Eziyet

Serpil ODABAŞI yazdı —

  • Kadına yönelik taciz-tecavüz ifşalarının  gündem olduğu bu günlerde ben de uzun yıllar önce öykü yazarı bir arkadaşıma anlattığım Eziyet’in öyküsünü  paylaşmak istedim.Failleri belki bir gün utanır, belki bir soru sorar, gibi safça bir ümitle..

SERPİL ODABAŞI

Her sokağın kendi ritmi vardır, farkında olmadan geçer gidersiniz. Aynı insanlar hep aynı saatte sokağın başında görünür, bir apartmanın altındaki depoya aynı dakikalarda kolilerle malzemeler taşınır, aynı anda kahvehanenin bitişiğindeki yemek fabrikasından kocaman çelik kaplarla yemekler yüklenir araçlara, bir anne evinin kapısı önünde bekler, okul servisi geçer aynı dakikalarda. Her evin de bir ritmi vardır, yaşayanları bilir. Sabah aynı saatlerde pencereler açılıp odalar havalandırılır, belki balkon, belki kapı önleri yıkanır, akşam hava kararınca lambalar yakılır.
Henüz doğmamış bebeklerin de anne karnında bir ritmi vardır. Saat ve saat, gün ve gün büyürler, açmaya hazırlanan bir tomurcuk gibi koklanacakları anı beklerler. Daha doğmadan çok şey bilirler, hissederler.
Eziyet, sokağın, sıcak evlerin ritmini bilmiyor. Tek bildiği anne rahmine düştüğü ilk andan itibaren korunağının yüzeyine usulca çarpıp durgun nehirler gibi akan yaşların iyi bir şey olmadığı. Tek güzel söz işitmedi. Tomurcuğa durmuş binlerce çiçek açmadan koparıldı, o kırılganlığı duydu. Yeni kazılmış bereketli topraklara ekili tohumların tam filizlenirken ezildiğini duydu, ezilirken çıkardıkları iniltileri. Doğmadan biliyordu;  kötüydü ve kendi kötülüğünü her yana dalga dalga yayacaktı.
Doğdu Eziyet. Anası ilendi ona. Bebek omuzlarına insan evladının geçmişten günümüze değin işlediği tüm suçların günahını yüklendi. Annesi kucağına almadı, anne sütünün tadını hiç bilmedi. Onu, altı yaşındaki bir başka çocuğun, ablasının kucağına verdiler. Abla, sulandırdığı inek sütünü içirdi Eziyet’e, beşiğini salladı, annesinin bebekken kendisine söylediği ninnilerle uyuttu kardeşini. Anne, uzaktan, gizli izledi onları. Büyük kızını çok sevdi, dizlerinin arasına oturtup şefkatle saçlarını taradı, iki kalın örgü yapıp bağladı. Kızım deyip sarıldı.  Bu defa Eziyet onları uzaktan izledi. 
Eziyet, adı gibi eziyet etmedi onlara. Uykusuna kanıp uyandığında ağlamadı, ablası karnını doyurunca tekrar uykuya daldı. Geceleri huysuzlanıp kimseyi derin uykusundan uyandırmadı. Varla yok arası bir bebek oldu. Bebek halinde bile bu dünyaya gelmenin utancı vardı. Üç yaşına gelinceye değin konuşamadı, belki de konuşmadı. Sonra, bir gün okuldan geç dönen ablasına, abla, dedi, acıktım. Abla çok sevindi, kucakladı kardeşini. Başka da sesini duyan olmadı.
Sokağa çıktığında diğer çocuklar gibi neşeyle koşturarak oynamadı. Kendine avlu diplerinde kuytu yerler seçti, yere bağdaş kurup elinde bir sopa, tozlu yerlere bir şeyler çizdi. Diğer çocuklarla ne konuştu, ne de oynadı. Çocuklar alay ettiler, deli dediler, sonra da usanıp ilgilenmediler. Babası, yorgun argın eve dönerken onu oturduğu yerde görür, görmezden gelir, adımlarını sıklaştırırdı. Bazı akşamlar güneş çoktan evine gitmiş, perdelerini çekmiş yatmaya hazırlanırken, ablası dayanamaz, onu aramaya çıkardı. Kardeşini büzülüp tortop olduğu yerden kaldırıp eve götürürdü. Sofra toplanmış olurdu, yemek kalmışsa bir kap yemek, kalmamışsa ekmek arası peynir, domates, ne varsa yedirirdi. O zaman anne öfkeyle bakardı ikisine, en çok küçüğüne. Bu çocuk neden evden uzaklaşıp kaybolmuyor? Kapıya bağlanmış it gibi hep aynı yerde. Onu doğurduğunda bu yükten tamamen kurtulmak istedi, siyah bir poşete koyup çöplüğe atmak… Yapamadı. Bebek katili değildi, insanlığından olmak istemedi. Eziyet gözünün önünde büyüyen bir yaraydı, dokunsa her yanı kana bulayacaktı, dokunamadı.
