Kurdistan'da bağcılık yok oluyor

Kültür/Sanat Haberleri —

Meliha Parıltı - Sami Dal

Meliha Parıltı - Sami Dal

  • Küresel iklim krizi gerekse de talancı politikalar yüzünden hem üzüm yetiştiricileri zor durumda hem de tahmini 7 bin yıllık tarihiyle bu coğrafyanın başlıca iş kollarından olan bağcılık zor durumda. Bağcılık denince akla gelen ilk merkezlerden biri olan Mardin ve çevresinde de durum aynı.

SİYA AYHAN AKGÜL / MIHEME PORGEBOL

Kültürleşen ilk meyvelerden biri olan üzüm, tarihin her anında insan hayatında yer edindi. Anavatanı hakkında her ne kadar uzlaşılmış bir bilgi yoksa da üzümün kültürel evriminin Ortadoğu’dan Kafkasya’ya uzanan bir hatta gerçekleştiği yaygın bir kabul. Bu alanın insan uygarlığı için önemi göz önünde bulundurulduğunda üzümün insanlıkla eşdeğer tarihi de kendini gösterir. Kadim Ortadoğu şiirlerinden antik inançlara kadar hemen her alanda üzümü, imgesini ve bu kadim meyvenin izlerini görmek mümkün.

15 binin üzerinde çeşidi olan üzümün Türkiye ve Kurdistan’da ise yaklaşık 1500 farklı çeşidi üretiliyor. Fakat gerek küresel iklim krizi gerekse de Türkiye’deki talancı politikalar yüzünden hem üzüm yetiştiricileri zor durumda hem de tahmini 7 bin yıllık tarihiyle bu coğrafyanın başlıca iş kollarından olan bağcılık zor durumda. Bağcılık denince akla gelen ilk merkezlerden biri olan Mardin ve çevresinde de durum aynı. Mardin ve çevresinde çoğunlukla talancı ekonomi politikaları, ötekileştirici uygulamalar ve elbette iklimsel değişime bağlı kuraklık nedeniyle bağcılık yüzde kırklara varan bir oranda yok oluyor.

 

 

‘Piyasaya ürün sunamıyoruz’

Mardin’e bağlı bir Süryani köyü olan Kıllıt’ta bağcılık yapan Sami Dal da bağcılığın geldiği duruma dair endişeli. Dal, “Bağcılık oranı düştü. Çiftçiliğin az gelir getirmesinden dolayı şehirlere göç oluyor. Kuraklık da ürünün verimini düşürüyor. Hal böyle olunca bağcı emeğinin karşılığını alamıyor. Tabi bunda en büyük etkenler iklim değişikliği ve devletin ekonomi politikaları. Devletin ekonomi politikaları iflas etmiş durumda, ekonomi diye bir şey kalmadı” ifadeleriyle, bağcılığın giderek terk edilen bir üretim alanı olduğunu vurguluyor. Aynı zamanda bir pekmez üreticisi olan Dal, ürettikleri pekmezin besin değeri ve ürün kalitesinin ortalamanın üstünde olmasına rağmen ticaretini yapamadıklarını söylüyor.

‘Bağların yüzde 30’u kullanılmıyor’

Ticari bir ürüne dönüştürme maliyetinin fazlalığı ve devlet desteği alamamaktan ötürü sadece yıllık hane tüketimi için pekmez yapmakla yetindiklerini belirten Dal, “Bugün birçok yerde satılan pekmezde şeker ve katkı gıda boyaları var. Piyasada satılanlar sağlıksızdır ama yine de tüketiliyor çünkü biz destek alamıyoruz, bu yüzden piyasaya kaliteli ürün sunamıyoruz. Mesela bizim köyümüzde bağların yüzde 30’u kullanılmıyor. Bunun sebebi de iklim ve ekonomi politikalarıdır. Ekiyoruz, uğraşıyoruz, emek sarf ediyoruz, sezonu gelince emeğin karşılığını alamıyoruz. Bağcılar yıl boyu borçlanıyor, ürününü hasat edince de borcunu ödeyemiyor. Böyle bir durumda haklı olarak artık bu işi yapmak istemiyor. Koşullarımız çok zor. Gübre, mazot ve ilaçlama masrafları çok yüksek. Gerçek bir destek verilmediği için maalesef tarım giderek ölüyor yok oluyor” ifadelerini kullanıyor.

