John Lennon ve bizim barış’çılar

Haberleri —

“Hayat biz gelecek hakkında planlar yaparken başımızdan geçenlerdir” diyen John Lennon’la ilgili bir belgesel izledim geçenlerde. “Amerika John Lennon’a Karşı” belgeseli 2006 yılında çekilmiş. Lennon hayranları, yakın arkadaşları, karşıtları, eşi, barış sevdalısı birçok insan Lennon’un ABD’ye nasıl geldiği, neler yaptığı ve neler yapmadığını, onu “hayran” suikastine götüren dikenli tarlayı anlatıyordu. Kelimenin tam anlamıyla belgesel…

Liverpool’lü parçalanmış ailenin serseri, ele avuca sığmaz çocuğu John, eline gitarı aldıktan sonra hayata sert sözler söylemenin en estetik yolunu seçmişti aslında. Devlete, kurallarına, toplumsal güdülenmeye dek insanı ve toplumu biçimlendirmeye dönük ne varsa karşıydı eni konu. Bu kadar çok itirazı barındıran adam “çiçek çocuk”tu ama çiçek devrinin kapandığını da bilerek attı adımını ABD’ye.
Tam Nixon dönemi. Vietnam Savaşı sürüyor. “Geri gelsin çocuklarımız savaştan” diyerek, önce cılız, ardından güçlü bir sel gibi yayıyor efsanesini Lennon. Bir tv programı yapıyor, Kara Panterler’le, dönemin radikal sol isimleriyle, anti militarist hareketin sembollerinden biri oluyor. Devlet baş edemiyor bu genç öfkelilerle. Aleyhte propaganda deyip tutuklasa halk hesap soracak ve üstelik kapıda bir seçim var. Açık alanda uyuşturucu kullanmaktan diyerek alıyor birini içeri, iki cigaradan 10 yıl bilet kesiyor muhalefet kanadına.
Sahne John Lennon’un: “Özgür kalsın arkadaşımız” diyerek başladığı şarkısı o kadar güçlü bir çığlık oluyor ki, Amerikan Temyiz Mahkemesi 10 yıl hapis kararını bozuyor ve arkadaşları ertesi gün serbest! Yine de durmuyor, her yerde barışa olan inancını şarkıları ve sade yaşam biçimiyle haykırmaya devam ediyor.
Ve bir gün “akli dengesi yerinde değil” denen bir adam, silahı dayıyor evinin önünde Lennon’a. 5 kurşunun 4’ü ölümüne yetiyor bedenin…
Belgesel hala perdesi aralanmamış bir cinayetin anatomisi gibi adeta. Onu yavaş yavaş ölüme sürükleyen şeyin tek başına “barış” sözcüğü olduğunu tüm Lennon hayranları bilir elbette. Ama “barış” konusunda bu kadar mantıklı bir inadı olan sanatçının tek başına ABD’yi korkutmuş olması bugün için önemli bir olay. ABD başta olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde Lennon’u ölümsüz kılan barışa duyduğu enerji değildi tek başına. Gelecek yatırımını güne yapmış olmasıydı bir de.
O yaşadığı anı hiç es geçmemiş, hakkını vermişti aldığı nefesin.
Bizim buralarda barış havası baharla gelince “barış” adına bir şeyler yaptığını söyleyen sanatçıların “bu bizim zaferimiz” diyememesinin ne denli yakıcı olduğunu hissettim, belgeseli izledikten sonra. Şöyle 30 yıl boyunca devleti karşısına alıp tek kelime etmemiş olmaları, bu anlamda işi inada bindirmemiş olmaları nasıl açıklanır? Sel suyuna kapılmış insanları teselli etmek için güneşli havaları tercih etmişler hep. Şarkılarını hep gri halkalarda söylemiş, kendilerini kollamışlar bir bakıma. Ölümün şarkısını ölmekte olana söyletmişler… Kitleleri mıknatıs gibi peşinden sürükleyen şarkılar, konser bittikten sonra yorgunluğa ve günün hasılatına dönüşmüş.
Viktor Jara’nın gitar çalan parmakları kanıyor, görüyor musunuz?
Medyanın görünür kılmak istemediği -çünkü medya da savaşın taciriydi- parmakla göstereceğim birkaç isim haricinde kimse kalmamış etrafta. Ozan geleneğinden beslenen, halkın haklı gücünü gören ve güneşli günlerin ancak herkes istenirse yaşanacağına inanan sanatçılar bunlar.
Bu topraklara özel bir kodlama var: Toplumsal körlük!
Müzisyeni, ressamı, sinemacısı niye bundan azade olsun ki? O toplumsal körlükten beslenip “popüler kültür”e karşı mesaj verdiklerine bakmamak lazım. Şimdi hava güneşli diye ortaya çıkıp “ben de savaşı onaylamıyorum, keşke taa o zamanlardan şey etseydik” falan diyorlar. Kendilerini akıllı ve duyarlı sanmamızı istiyorlar. İyi de bu sıkı bir yönetmenin elinden çıkan afili bir film değil ki, ortaya atıyorlar repliklerini? Ayrıca kendilerini hep sahnedeymiş gibi düşünüp konuşmaları falan… On binlerce insan öldüğünde sesi çıkmayanların ya da cılız ama konforu kaybetmeden çıkarılan seslerin zamanlama kurnazlığına ne demeli bilemiyorum.
Ama bir fırsatını bulup “Hayat kanla karışık akıp geçerken, bu üstte isimleri yazılanlar bakıp geçiyordu” diye bir tabelayı işaret etmek fena olmaz.
Zamanın ruhuna bir çentik olur belki…

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.