İmamoğlu ya da “muhalefetin” siyasetsizliği

Cihan DENİZ yazdı —

  • Bu coğrafyada “muhalefetiyle” ve “iktidarıyla” siyasetin sınırlarını her zaman “Türklük” sözleşmesi belirlemektedir. Bu sözleşmenin dışında kalmış kesimler karşında “iktidar” da “muhalefet” de birdir.
  • Artık çanlar muhalefet partileri için de çalmaktadır.  Ve onlar bir karar vermeleri gereken bir kavşaktadırlar. Ya mevcut anlayışları ile devam edecekler ama günün sonunda onları bekleyen kaderden şikayet etmeyeceklerdir.

Son İmamoğlu kararı bir kez daha göstermiştir ki iktidar koltuğunu kaybedeceği korkusu ile kendi dışındaki tüm kesimlere, kendi gibi düşünmeyen herkese ayrım yapmadan topyekûn bir saldırı başlatmıştır.  

Ve yine bu karar bir kez daha göstermiştir ki bunu yaparken kendi koydukları da dahil hiçbir kanunla, kuralla, ilkeyle ahlaki değerle kendini sınırlamamaktadır. Koltuğunu korumak adına yapabileceği her şeyi meşru görmektedir.  

Bugün; Kürtler başta olmak üzere, kadınlar, LGBTİ+’lar, yaşam savunucuları, solcular, sosyalistler gibi bu coğrafyada iktidarda kim olura olun her daim hedef haline getirilenler, her daim iblisleştirilenlerin ötesinde, iktidara biat etmeyen İslamcılar da, milliyetçiler de, kapitalistler de iktidarın hedefleri önünde bir engel olarak görüldükleri oranda hedef tahtasına konulmaktadır. 

Ama şurası da çok açıktır ki bugün iktidar bu kadar pervasızlaşmışsa, bu kadar hukuk ve kural tanımaz bir hale gelmişse bunun bir sorumlusu da, geçmişte aynı şeyler yapıldığında tepkisiz kalan muhalefettir; bu muhalefet anlayışının siyasetsizliğidir. 

Bugün iktidar İmamoğlu’nun aldığı ceza kesinleştiği anda İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne kayyum atayacağını söylediğinde tepki gösterenler, iktidar, 2019 yerel seçimleri öncesinde istedikleri sonuç sandıktan çıkmaz ise, yine kayyum atayacaklarını açık açık söylediğinde sesini yükseltmemişti; çok büyük oylarla seçilmiş belediye eş başkanlarına, belediye meclis üyelerine mazbataları KHK’lı oldukları gerekçesiyle verilmediğinde buna da sessiz kalmıştı; ve en sonunda HDP’nin kazandığı belediyelerin neredeyse hepsi kayyum adı altında gasp edildiğinde buna da tepki göstermemişti. 

Aslında bugünün gelişi dünden belliydi. İktidar, “Cizre’ye nasıl girdiysek, ODTÜ’ye de öyle gireriz” diyerek asıl niyetini çok açık bir şekilde ortaya koymuştu. 

En başta Kürt siyasi aklı olmak üzere bu coğrafyanın ezilenlerinin önemli bir kesimi bu gerçeği çok iyi kavrayarak ona uygun bir siyasi ve örgütsel hat geliştirmiş ve 2019 yerel seçimlerinde İstanbul ve Ankara başta olmak üzere birçok il ve ilçede iktidardaki partilerin belediyeleri kaybetmesinde kilit bir rol üstlenmişti. 

Bu birleştirici ve tüm ezilenleri, mevcut durumdan rahatsız herkesi iktidar karşısında bir araya getirmeyi önüne hedef koyan bu stratejik akıl karşısında, CHP, İyi Parti ve benzeri diğer “muhalefet partileri” - onlara aslında muhalefetten ziyade müesses nizamın iktidarda olmayan partileri demek daha doğru olacaktır- tüm kritik anlarda ezilenleri yalnız bıraktı ve bu anlarda iktidar ile karşı karşıya gelmeyi bırakalım bizzat iktidarın yanında yer aldı.  

Ve bugün sıra artık kendilerine geldiğinde bile, eğer hedef Kürtler ise, HDP ise yine görmüyorlar, duymuyorlar, konuşmuyorlar. Aynı siyasetsizliğe devam ediyorlar. 

İktidar onların kapısını çaldığında yarım ağız “sarı öküzü vermeyecektik” deseler de, daha sonra aynısını yapmaya devam ediyorlar. 
İmamoğlu ceza verilmesi, siyasi yasak, görevden alma tartışmalarının ortasında sadece İstanbul’da milyonlarca destekçisi olan HDP’nin İstanbul İl Eşbaşkanı İstanbul’un göbeğinde polis şiddetine maruz kaldığında, işkenceyle gözaltına alındığında yine tepki vermek yerine bu durumu görmemezlikten gelmeyi tercih ediyorlar. 

HDP Eş Genel Başkanları ile HDP milletvekilleri bu duruma tepki göstermek istediklerinde, polis ablukasına alınmasına da tepki göstermiyorlar. Daha da acısı, CHP Genel Başkanı, buna tepki gösteren bir sosyal medya paylaşımı yaptığında bile sadece bir Eş Genel Başkanı’nın adını anarak aslında bilinçaltlarına işlemiş ayrımcılığı ve cinsiyetçiliği dışa vurmaktadır. 

Şunu açıkça kabul edelim ki, bugün iktidar bu kadar pervasızlaşmışsa, bunun en büyük nedenlerinden biri de iktidarın karşısında olma iddiasındaki farklı kesimlerin türlü bahaneler, türlü gerekçeler ile bir araya gelmeme konusunda üstün bir gayret içerisinde olmasıdır. 
Bu böyledir çünkü bu coğrafyada “muhalefetiyle” ve “iktidarıyla” siyasetin sınırlarını her zaman “Türklük” sözleşmesi belirlemektedir.

Bu sözleşmenin dışında kalmış kesimler karşında “iktidar” da “muhalefet” de birdir. İster İslamcı olsunlar, ister milliyetçi, ister Kemalist veya bunların karması olsunlar iktidar için de muhalefet içinde yegane öncelik yazılmasının üzerinden yüzyıldan fazla zaman geçmesine rağmen hala Yusuf Akçura’nın Üç Tarzı Siyaset’te ortaya koyduğu devletin bekası konusudur. Bunu çok iyi bilen iktidar da, 6’lı masa olarak adlandırılan muhalefet bloğunu parçalamak, bir kısmını kendi saflarına çekmek ve en önemlisi de bunun dışındaki muhalif ve ezilen kesimler ile ilişki geliştirmesini engellemek için bu devletçi ve milliyetçi ortak temeli kullanmaktadır. 

Ama artık çanlar muhalefet partileri için de çalmaktadır.  Ve onlar bir karar vermeleri gereken bir kavşaktadırlar. Ya mevcut anlayışları ile devam edecekler ama günün sonunda onları bekleyen kaderden şikayet etmeyecekleridir. Ama çok zor olsa da eğer tersini olursa, bu coğrafya için bu, barış ve demokrasi açısından çok önemli bir dönüm noktası olacaktır. 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.