 

 

‘Giden kimse geri gelmedi…’

Mardin’e bağlı Ömerli’de bağcılık yapan Meliha Parıltı da tıpkı Sami Dal gibi düşünüyor. Eski zamanlara özlemini ifade ederek söze başlayan Parıltı, “Eskiden mevsimler böyle değildi. Kışı tam bir kış gibi baharı tam bahar gibi yazı da tam bir yaz gibi yaşardık. Öyle olunca bağlarımız da iyiydi. Bağcılığı o zamanlar hem kendi ihtiyaçlarımız için hem de ürünü satmak için yapardık. Tabii o zamanlar koşullar zordu, her şeyi el emeğiyle yapardık. Şimdiki gibi makinalar yoktu. Ağır iş gerektiren yerde erkekler çalışırdı, biz kadınlar da diğer işleri yapardık. Üzüm ve üzüme dair akla ne geliyorsa bizler yapardık. Pekmez, pestil, peksimet, üzüm sirkesi, asma yaprağı... Sonrasında köy boşaltmaları oldu, insanların çoğu ağır iş yükünden ve zor koşullardan kaynaklı göç etti. Göç edince o bağlar bakımsız kaldı, yabani otlar sardı ve kurudu. Giden kimse geri gelmedi... Sonradan köye yaşlılar geldi ama onlar da ancak kendi güçleri oranında bağcılık yapıyor. Gençler gelmedi...” diyor.

Devletin verdiği desteklerde ayrımcılık yapıldığına da dikkat çekiyor Parıltı: “Manisa ve Mersin’de olduğu gibi bize de ticari amaçlı destek verilirse elbette bizim de durumumuz ekonomik olarak daha iyi olacak ama öyle bir destek yok. Her şeyin çok pahalı olması bağcılık yapmamızı en çok zora sokan şey. Ekonomik güvencemiz olmadığı için sadece ev ihtiyaçlarımızı karşılamak için bağcılık yapıyoruz. İşçi çalıştırılmıyor çünkü işçi çalıştırırsa bağ sahibine bir şey kalmaz.”

‘Arazisi kuruyunca o bağ ölür’

Ömerli’nin bağcılığa en uygun yerlerden biri olduğunu vurgulayan Parıltı, “Ama burada bile yeterli devlet desteği görmediği için bağcılık ticari olarak gelişemiyor. Biz de atalarımızdan ne görmüşsek onu yapıyoruz. Evet bu yıl verim iyi olacak ama bu bir şeyi değiştirmez. Bağlar şu an hem devlet desteği almadığı için hem de kuraklıktan dolayı istediğimiz gibi değil. Bağ ekersin ama öyle kolay kolay ürün vermez. En az 4 yıl beklersin. Bunun dışında bağ arazisi kuruyunca o bağ ölür, bir daha kurtarılamaz. Köy boşaltmaları sırasında köylerini terk eden ailelerin bağları ölmüş durumda. Gelip bakıyorlar ama ne fayda. Tabii geçmişteki o baskı ve korkuyu hala atamadıkları için de insanlar köylerine ve bağlarına geri dönemiyor” sözleriyle toplumsal travmaların bağcılık üzerindeki etkisine değiniyor.

 

*****

Yuhanna Aktaş / Foto:AFP

Acıyı duyurmanın yolu: Bir şarap şişesi

Üzümün tarih boyunca kullanıldığı en yaygın alanlardan biri de şarap üretimi. Gerek dini ritüeller gerekse de eğlence amacıyla bin yıllardır yaygın bir şekilde kullanılan şarabın kalitesini de hammaddesi olan üzümün kalitesi belirler.

