Kafka'yla eve dönmek

Kültür/Sanat Haberleri —

Burhan Sönmez

Burhan Sönmez

  • Shakespeare de İngilizce yazıyor, Salman Rushdie de, ama ikisi aynı dilde yazıyor diye edebiyatları aynı ulus sınırları içinde kavranabilir mi? Yahya Kemal ile Yaşar Kemal aynı dilde yazıyorlar diye, gerçekten aynı dilde aynı biçimde anlaşılıp algılanabilir mi?
  • Bu romanda, Franz Kafka ile ilgili bir olayı Kürtçe anlatmak, evet, çocukluğumun ve annemin-babamın seslerine, oradaki kaynağa dönmek anlamına geldi. Eve dönmeyi hayal ederiz, ama o eve ne zaman ve hangi koşullarda döneceğimizi bilemeyiz. Benim dönüşüm de bugün, bu hikayeyle gerçekleşti.

BİLGE AKSU

Burhan Sönmez, 2009’daki Kuzey romanından bu yana, yazdıkları adım adım takip edilen yazarlardan biri. Haymana’da bir Kürt ailesine mensup olarak dünyaya gelip, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdiği günlerden beri hem edebiyatın hem politikanın içinde yer alıyor. 90’ların karanlık yıllarında polis saldırısı sonucu geçirdiği beyin travmasına bağlı sağlık sorunları uzun yıllar devam etti ve bu sebeple zaman zaman yurtdışında yaşamak zorunda kaldı. Bazı romanlarındaki Avrupa kentlerinin ayrıntılı tasvirleri buradan geliyor.

2021’den beri Uluslararası PEN Yazarlar Derneğinin Başkanı konumunda bulunan yazar, bu yıl ilk kez kendi dilinde, Kürtçeyle bir roman yayınladı. Yeni Özgür Politika olarak Sönmez’le edebi geçmişini, iki dilli yazmanın sonuçlarını ve ulusal edebiyat söylemlerinin gerçeklikle ilgisini konuştuk.

Geçenlerde İngiltere’deki bir konuşmanızda Yaşar Kemal’i de içeren bir cümleniz oldu, “Türkçe yazsak bile Kürt aklı ile bir ayna tutarak yazıyoruz.” şeklinde. Birçok kişinin, özellikle Yaşar Kemal bağlamında görmezden geldiği bir durum bu. Coğrafya ve dil başka olsa dahi, içerik Kürt kültüründen izler taşıyor. Dil bariyeri, bütün bu yazılanları Kürt Edebiyatı olmaktan alıkoyar mı sizce?

Genel anlamda sanatta ama özellikle edebiyatta, eser ile ulus arasında kesin bağlar kurulmaya ve orada sınırlar çizilmeye çalışıldığında, gerçeğin bir yanı öne çıkar ve diğer bazı yanları ihmal edilir. Dil, ulustan önce de vardı, kimliğin ve kültürün parçası olarak insanı inşa etti, ancak ulusların ortaya çıkmasıyla birlikte, dil de ulusun sınırları içinde tanımlanmaya başlandı. Pek çok tartışmanın ve uyuşmazlığın asıl nedeni, birbiriyle örtüşen ama aynı zamanda ayrışan öğeleri, tek bir biçimde anlamaya çalışmaktan kaynaklanıyor. Shakespeare de İngilizce yazıyor, Salman Rushdie de, ama ikisi aynı dilde yazıyor diye edebiyatları aynı ulus sınırları içinde kavranabilir mi? Kültür ve dil, ulusun sınırlarına hem dahil olan hem de onun dışına taşan bir dinamizmle var olur burada. Aynı biçimde, Yahya Kemal ile Yaşar Kemal aynı dilde yazıyorlar diye, gerçekten aynı dilde aynı biçimde anlaşılıp algılanabilir mi? Kültürün ve dilin yanında burada siyasetin etkisi de söz konusu. Bir eseri ve özellikle bir sanatçıyı mutlaka bir ulusal dilin ölçüleriyle tanımlamak yeterli olmayabilir her zaman. Yoksa, Almanca yazan Franz Kafka’ya İsrail’de veya İsveçce yazan Tove Jansson’a Finlandiya’da sahip çıkılmasına anlam vermek zorlaşabilir. Belki de kalın hatlarla ayrılmış iki edebiyat yoktur, yani biri Türk edebiyatı diğeri Kürt edebiyatı olan iki alanın içinde farklı katmanlar söz konusudur. 

