcılıkla, diktatörlükle suçlarsa suçlasın, Kürtçe üzerindeki baskı ve engeller karşısında ve daha genel anlamda sistemin tekçiliği karşısında da aynı tavrı tutarlı bir şekilde göstermezse, onun demokratlığından, özgürlükçülüğünden söz etmenin imkanı yoktur. Her fırsatta iktidarı toplumun yaşam tarzına müdahale etmekle suçlayıp ama aynı zamanda bir halkın dilinin resmen tanınmasına karşı çıkarak, onun kamusal alanda kullanılmasını varoluşsal bir tehdit olarak görerek  demokrat olunmaz, özgürlükçü olunmaz. Olunsa olunsa iktidarın özü bir görüntüsü farklı bir kopyası olunur. 

Tersten söyleyecek olursak da; Kürtçe karşısındaki sistematik inkarcılık, bu coğrafyadaki tekçiliğin en önemli destek noktalarının başında gelmektedir. Mevcut şekliyle sitemin varlığının en önemli dayanak noktası Kürt varlığının, dilinin inkarıdır. “Türkçe konuş, çok konuş” bu sistemin adeta tunç yasasıdır.

Ama özü ve karakteri asla değişmese de sistem, belli dönemlerde, halkların verdiği mücadeleler karşısında geri adımlar atmak zorunda kalmaktadır. Ama bu adımlar, tamamen zorunluluktan atıldığı, en ufak bir samimiyet barındırmadığı için, ilk fırsatta geri alınmak ve tekçi ve inkarcı özü yeniden eskisi gibi kurmak için fırsat kollanmaktadır. Mevcut iktidarın genelde Kürt Sorunu ve özelde de Kürtçe karşısındaki tutumu, “Türk” modernleşme tarihinde karşımıza çıkan sayısız örnekle çıkan bu anlayışın tipik bir örneğidir. 

“Samimiyetsizlik”, “fırsatçılık”, “takiyye” bu anlayışın karakteristik özelikleridir ve bunlar en ufak bir gelişmede, en ufak bir ayrıntıda kendini hemen dışarı vurmaktadır. Bir dönem iktidarın en büyük reform olarak adeta halklarla alay ederek övündüğü Kürtçe’nin “özgürce” konuşulduğu cezaevlerinde bugün mahpuslar hakkında aralarında Kürtçe konuştukları gerekçesiyle disiplin soruşturmaları açılmaktadır; gönderilen Kürtçe kitaplar ve mektuplar için mahpuslardan çeviri parası istemekte ve bu verilmezse kitaplar onlara teslim edilmemektedir; mahpusların haklarında açılmış disiplin soruşturmalarında Kürtçe savunma vermelerine “Türkçe bildikleri” gerekçesiyle izin verilmemektedir.

Kürtçe karşındaki inkarcı anlayışın son örneği, Sağlık Bakanlığı tarafından verilen e-reçetem hizmetine eklenen 5 dil arasında Kürtçe’nin yer almamasıdır. Sisteme İngilizce, Fransızca, Almanca, Rusça ve Arapça eklenirken Kürtçe'nin dahil edilmemesine yönelik tepkiler ve eleştiriler karşısında, kendisi de Kürt olan Sağlık Bakanı’nın tepkisi, Kürtçe'nin sisteme dahil edilmesinden de daha acı ve Türkiye gerçeğini tüm çıplaklığı ile gözler önüne sermesi açısından oldukça öğreticidir. Bakana göre, Kürtçe'nin e-reçetem sistemine dahil edilen diller arasında yer almamasının sebebi, bunun yabancılar ve turistler için yapılan bir uygulama olmasıymış.

Anadili Türkçe olmayan mülteci, işçi, öğrenci, turist, yeni vatandaşlık almış bu coğrafyada yaşayan herkes için sağlık hizmetlerine anadilinde erişim olmazsa olmaz bir haktır ve kimse bu haktan muaf tutulamaz.  Ama bu sadece bu coğrafyaya sonradan gelmiş olanlar için, turistler için değil ama aynı zamanda bu coğrafyanın tüm kadim halkları için de bir haktır. Yaşanan ise maalesef bunun tam tersidir. Birkaç yıldır bu coğrafyada yaşayan örneğin Ruslara bu hak tanınırken, binlerce yıldır anayurdu bu coğrafya olan Kürtler gayet rahat bunun dışında bırakılmaktadır. Bu, tam da yukarıda tanımladığımız anlayışın bir dışa vurumudur ve anlamak isteyene çok şey anlatmaktadır.

Dolayısıyla da, mesele sadece bir halkın sağlığı ile ilgili olmanın ötesinde bizzat o halkın varlığı ile ilgili bir sorundur; ona dönük tahammülsüzlükle ilgili bir sorundur. Tam da bu nedenle bu duruma bir avuç tutarlı demokrat, aydın dışında hiç kimseden beklenen güçlü tepki gelmedi. Sözde muhalif birçok kesim sessizlikleriyle iktidar ile aslında farklı bir zeminde olmadığını gösterdi. 

Tüm bunların karşısında yapılması gereken ise, yazının başına dönerek söyleyecek olursak, mevcut iktidardan rahatsız olan herkesin yapması gereken kendi konfor alanlarını ederek, Türklük Sözleşmesi’nin çizdiği sınırları parçalayarak vereceği ortak bir radikal demokrasi mücadelesidir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.