Enkidu! Sen nasıl uygarlaştın?
Forum Haberleri —

Enkidu
- Belki de yeni bir uygarlık, Enkidu’nun yaptığı hatayı yeniden yapmamakla başlar. Belki de yeni bir uygarlık, Gılgamış ve Enkidu arasındaki ilişkiyi derinden çözümlemekle başlar.
MEHMET ERBAY
Neden hala Gılgamış Destanı bu kadar güncel?
Destanın yazılı tarihi dört bin küsür yılı buluyor, muhtemelen sözlü olarak gelişen tarihi ise çok daha eskilere dayanıyor. Bu atom çağında neden hala bu kadim destanı konuşuyoruz. Çünkü Gılgamış destanı insanlığın bilinen ilk evren kurucu metni.
İnsanlığın tarihinde bir “sapma” var ise, muhtemelen bunun cevabı bu destandadır. Çok netameli bir alan Gılgamış destanı… Aslında dikkatlice okunduğunda insanlıkla ilgili çok fazla şeye değiniyor: iktidar, ölüm, kadın, dostluk, aşk, doğa, kültür… Dolayısıyla insanlıkla ilgili ne ararsak var bu destanda. Ama bence bu destanın ya da başka bir deyişle bu büyük anlatının en önemli özelliği araştırmacıya bir çok soruyu sordurmasında yatar. Bu sebeple bazen belki de sorular cevaplardan çok daha önemlidir.
Benim sorum şu: Eğer ki içinde yaşadığımız uygarlık biçimi insana ve doğaya çok da yaşam imkanı sunmuyorsa bunun asıl sebebi nerede aranmalı?
Enkidu ve Uruk/Gılgamış arasındaki ilişkinin çözümü bize yeni bir uygarlık yaratımıyla ilgili olanaklar sunabilir mi?
Enkidu biz insanlığın doğadan kopmuşluğunun ilk sembolik karakteri. Çünkü Enkidu başlangıçta doğaya içkin bir varlıktır. İçkin ne demek? İçkin doğayla hemhal olmak demektir. Güç ve hiyerarşi olmadan onunla (doğayla) beraber akıp gitmek demektir. Enkidu zamanın evvelinde hayvanlarla ve doğayla bir ve aynı yaşıyordu destana göre, bu nokta çok önemlidir, çünkü her bir tekil varlık kendi kudret miktarınca yaşamın içinde varoluyordu, dolayısıyla insan ve hamam böceği arasında nitelik olarak bir fark yoktu ama ne zamanki Uruk kentinin sakinleri ile karşılaştı Enkidu, işte o zaman bir şeyler değişmeye başladı.
Bu yanlış karşılaşma sebebiyle doğa ve uygarlık karşı karşıya geldi. Daha doğrusu uygarlığın kendini nasıl doğaya karşıt bir şekilde konumlandırdığını anlamış bulunuyoruz. Yanlış karşılaşma diyorum çünkü Enkidu, Gılgamış’ın doymak bilmez güç arzusunun kölesi haline geliyordu. Enkidu açısından ironik olan kendisini bir Tanrıça oğlu ile dost görmekti. Oysa Enkidu bilmeliydi ki; dostluk ancak eşitler arasında mümkün olabilirdi.
Gılgamış uygarlığın zorba tarafını temsil ediyordu. O, zalimdi ve halkının istemediği bir kraldı.
Tam da bu noktada sormak gerekir uygarlık nerede başladı? Şehir surlarının örüldüğü yerde mi? Yazının keşfiyle mi (yani destanın kendisi)? Yoksa bir insanın, doğayla olan bağını kaybettiği o an’da mı?
Gılgamış Destanı’nı okurken bu sorulara bir cevap ararsanız, karşınıza Gılgamış’tan önce Enkidu çıkar. O, doğanın içinden gelen bir insan, insan diyorum çünkü öyle ya eğer hayvanları yok etmek için kurulan tuzakları bozuyorsa şayet, eşitleyici bir bilinç var demektir onda.
Hayvanlarla birlikte yaşayan, suyu onlarla paylaşan, avcıların tuzaklarını bozan biri Enkidu. Enkidu, bu haliyle insanın doğayla uyumlu hâlinin simgesi gibidir.
Ama sonra bir kadın çıkagelir, tabii öyle alelade çıkıp gelmez bu kadın, hikayede bir misyonu vardır. Bu kadın İnanna tapınağının bir müridi. İşte netameli olan durumlardan biri de budur. İnanna aşkın ve şehvetin sembolü olduğu kadar aynı zamanda kültürün de sembolüdür. Yani İnanna kültür dağıtıcıdır. Enkidu onunla birlikte olur. Ve bu birliktelikten hemen sonra hayvanlar artık ona yaklaşmaz olur.
