Kapsamlı bir arşiv kampanyasına ihtiyaç var

  • Belki kurumlarımız gerektiği gibi bir arşiv sistemini oluşturamamış olabilirler ancak anılarına, yaşadıklarına değer veren yüzlerce, binlerce ailenin var olduğunu ve ellerinde biriktirdikleri her türlü görsel, işitsel arşiv değerlerini başlatacağımız bir arşiv kampanyasıyla sunabileceklerini biliyoruz. 

HAKAN AKAY

 

Kürtlerin tarihsel önemi olan kültür ve sanat varlıklarını koruyan bir yasası olsaydı eğer, özellikle Kürt halkının arşivlerini kişisel kazanç sağlamak için pazarlayan ya da kişisel egolarını tatmin için evlerinde hapseden veya bu halkın değerlerini kendileriyle beraber mezara götürmek isteyerek başka bir biçim düşmanlık yapan bazı art niyetli kişiler, “Tarihi eser kaçakçılığı suçundan“ yargılanıp, sanırım en ağır cezayı alırlardı.

Oysa böylesi bir hazineyi ortaya çıkarıp yaşam savaşı ve özgürleşme mücadelesi veren bir halkın sevincine ortak olmak, o sevincin gururunu, onurunu yaşamak varken, bu halkın lanetini kazananalar olarak tarihin kara sayfalarında yerlerini alacaklardır. Bundan hiç kuşkumuz yok.

Dört parçaya bölünmüş Kürtlerin başındaki dört ana egemen ırkçı ve dinci gücün üzerinde hemfikir oldukları politikanın temeli; “Kürt yoktur, dili yoktur, kültürü yoktur, geçmişi yoktur“ düşmanlığıdır.

Böylece geçmişinden koparılan bir halkın hem bugünü, dolayısıyla da geleceği olmayacağı için sömürülmesi, köleleştirilmesi ve benliğinin deforme edilip başkalaştırılması daha rahat olacaktır.

Değil Kürtçe konuşmanın, şarkı söylemenin, mırıldanmanın ve hatta ıslıkla bir Kürtçe melodiyi çalmanın bile en acımasız şekilde cezalandırıldığı öyküleri çoğumuz bir biçimiyle duymuş ve okumuştur. Bazılarımıza “Bu kadarı olmaz artık” dedirten düşmanlığın, “bir iki jandarmanın kişisel, anlık tepkisi” olarak ele alamayacağımız derin tarihsel bir geçmişi ve gerçekliği vardır.

Yasaklanan ve en acımasız şekilde şiddetle cezalandırılan “ıslık melodisi”, Kürt’ün cenazesini, düğününü, üretimini, üretim ilişkilerini, bir dağ köyünde bile tek başına yürürken düşlere dalıp, hayal bile kuramayacak derecede her an, her yerden bir saldırı gelecek derecede panik haline sokma politikasının hayata geçirilmiş gerçekliğidir.
Tam da bu noktada işte, Kürtlerin yaşayan ve yaşatılan belleğinin borçlu olduğu dengbêjleri anmadan ve onların emeğinin önünde saygıyla eğilmeden ilerleyemeyeceğimizi görüyorum.

İlk arşivciler

Ağacı, yaprağı, taşı, toprağı ve suyu incelemekten bıkmayan ve yüzyıllardır aynı deneyi yapan ama her seferinde farklı sonuçlara gitmeyi amaçlayan bir doğa bilimcisinin sabrı, tutkusu, bilgisi ve hevesiyle her gün dengbêjliği ele alıp bundan her gün farklı sonuçlara, bilince ulaşabilmenin heyeca nıyla çalışmalı, her cümlesinde, her melodisinde kısacası her sesinde ve sessizliğinde yeni bir şeyleri keşfetmeye çalışmalı ve bunun heyecanını hiçbir bahaneye meydan vermeden kaybetmemeliyiz. Çünkü tarihimizin, günümüzün ve geleceğimizin en ahlaki, en sanatsal, en tarihsel ve de en bilimsel ilk arşiv çalışmasını yapan kişi ve kurumlarımız olmuşlardır.

Kurumlaşmalar ve rolleri

Kürt özgürlük mücadelesine paralel olarak gelişen yapılanmalar, kurumlar oynaması gereken tarihsel rollerini geçmişte oynadılar mı, bugün oynayabiliyorlar mı?
Bu soruya maalesef olumlu bir cevap vermek mümkün değil. Belki kimilerine göre çok sivri gelecek bir iddiayı dillendirmek ve üzerinde düşünmeye davet etmek isterim.
Kürtlerin her şeyiyle yasaklı olduğu, yok edilmeye mahkum edildiği ülkelerde gelişen özellikle Kürt kültür-sanat kurumlaşmaları, çok kısa bir süre sonra varoluş gerekçelerinin aksine kültür ve sanatın gelişiminin önünde engel olma pozisyonuna geçmişlerdir.

