‘İkinci Nadira’, Fatma ve Sözleşme

Arzu DEMİR yazdı —

  • Eğer Nadira ve Yeldana’nın ölümünün aydınlatılması için İstanbul Sözleşmesi uygulanmış olsaydı, AKP’li milletvekilleri Ünal Şirin ve Tolga Ağar hakkında derhal bir soruşturma ve yargı süreci işletilirdi.

21 yaşındaki Kırgız gazeteci Yeldana Kaharman’ın “şüpheli” ölümü, memleketin “ikinci Nadira Kadirova” olayı. 23 yaşındaki Özbek Nadira, Ankara’da hasta bakıcı olarak çalıştığı AKP Milletvekili Şirin Ünal’ın evinde 2019 yılının 23 Eylül günü öldürülmüş, ardından da cinayete “intihar süsü” verilmişti. Nadira’nın ağabeyi ve annesinin adalet arayışındaki ısrarıyla konu kamuoyunun gündemine gelmiş ve ölümün intihar olmadığını gösteren olay yeri görüntüleri de ortaya çıkmıştı. Kadın, göçmen ve yoksul olmanın tüm dezavantajlarını taşıyan Nadira’nın katili/katilleri hala ceza almadığı için adalet yerini bulmadı. Ancak Nadira, katledilen, canı yakılan, kirpiği yere düşürülen her bir kadının hesabını sorma kararlılığında olan kadın özgürlük mücadelesinin elindeki bayraklardan biri oldu.

“İkinci Kadirova olayı” diye tanımladığım olay ise 21 yaşındaki Kırgız gazeteci Yeldana Kaharman’ın ölümü. Kanal 23 TV’de çalışan Yeldana’nın cansız bedeni 2019 yılının 28 Mart günü Elazığ’daki evinde bulundu. Ölüm başlı başına “şüpheli” iken, tıpkı Nadira’nın öldürülmesinde olduğu gibi kayıtlara “intihar” olarak geçirildi. Yeldana’nın AKP Elazığ Milletvekili Tolga Ağar’ın tecavüzüne uğradığı yönündeki bir bilgi sosyal medyada gazeteci Sedat Sur tarafından gündeme getirildi.

Tolga Ağar, soyadından belli olduğu üzere, kontrgerilla şefi Mehmet Ağar’ın oğlu. Sosyal medyada yayınlanan bilgilere göre, AKP’li Tolga Ağar, Yeldana’yı 28 Mart’ta röportaj bahanesiyle Dersim’in Pertek ilçesine çağırdı. Burada genç kadına tecavüz etti. Yeldana, karakolda şikayetçi olurken, Mehmet Ağar oğlunu bölgeden helikopter ile aldırdı. Genç kadının ise ertesi gün evinde cansız bedeni bulundu. Tüm bunların sosyal medyada yayınlanması üzerine, olayın üzerini kapatma girişimi başladı. Yeldana’nın ölümüyle ilgili haber ve içeriklere 11 Şubat 2020’de mahkeme kararı ile erişim engeli getirildi. En son da 24 Mart’ta “erişim engeline ilişkin haberlere erişim engeli” geldi. Sadece bu erişim engeli bile, Yeldana’nın ölümü üzerindeki şüpheleri artırıyor. Üzerinden 2 yıl geçen Yeldana’nın ölümüyle ilgili sorular hala yanıt bekliyor.

Kaç gündür İstanbul Sözleşmesi için yapılan eylemlerde kadınların sürekli olarak altını çizdiği bir nokta var: İstanbul Sözleşmesi yaşatır. Bu cümle öylesine söylenmiş bir söz kesinlikle değil. Kadınların, hayatlarından deneyimleyerek öğrendikleri bir gerçek. Eğer bu sözleşme, Yeldana, o gün şikayetçi olmak için karakola gittiğinde, tam olarak uygulanmış olsaydı, şu an hayatta olabilirdi. Çünkü, her şeyden önce, devletin güç, yetki ve imkanlarına sahip bir milletvekili hakkındaki şikayeti nedeniyle bu genç kadın öncelikle güvenli bir yere yerleştirilirdi. Böylece hayatta kalırdı.

Sözleşmenin uygulandığı durumda, hayatta kalacak olan kadınlardan biri de Fatma Altınmakas. Muş'un Malazgirt ilçesinde yaşayan Fatma, evli olduğu erkeğin kardeşi Sinan Altınmakas'ın defalarca tecavüzüne uğramış ve tehdit edilmişti. Geçtiğimiz yıl 12 Temmuz’da Konakkuran Jandarma Karakolu'na giderek şikayetçi oldu. Ardından tecavüzcü erkek gözaltına alındı. Fakat erkek yargı, faili “delil yetersizliği, sabit adres” gibi gerekçelerle serbest bıraktı. Bu olayda çok önemli olan nokta ise şu: Fatma, Türkçe bilmiyordu ve şikayeti sırasında bir Kürtçe tercüman bulundurulmadığı için yaşadığı şiddeti tam olarak anlatamadı. Şikayetinin ardından evine gönderildi ve ertesi gün de evli olduğu erkek tarafından katledildi. Eğer bu olayda da İstanbul Sözleşmesi uygulanmış olsaydı, öncelikle, Fatma’nın yaşadığı şiddetin tamamını anlamak için bir tercüman eşliğinde ifadesi alınırdı. Ardından da Fatma öldürüleceği o eve gönderilmez, güvenli bir yere yerleştirilirdi. Böylece hayatta kalırdı.

Daha önce defalarca yazdım. Yine yazacağım. Çünkü çok önemli. İstanbul Sözleşmesi, kadınlara karşı uygulanan şiddeti “yen içinde kırılan bir kol ve bu nedenle saklı kalması gereken bir hata” olarak değil “bir insan hakkı ihlali ve ayrımcılık” olarak kabul ederek, kadınlara yönelik erkek şiddetini önlemeye çalışıyor. Ayrıca bu şiddetin soruşturulması ve faillerin cezalandırılması aşamasında da devlete sorumluluklar yüklüyor. Örneğin, eğer İstanbul Sözleşmesi, Nadira ve Yeldana’nın ölümünün aydınlatılması için uygulanmış olsaydı, her iki AKP’li milletvekili hakkında derhal bir soruşturma ve yargı süreci işletilirdi. Ancak bunların hiçbiri yapılmadığı gibi, AKP’li Şirin Ünal, Ayasofya’nın Erdoğan ve AKP’liler tarafından “camiye dönüştürülmesi” töreninde poz vermişti. AKP’li Tolga Ağar da Yeldana’nın ölümünden birkaç ay sonra, Erdoğan ile arasında “samimi bir havada” geçen bir sohbeti anlatıyordu. Her bir kadın katilinin yolunun Saray’a çıkması kimseyi şaşırtmıyor. Çünkü faşist rejimin karakteri erkek ve en tepesindeki “tek adam” her gün, “Kadın erkek eşitliği fıtrata aykırıdır” diyerek, erkeklerin kadınları katletmesi için fetvalar veriyor.

Diktatör Erdoğan’ın bir gece yarısı kararnamesi ile uygulamadan kaldırdığı İstanbul Sözleşmesi’ni uygulatmak için günlerdir sokakları terk etmeyen kadınların mücadelesi tam da bir hayat direnişi. O nedenle de “Saray gidecek, sözleşme kalacak” diyen kadınlar vazgeçmeyecek.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.