* * *
Gitmişler. Ayaklarındaki o renkli lastiklerle, hangi Avrupa kentinin yabancı sokaklarında yürüyüp geçmişin izini silmeye çalışıyorlar? İltica ettiler, dedi arkadaşım. Nereye, nasıl gittiler sormadım. Gittiler ya gerisi önemli değil. 
Vakıfta yeni işe başlamıştım. Bir gün üstü başı perişan, basma eteğinin altında pijaması, ayağında lastiğiyle genç bir kadın ve beş-altı yaşlarında bakımsız ama güzeller güzeli bir kız çocuğu geldi. Kadın, dilini bilen bir arkadaşımıza derdini anlatırken çocuk suskundu, hep önüne bakıyordu. Görmek istediği neyse, mavi lastiklerinin çamurlu uçlarındaydı gözleri. Küçük bir çocuk değilmiş gibi yaşlı bir kadının hüznünü takınmıştı. Annesi birkaç odaya girdi, çıktı, dakikalarca gelmedi. O, yerinden hiç kıpırdamadı. Bir arkadaş şeker uzattı, kafasını kaldırıp bakmadan aldı, sımsıkı tuttu. Giderken şeker elindeydi.
Onlar gidince merakla arkadaşıma sordum, ne konuşmuşlardı?  Vakıfta çalıştığım süre içerisinde bir sürü acı hikâye dinlemiştim ama Eziyet’in durumu içimi en çok acıtanı oldu.
Kadının erkek kardeşi siyasi bir suçtan aranıyor. Kardeşini bulabilmek için kadını gözaltına alıyorlar. Kadın gözaltındayken hiç konuşmamış, dillerini anlamadığı bir takım adamların bağırmalarını, tokatlarını, tekmelerini suskun bir dağ gibi karşılamış. Ama bir gün sorgulayıcılar bir hayli çoğalmış, belki sekiz belki on kişi olmuşlar. O gün daha bir kızgınlarmış, eteğini çıkartmışlar zorla. Yalvarmış, kurban olayım çıkarmayın, başımı önüme eğdirmeyin demiş, dinletememiş. Öfkeli eller şalvarını, iç gömleğini parçalamış. Çığlıkları taş zeminde yankılanırken susması için ağzının ortasına bir de yumruk yemiş. Düştüğü yerde kollarıyla sarılmış betona, neredeyse tırnaklarını geçirmiş. Hortumla su tuttuklarında artık kendinde değilmiş. Hatırladığı, üzerine abanan çok başlı canavar…
Günlerce kendine gelememiş. Diş izleri, morluklar yavaş yavaş geçerken yüreğine kara kara oklar saplanmış. O an ölseymiş kurtulacakmış. Her gün diğer güne çıkamamak ümidiyle günleri günlere, ayları aylara eklemiş. Karnında o çok başlı canavarın yavrusunu büyüttüğünü anladığında bedduaların en büyüğünü önce kendine, sonra o adamlara etmiş de yine de ölememiş. Altı ay sonra salmışlar, çıktığında öğrenmiş ki kardeşini vurmuşlar. Kocasına artık sana karılık yapamam demiş, bırak gideyim. Sahip çıkmış ona kocası, inanmış, suçlu sen değilsin demiş.
Eziyet ‘i ablası büyüttü, sevdi. Ama annesi, büyük kızının da günaha bulanmasını istemedi.
Yollarını, sokaklarını, parklarını, insanlarını tanımadığı bir ülkenin banliyösünde Eziyet’in annesi tuvaletleri yıkayacak. O da muslukları açıp kapayacak. Önce bütün tuvaletleri, sonra şehri, sonra ülkeyi, komşu ülkeleri, hatta denizleri ve tüm dünyayı yıkayacaklar. Kimse bilmeyecek katillerin kızı olduğunu.

paylaş

Serpil ODABAŞI

Serpil ODABAŞI yazıları

Buz mavisi
24 Kasım

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.