Şöyle bir örnek vereyim: Her şekilde yasaklı olduğu halde Kürdistan’ın en ücra dağ köylerine bile Şivan Perwer’in veya Koma Berxwedan’ın kasetleri nasıl ulaşabiliyordu?

Şivan Perwer veya Koma Berxwedan’ın ilk çıkan ürünlerinin üzerinde şöyle bir ibare vardı: ‘Kî kopî nekî, mala wî ne ava be’. Yani, ‘bu kaseti kopya yapıp başkalarına ulaştırmayanın evi şen olmasın’.

Gerek Şivan Perwer gerekse de Koma Berxwedan’ın Kürt özgürlük mücadelesine çağrı yapan devrim şarkılarını içeren şarkılarının legal bir şekilde halka ulaşması mümkün değildi. O yüzden de bu kasetlerin kopya yapılıp, çoğaltılarak halka ulaştırılması yeni bir devrimci ahlaki gösteren, ulusal mücadelenin bilincini yükselten çok güçlü bir göstergeydi. Hiçbir şekilde legal dağıtım ağına giremeyen bu çalışmalar inanılmaz bir hassasiyet ve itinayla sanki Kürdistan’ın her yerine aynı anda ulaşabiliyordu. Oysa İstanbul’da TC yasaları çerçevesinde kurulan bir Kürt müzik kurumunun dikkat ettiği en önemli şey, kapatılmasına gerekçe olabilecek bir esere, bir üretime meydan vermemekti.

Hal böyle olunca sakıncalı olabilecek, radikal denilebilecek temel eserlerden daha çok; mesela Kurdistan yerine “Gulistan” kavramlarının kullanıldığı, ulusal mücadeleye direk çağrı yapan eserler yerine daha yumuşak bir üretimi esas alan halay, düğün eserlerini yansıtan bol üretimlerin enflasyonunun yaşandığı bir süreç başlamış oldu.

Sistemin yasalarının yörüngesi

Kürtlerin ulusal bilinç ve özgürleşme mücadelesini esas alıp, toplumu mücadele için ayağa kaldıran temel sanat ürünlerinin yasak olduğu, toplatıldığı bir sistemde Kürt kurumları kira, vergiler gibi temel kurumsal giderlere ek olarak çalışanlarının ücretlerini karşılamak için daha soft bir üretim programını tercih ettiler.
Bu süreç öyle bir noktaya geldi ki, sadece çok satılıyor ve çok gelir getiriyor diye dili Kürtçe olan ama özünde Kürtlerin ulusal bilinçlenmesine hizmet etmeyip kendi öz kültürlerinin deforme edilmesine ön ayak olan bir üretimin daha revaçta olduğu bir döneme geçilmiş oldu. Burada anlatmak istediğim, Kürt kurumlarının (kişilerin niyetlerinden bağımsız olarak söylüyorum) oynamaları gereken tarihsel hayatı rolün dışına saparak, tamamıyla sistemle uyuşan bir çekim düzlemine girdikleri gerçeğidir. Yani zamanla kendilerini yaratan toplumsal mücadelenin temel prensiplerinden uzaklaşıp, sistemin yasalarının yörüngesine girmiş oldular.

Mesela Kürt arşivlerine el atabilirlerdi

Şivan Perwer veya Koma Berxwedan’ın en radikal eserleri zaten illegal şekilde halka ulaşırken, arada oluşan boşlukta ne yaptılar acaba özellikle Kürt müzik firmaları? Çok geliri var diye tüm enerjileriyle arabesk bir Kürt müzik sektörünün oluşması için adeta yüksek mesai yaptılar. Çok geliri var diye arabesk ve piyasa müzik üretiminin devamını sağlayan kurumlar, mesela Kürt arşivlerine el atabilirlerdi. Çok sistematik şekilde Kürdistan’da köy köy dolaşılıp ses ve görüntü kayıtları yapılabilirdi.

Onlarca dengbêj hala hayatta olduğu halde kendileriyle yapılmış bir çalışma içine girilmedi. Onların eserlerinin kaydı, korunması gibi tarihi bir arşiv ve edisyon çalışmasının altyapısı kurulmadı. Buna ek olarak Kürt kültür ve sanat eserlerinin deforme edilip Türkçeleştirildiği bir ülkede, mesela şarkıların hikayelerine ulaşılıp özlerine kavuşturulmalarına ön ayak olunamadı. Bu alanda araştırma yapmaya teşvik edici çalışmalara girilmedi.

