Hamlet’in “meselesi”

Veysi SARISÖZEN yazdı —

  • Başına hangi sıfatı eklersek ekleyelim Öcalan bugün tırmanan dünya savaşını durduracak ve barışın yolunu açacak biricik isimdir. O’nun misyonu PKK önderliğinden, Kürt halk önderliğine, buradan halkların önderliğine ve nihayet dünya barışının önderliğine yükselmiştir.

Dünya barışının ne manaya geldiğini hala anlamayanlara diyecek sözüm yok. Yalnız şuna işaret edeyim: Küçücük Gazze şeridinde, öyle görevi ölmek ve öldürmek olan askerler değil, 30 bine varan bebek, genç kadın, erkek ve yaşlının birkaç ay içinde öldüğüne bakan, yarın savaş Gazze’den Şeria’ya, oradan Lübnan’a, Lübnan’dan Ürdün, derken, İran, Irak ve Türkiye’ye yayıldığında neler olacağını anlayabilir. Kimin kiminle savaşacağının zerre kadar önemi yok. Çünkü bu savaşta, her biri nükleer bombaya yakın infilak gücü olan konvansiyonel silahlar yüzbinleri ve hatta milyonları yok eder.

İşte dünya barışı bu kitlesel ölümleri önlemek demektir.

O halde ilk paragraftaki “dünya barışının önderi” sıfatını abartmalı bulanlara soralım: Böyle bir savaşı Öcalan’ın dışında kim önleyebilir? Nasıl önleyebilir?

Biden mı? Putin mi? Esad mı? Reisi’mi? Erdoğan mı?

Buraya hemen İran’ın yanındaki Azerbaycan’ı ve şefini, hemen doğusundaki Pakistan ve Hindistan’ı, onların dibindeki Çin’i ve şeflerini ekleyin.

Bunların topu dünya savaşının dolaysız ve dolaylı içindedir.

Hepsi “saldırgandır.” Hiç biri “masum” değildir.

Çünkü bu sayılan devletlerin egemenleri “dünya pazarını paylaşmak” için birbiriyle doğrudan ya da dolaylı savaş halindedir. Savaş esnasında birbirleri hakkındaki suçlamalarının hiçbir değeri yoktur. Hepsi tek tek “dünya pazarında benim de hakkım var” diyerek, diğerinin “hakkına” göz dikmektedir. Oysa dünya "Pazar” değildir, insan uygarlığının ortak evidir. Bu ortak evin adını “ekonomik Pazar evi” diye koyan kapitalist modernitedir. Sermayesini öteki sermaye sahibinden daha büyük bir alana yatırmaktan, yatırdığından azami kâr elde etmekten, rakibine üstün gelmekten başka hiçbir şey düşünmemektedir.

Savaşların biricik sebebi budur.

Amerika, Avrupa Birliği, tüm NATO, Rusya, Çin, kim kimin yanında olursa olsun, topu bu savaşın içindedir.

Haklı soru şudur: İçindeler diyorsun ama, neden bunlar hem savaşın içinde oluyorlar, hem de birbirleriyle Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’nda olduğu gibi savaşmıyorlar?

Çünkü hepsi hem “sırça köşkte” oturuyor, hem de her biri diğerini tüm “sırça köşkleri”, tüm “nüfusları” ve tüm “canlıları” ile topyekun yok edecek atom bombalarına, bunları birbirlerinin tam kalbine gönderecek balistik füzelere sahipler. Bu devletlerden birinin başkanı delirip, yanında gezdirdiği “kumanda çantasındaki” kırmızı düğmeye basmadıkça, incir çekirdeği kadar aklı olan en ebleh devlet başkanı bile nükleer savaşı göze alamaz. Buna “dehşet dengesi” denmesinin sebebi, işte bu başkanlardan birinin delirme ihtimalidir.

Bu ihtimal, şimdi yaşadığımız Ortadoğu ile Doğu Avrupa ve Kafkasya’daki “sınırlı savaşların” gemi azıya aldığı, İsrail’in, Lübnan’ın, Ürdün’ün, Türkiye’nin, İran’ın, Suriye’nin, Irak’ın, Körfez ülkelerinin birbirinin boğazına sarıldığı ve sayılan küresel güçlerden birinin “yenilgiyle” yüz yüze geldiği anda gerçeğe dönüşebilir; “yenilmenin” ölüm demek olduğunu gören bu devletin başkanı “delirebilir.” Düğmeye bastığı anda gezegenimiz bir kaya parçasına döner.

Demek ki, “sınırlı savaşı” küresellerden birinin (bu arada bölgesellerden İsrail’in, Hindistan’ın ve Pakistan’ın, belki İran’ın, yani nükleer silahlara sahip olan bu devletlerden birinin) başkanı “delirmeden” önce mutlaka durdurmak insanlığın geleceği için günümüzün en acil meselesidir. Bu müstakbel deli “oynatmama az kaldı doktorum nerde” demeye başlamadan önce “birinin” şimdi yaşanan savaşı durdurması hayat-memat meselesidir.

İşte bu “birisi” Öcalan’dır.

Bombalarla yıkılmış evinin enkazından ölü bebeği ile çıkan savaşzede soruyor: Hapisteki Öcalan mı?

Evet diyoruz.

İnanmaz gözlerle bize bakıyor: “Nasıl?” diye soruyor. Savaşa bütün küresel ve bölgesel emperyalistlerin bulaştığını görmüş, bunların “liderlerinden” umudunu kesmiş, çaresiz, alternatifsiz kalmış bu insan “hapistekinin” dünya savaşını durduracağına haklı olarak inanamıyor.

İnanması zor. O, elinde insanlığın kafatasını tutmuş, “to be, or not to be, that is the question” diyen Hamlet gibidir.

Ona “olmak ya da olmamak” denilen “meseleyi” anlatmayı bilmek gerek.

Gelecek yazıda “meseleyi” bakalım anlatabilecek miyim?

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.