Sizin anlatılarınızda birçok ortaklık söz konusu fakat ilk olarak hikaye anlatıcılığı üzerinde durmak istiyorum. Dengbêjlik’ten gelen bir ailevi miras mevcut mu?

Büyüdüğüm köyün Kürt kültürü, onun destanları, eşkıya hikayeleri, ayrılık şarkıları, yalnızca benim çocuk zihnimi değil bütün hayatımı temelden etkiledi. Annemin iyi bir masal anlatıcı olması, dengbêjlere özgü etkili sesiyle şarkılar ve destanlar söylemesi, benim şansımdı. Kentin uzağındaki bir ovada yaşamak, insana ayrı bir bakış ve farklı bir dünya hayali veriyor.

Belli başlı izlekler romanlarınızda sürekli tekrarlanıyor. Bir kitabınıza ismini veren labirent örneğin, aynı zamanda İstanbul İstanbul için de geçerli. Ya da mezarlar ve ölüler. Kimi zaman Borgesvari bir anlatım görüyoruz. Sizin için bunların kaynağı felsefe mi yoksa zaten yeterli yaşantıya sahip miyiz toplum olarak?

Sanırım bunların her ikisi iç içe, hem felsefe hem de benliğimizi etkileyen şeyler yaşamamız, içinde bulunduğumuz toplumu algılamamızda bize yeni bir bakış veriyor. Biz sadece kendi toplumumuzun ürünü değiliz, okuduğumuz ve öğrendiğimiz diğer bütün kültürler de bizim benliğimizi belirliyor. Aynı şekilde, zaman da öyle, biz geçmişin de bilincini taşırız bugün. Borges ve Cervantes ve Binbir Gece Masalları bize uzak değildir. Onlar hem bugünde hem de bizim kültürel evrenimizin içindedir.

Aslında ilk sorum olmalıydı lakin, henüz okuma fırsatım olmadı. Bu kez dil bariyerine takılan taraftayım. Son kitabınızı Kürtçe kaleme aldınız. Yine farklı şehirler ve kültürler arasında dolaşan bir hikaye. Daha evvelki birçok karakteriniz için özüne/toprağına dönüş özleminden söz edebiliyoruz, sizin için geçerli oldu mu bu kitapla?

Bir yanıyla kendimi her zaman özümde hissettim, çünkü anlattığım insanların ruhları, onların sevinçleri ve dertleri, benim içimdeydi. Yeni yazdığım romanda bu açıdan bir süreklilik söz konusu. Her romanın dili, edebiyat olarak, içeriğin merkezindedir. Ama bu kez, yeni yazdığım romanda, yasaklanmasıyla büyüdüğümüz bir dilin, yani anadilim Kürtçenin sesi, ritmi ve akışı, içeriği var etti. Bu romanda, 1968 gençlik olayları sırasında geçen, yazar Franz Kafka ile ilgili bir olayı Kürtçe anlatmak, evet, çocukluğumun ve annemin-babamın seslerine, oradaki kaynağa dönmek anlamına geldi. Eve dönmeyi hayal ederiz, ama o eve ne zaman ve hangi koşullarda döneceğimizi bilemeyiz. Benim dönüşüm de bugün, bu hikayeyle gerçekleşti.

Kürtçe kitap demişken, son dönemde yükselen politik baskıya rağmen yayın sayısının arttığını görüyoruz. Bunların bir kısmı tutsak yazarlardan geliyor. Cezaevlerindeki 200’e yakın yazar ve gazeteci için PEN olarak süregiden bir çalışmanız mevcut mu?