Kürt eserlerinin edisyonu çalışması yapılmış olsaydı eğer, hem Kürtlerin kendi halk şarkılarını talan edip kişisel ticari çıkarlarına alet etmelerinin önüne geçilirdi hem de bu eserlerin kendi diline kavuşturulması için MESAM, MÜYAP gibi devlet kurumlarının içinde, tamamen onlara karşı legal mücadele edilebilirdi.

Neden bir Kürt MESAM kurumu kurulamadı?

Çok mu zordu? Aslında hayır. Ulusal bilinçten yoksun, özgürlük mücadelesiyle ortaya çıkan eserlerden heyecan alıp yönünü buna göre belirlemek varken, tamamen piyasanın kaygılarıyla hareket eden bir düzen çalışmasına dönüldü.

Bırakın Kürt MESAM (eser arama) çalışmasına ön ayak olunmasını, resmen Antep’in göbeğinde, özellikle Kürt sanatçıların müzikal üretiminin korsanca basım ve dağıtımını yapan bazı Kürt firmalarının çalışmalarına göz yumulup bir süre sonra neredeyse partneri olunan bir süreç yaşandı. Devlet bir yandan Kürt müzik eserlerini çevirip, deforme edip ve her şekilde hak gaspını yaparak her alanda baskı uygularken, Kürt firmalarının neredeyse hepsi başka bir adaletsiz sisteme geçerek, özünde karşı mücadele ettiği sistemin kurumlarına dönüştü, emeğini, mücadelesini Kürt sanatçısından yana yapması gerekirken, ona karşı konumlandırdı.

Somut olarak ne mi demek istiyorum?

Eğer devletin bir kurumu, hiç Türkçe bilmediği halde kısa bir dönem önce hayatını kaybeden Cegerxwîn’in en büyük oğlu saygıdeğer Keyo Hassan’ı sanki Cegerxwîn hayattaymış gibi gösterip onunla sözleşme yapmış olsaydı, kim bilir ne kıyametler kopardı. Oysa bunu yapan bir Kürt yapımcı. Hem de Kürtçeyi iyi bilen bir yapımcı.
Bu yapımcı 16 yıl boyunca sahtekarca hazırlanmış bir belgeyi elinde tutarak Cegerxwîn’le ilgili her türlü edisyon hakkını elinde tutup kendi kişisel kazancı çerçevesinde kullanması yetmiyormuş gibi, bir de o haliyle başka bir Kürt yapımcısına, kurumuna on yıllığına devrediyor.

Sevgili Keyo Hassan, toplumsal mücadele sonucu ortaya çıkan Kürtlerin adil enerjisine güvenden, Kürt insanına ve ortak mücadele kaygısına duyduğu güvenden kaynaklı olarak sözleşmeyi imzaladığını anlatmıştı bana. 16 yıl boyunca bir Kürt yapımcısı, kurumu nasıl olur da kendisinden kaçardı, kendisiyle yapılan sözleşmenin minimal ahlakına bile uymayıp başka bir kuruma devrederdi?

Hadi diyelim o devretti de, devir alan Kürt kurumu nasıl olur da bir ortaokul öğrencisinin hemen fark edeceği amatörlükte yapılmış bir sözleşmeyi devralırdı. Çok iyi niyete devraldı diyelim ve bu haksızlığa son vermek adına bir an önce Cegerxwîn ailesiyle ilişki kurup gerçek adil bir sözleşme yapmak yerine (Keyo Hassan’ın izni olmadan ‘devredilemez’ ibaresine rağmen) devralıp Türk kurumlarına ibraz ettirmesinin mantığı nedir acaba?

Sadece platform değiştirmiş oldu

Maalesef Kürt kurumlarının özellikle arşivler, tarihi eserler, belgelerle ilgili durumunu, onları açığa çıkarmak, halka ulaştırmak değil de “KAÇIRMAK“ olduğunu görüyoruz.
Müzik pazarının fiziki dağıtım, tüketim şartlarının dijital döneme geçmesiyle beraber aslında Kürt sanatçısı açısından değişen pek bir şey olmadı. Bu alanda yaşanan sorunlar fiziki sistem varken yaşanan sorunların aynısıydı. Çünkü fiziki üretim ve dağıtım sistemi domine eden, elinde tutan zihniyet aynı olduğu için sorunlar da o zihniyetle beraber sadece platform değiştirmiş oldu. Gerçekten üzerine belki de tezler yazılacak derecede ilginç bir durumla karşı karşıyayız.