Mardin’e bağlı Midyat’ta yaşayan Yuhanna Aktaş da 2008’den bu yana şarap üretimi yapıyor. Şarap kültürünün özellikle İslamiyet’in Ortadoğu ve Mezopotamya’ya gelmesiyle bitme noktasına geldiğini belirten Aktaş, bağcılığın da o zamandan beri coğrafyada gittikçe gerilediğini söylüyor. “Son zamanlarda Süryanilerin devlet baskısından ötürü yurt dışına kaçmasıyla birlikte bağcılık neredeyse tamamen bitti. 90’lı yıllarda Süryani bir iş insanı şarap tesisi kurmuştu, 1996’da bir suikaste kurban gitti. Baskı dediğim, bu türden bir baskı. 2008 yılında bu kültürü kendim yaşatmak istedim ve profesyonel bir şaraphane kurmak istedim. Tabi bunu kurmamla beraber devletin benim üzerimdeki baskısı da hat safhaya çıktı. Çünkü sesi kısılan Mezopotamya’da yaşayan biz Hristiyanların kültürünü, dilini, acılarını bir şarap şişesiyle batıdaki topluma ulaştırma hedefim vardı. Medyada yer alamıyorduk, sesimizi duyuramıyorduk baskılardan dolayı. Ama şarapla birlikte en azından her bir insanın artık mutfağına gireceğimizi düşünerek bu yola girdik. Birkaç kere saldırılara maruz kaldık. Şaraphaneyi kurma aşamasında tesisimizi kuracak ustalar bulamıyorduk. Şarap fabrikası oluğunu anlayınca işi yarıda bırakıp gidiyordular. Devletin ilgili makamlarına her türlü dilekçe belge sunduğumuz halde altyapı sorunlarımız giderilmiyordu. Elektriği, suyumuzu, yeraltı ve yer üstü yapıların döşenmesini kendimiz yaptık. Her şeye rağmen tesisimizi kurmamızla beraber bölgede bir hareketlenme oldu. Şu an birçok aile geçimini bu sektörden sağlayabiliyor” ifadelerini kullanan Aktaş da diğer bağcıların işaret ettiği sorunlara dikkat çekiyor.

Bağcılık kültüre de şekil veriyor

Mevcut ekonomi politikalarının üreticiyi artık bezdirdiğini ve bu yüzden bağcılığın ölü durumda olduğunu da söyleyen Aktaş, “Yirmi haneden oluşan köyümde geçimin önemli bir kısmı bağcılık iken son yıllarda kimse bağcılık yapmıyor. Artan maliyetler, genel ve bölgesel olarak istikrarlı bir ekonomi politikasının olmaması bunda en büyük etken. Maliyet kurtarmayınca bölge halkı nasıl bağcılık yapsın? Şu an köyümüzde toplasan 5 dönümlük bağ kalmadı. Bağcılığı geliştirecek metodlar uygulayalım dedik, olmadı. Çünkü maliyetin yüksek olması bağcılığı geliştirmenin önünde en büyük engel olarak çıkıyor. Böyle bir durumda biz de tesisimiz için üzüm bulamıyoruz. Üzüm temin etmek içinde çevre illere gidiyoruz. Mezopotamya bölgesindeyiz, her şey burada ekilip biçilmiş ve hazır hale getirilmiş. Buradan farklı bölgelere taşınmış” diyor.

Aktaş, “Ekonomik faaliyetlerin yanında bağcılık bu coğrafyanın kültürünü, dilini, folklorunu da beslemiş bir alan. Geleneksel yöntemlerle yapıldığı için bağ ve bağcılık aynı zamanda beraberinde yardımlaşma kültürünü de oluşturmuş. Köylüler bağ bozumunda imece usulü çalışır. Mardin’in coğrafik olarak bağ ve bağcılığa uygun koşulları var. Toprak yapısı, iklimi, bitki örtüsü bağcılık için çok ideal” diyerek, bağcılığın toplumdaki sosyal ve kültürel etkisine de değiniyor.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.