PEN’in esas çalışması, ifade özgürlüğü üzerinedir, yani yazarların özgürlüğü ve güvenliği üzerine. Dünya genelinde 130 civarında PEN merkezi mevcut ve biz bütün bu merkezlerin çalışmaları aracılığıyla uluslararası düzeyde dayanışma ağları geliştiriyoruz. Dünya ne yazık ki durulmuyor, her gün yeni bir kriz ortaya çıkıyor. Türkiye’den Kürdistan’a, Myanmar’dan Afganistan’a, Ukrayna’dan Etiyopya’ya ve Filistin’e kadar her gün yeni gerilim hatlarının açığa çıkması, yeni acılar yaratırken, yazarlar, gazeteciler ve aydınlar da bundan nasibini alıyor. Biz çalışmalarımızda bu konulara ağırlık veriyoruz.

Yazdığınız roman ve öykülerin yanında bir de çevirmenlik geçmişiniz var. Hem de William Blake şiirleri. Anlatılarınızın şiirsel atmosferi ilk kitaplarınızdan beri halihazırda konuşulan bir durum. Şiir çevirisi yapmak nasıl etkiliyor bunu?

Bilmem herkes ne hisseder, ama ben sanki her yazar aslında şair olma hayaliyle yaşar, diye hissederim. Benim de içimdeki çağrı şiire dönüktür, bu çağrının etkisiyle olsa gerek, romanlarımda o yana meylederim. Çeviri düşünürken de, şiir çevirme arzusu her şeyden daha fazla öne çıkıyor. William Blake’in şiirlerini çevirdim, keşke daha çok zaman yaratsam da yine şiir çevirsem diyorum kendi kendime ve o zaman da, günlük hayatımızın yoğunluğundan ve zamanımızın neden az olduğundan yakınırım. Borges mi demişti, insanın iki hayatı olmalı, biri yaşamak, diğeri okumak için. O okuma kısmına şiiri fazlasıyla dahil edebilir, buna çeviri yapmayı da ekleyebiliriz.

Çeşitli öykü derlemelerinde adınız geçiyor. Dersim ya da Gezi üzerine örneğin. Mensubu bulunduğunuz PEN Yazarlar Derneği de politik bir oluşum. Türkiye’de kültürel alanların politik durumunda bir değişim görüyor musunuz? Kültürel iktidar nevinden söylemler hakkında ne düşünürsünüz?

Katıldığım uluslararası toplantılarda bu soru çokça sorulur. Her seferinde, ne yazık ki olumlu ve umutlu cevap vermek mümkün olmuyor. Türkiye, benzer başka ülkeler gibi, siyasetin otoriterleşmesine tanık olurken, bu yalnızca siyasi alanla sınırlı kalmıyor. Her iktidar, siyaset aracılığıyla bugünü ele geçirir, ama geleceği ele geçirmesi için bu yetmez, o zaman kültüre de el atması ve kendi varlığını güçlendirecek bir kültürel ortam yaratması gerekir. Türkiye’deki politik islam siyaseti de, sağcılığı her alanda yayarken, kültüre özel bir ilgi gösterir. Etrafımıza baktığımızda görüyoruz, televizyon dizilerinden sokaktaki yaşam biçimine kadar her şey buna göre biçimleniyor.

Son olarak kişisel bir soru sorayım. Edebiyat dışında yer almak istediğiniz bir alan oldu mu hiç? Romanlarınızın bazı kısımları sinema diline çok uygun, böyle bir proje olsun ister miydiniz? Bu iki alanı birbirinden ayrı tutmayı mı tercih edersiniz?

Ben edebiyatın sınırları içinde kalmaktan memnunum şu anda. Sinemanın dili romanın dilinden çok farklı. Gençliğimde sinema üzerine okudum, ama sinemacı olmaya teşebbüs etmedim. Şu anda iki romanımı, iki ayrı sinemacı film için hazırlıyor. Onların yapacağı film benim romanımı yansıtıyor gibi görünse de, esasında o yönetmenlerin kendi üretimleri ve özgünlükleri olacak. O yüzden, bir filmin bir romanı yansıtmasını beklemem, bu mümkün değildir. Sadece birinin diğerine ilham olduğunu söylemek yeterli olur belki.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.