Bana göre insanlığın ilk ve en büyük trajedisi burada başlar. İnsan ve doğa arasındaki birleştirici arkaik dil bozulmuştur ve artık insanlar arasında tekil lisanlar başlamıştır. Bundan çıkan sonuç: İnsan doğadan geldiği halde artık kendini doğanın üzerinde var etmeye başlamıştır.
Bu manada kadın sembolik olarak kültürü temsil eder, ancak kültür doğaya içkin değil, aşkındır. Yani kültür doğanın dışındadır. Enkidu kadının verdiği kültürlenme sayesinde giyinir, ekmek yer, dillenir ve böylece artık buradan itibaren onun için uygarlık hikâyesi başlar. Enkidu'nun değişimi bir kopuşun hikâyesidir (ilk yaptığı işlerden biri Gılgamış ile beraber doğanın koruyucu tanrısı Humbaba’yı öldürmek olur). Farklı bir ifadeyle söylecek olursam Enkidu doğadan “sapan” insanlığın hikayesinin kişiselleşmiş halidir.
Gılgamış doğayla uyumlu bir varlık değildir, geleneksel kültürün bir ürünüdür o, dolayısıyla o, fethetmek ister, güç kazanmak ister ve son olarak ölmemek ister.
Netameli dedim ya, uygarlık kavramı haddinden fazla netamelidir. Çünkü; aynı uygarlık hem Shakespeare’yi hem de Hitler’i yaratmıştır.
Bugün geldiğimiz noktada, doğayla ilişkimiz Enkidu’nun başına gelenleri anımsatıyor. Yalnızca onun gibi giyindik, konuşmayı öğrendik, şehirlerde yaşadık diye değil; aynı zamanda onun gibi doğayla bağımızı kaybettik. İnsanlar arasında hiyerarşiler kurduk, kadını ikincil sınıf insan haline getirdik, nehirleri kuruttuk, dağları deldik, ormanları yaktık…
Bu yüzden hayvanlar artık bize yaklaşmıyor ve doğa artık bizimle ilişki kurmuyor. Belki de haklılardır.
Başta Gılgamış olmak üzere Uruk insanının kurduğu uygarlık demokratik olarak bir arada yaşamaya aykırıdır. Bütünleştiren değil, aksine ayrıştıran bir noktadadır. Sınıfı, cinsiyeti, hiyerarşiyi ve sömürüyü yaratmıştır ve bütün bunlar bugün dahi bütün insanlığın baş belasıdır.
Ve ne yazık ki bu anlatı insanlığın sanki tek olası biçimiymiş gibi binlerce yıldır anlatıla geldi egemenler tarafından.
Ancak ne mutlu bize ki; yeni bilim ve eleştirel düşünce bu ve bunun benzeri gibi eski, köhnemiş kabulleri sarsıyor. Kuantum fiziği, ekoloji, jineoloji bize artık hiçbir şeyin tek başına var olamayacağını ve hiçbir şeyin tek başına yaşamını sürdüremeyeceğini anlatıyor.
Varlık ilişkidir ve bağlantıdır. Bu yeryüzünde yalnız yaşamaya mahir değiliz. Hiçbir zaman da olmadık. Doğa, insan ve yaşam bir bütündür.
Enkidu bunu bilen bir karakterdi. O, yaşamdaştı. Hayat, onun için doğayla sürdürülmesi gereken bir ortaklıktı. Bugün bir aradalık ve ortaklık veya birlik dediğimiz şey onun doğasında zaten vardı. Ama o da tıpkı Gılgamış gibi güç tutkusuna yenik düştü.
Biz ise Enkidu’nun bu dönüşümünü önce unuttuk, sonra inkâr ettik.
Şimdi hatırlamaya başladık. Geç de olsa.
O yüzden Enkidu’yu hatırlamak bugünün meselesidir. Gılgamış gibi ölümsüzlüğün peşine düşmek değil belki, ama başlangıçtaki Enkidu gibi yaşamanın ne demek olduğunu düşünmek gerek. Doğayla kavga etmeden, onunla birlikte yürümeyi yeniden öğrenmek gerek.
Çok basit bir gerçeklik bu; doğa yoksa, yaşam da yoktur.
Belki de yeni bir uygarlık, Enkidu’nun yaptığı hatayı yeniden yapmamakla başlar. Belki de yeni bir uygarlık, Gılgamış ve Enkidu arasındaki ilişkiyi derinden çözümlemekle başlar.
Demokratik Modernite artık yürümeyen, uçuruma doğru sürüklenen bu eski uygarlığa bir çözüm olabilir mi? Olabilecekse nasıl?
Bunların cevabı ne olabilir diye düşünmek, derinleşmek gerekiyor ama her şeyden önce yeni sorular sormak gerekiyor. Başta dedim ya, bu tarz büyük metinler doğru soruları sormayı öğretir.
Başlangıç ve son bu destanda gizlidir, onu açığa çıkarmak gerekiyor.