Adeta özellikle Kürt müzik sektöründeki kurumsallaşmalar, yaratan, üreten sanatçıların haklarını korumak, bu alanda fiziki ve dijital gelirlerinden gelen gelirin sanatçıya düşen payını sanatçıya ulaştırıp, onun daha sağlıklı üretimini desteklemesi gerekirken, adeta sanatçısına karşı müthiş bir savaş veriyor, tüm gücünü ona karşı kullanıyor.
Devletin bir kurumuna veya Kürt halkının mesela bir eserini Türkçeleştirip kendisine kazanç sağlayan bir sanatçıya karşı vermesi gereken mücadeleyi, kendi sanatçısına karşı veriyor!

Kısa bir dönem öncesinde, Türk sanatçı Serdar Ortaç’ın Keremê Gerdenzerî’nin “Venagere/Cahaltî” şarkısını nasıl da yıllar boyunca Türkçeleştirip kendi adına tescil etmesine dair haberleri okuduk. Serdar Ortaç’ın hangi çökük ahlakıyla bu şarkıyı çaldığını anlamak mümkün de, ona karşı hala hayatta olan Kerem Gerdenzerî’nin haklarını koruma iddiasıyla hareket eden Kürt kurumunu anlamak mümkün değil. Normalde şarkının yayınlandığı tüm dijital platformlara yollanacak “Strike” ile birlikte şarkının tüm dijital ortamlardan kaldırılması mümkün iken ve yine avukat üzerinden yapımcıya yollanacak ihtarname ile birlikte iki hafta içinde ise mahkemeye taşınacak yasal süreç dururken, basına yansıyan haberlerde sözde bir “köşe bucak kaçma, yakalama“ mücadelesinin verilmiş olduğunu öğrenmiş olduk.

Oysa herkes yerli yerinde duruyor. Ne kaçan var ne de kendisini yakalamaya çalışan bir koşan… Kaçan-kovalayan savaşı değil de sanki kaçmaca-kovalamaca oyunu.
Hala hayatta olan Kerem Gerdenzerî’nin bir şarkısının tüm haklarını elinde bulunduran bir Kürt kurumu, hala hayatta olup da şarkıyı çalıp çırparak her türlü maddi manevi hakkını gözümüzün içine bakarak doya doya yiyen bir Serdar Ortaç’a karşı mücadeleden her ne hikmetse bir sonuç alamıyor ama anasının ak süt kadar helal olan sanatsal üretiminin kendine düşen bırakın maddi payını, bir bilgi paylaşımını çok görüyor.

Unkapanı çalışma ahlakı

Oysa fiziki süreçleri olduğu gibi dijital dağıtım/sunum geçiş dönemlerini de yorumcusuyla, bestecisiyle, aranjör, teknisyen, prodüktör ve müzisyeniyle beraber koca bir Kürt sanat camiasıyla birlikte yönlendirip, yönetmek varken ve üstüne destek alabileceği devasa bir enerjik yapı arkasındayken, nedense Unkapanı çalışma ahlakı tercih ediliyor.
Şimdi karşımızda gerek üretim biçimiyle, üretim ilişkileriyle, çağın tüm dijital avantaj ve dezavantajlarının farkında olmadan, yeni süreci iyice analiz etme yeteneğini tahrip edilmiş, güveni kırılmış ve kendisine güveni kırdırılmış bir müzik camiası görüyoruz.

 

‘Temiz eller hareketi’

Özellikle Kürt müzik sektöründe acil bir ‘temiz eller hareketi’ başlatmak gerektiğini düşünüyorum. Bu hareketin temel amacı maddi bir hesap alıp vermeden öte, hak-hukuk ve adalet olgularının yeniden tesis edildiği, müzik sektörünün tüm aktörlerinin hak ettiklerinin yasal zemine kavuşturulması olarak değerlendiriyorum.
Arşivler sadece geçmişte yaşanmış olanları kapsamaz. Bugünkü Kürt müzik dünyasının üretimini de bir an önce çağın tüm teknik imkanlarını kullanarak sistematize etmeli ve yeni kuşaklara öyle sunmalıyız.

Dev bir arşiv kampanyası başlatılmalı

Hiçbir şey için kesinlikle geç kalmış sayılmaz. Mesela öncelikle halk kültürümüzün temel üretimlerini toplayacağımız kapsamlı dev bir arşiv kampanyasını başlatmalıyız. Her türlü internet imkanının yarattığı desteğin yanında dünyanın her köşesine yayılmış Kürtlerin organize oldukları tüm bölgesel Kürt kültür sanat derneklerini aynı zamanda birer “Kürt Kültür Noktası”na dönüştürebiliriz.

Mesela internet üzeri gönderim imkanları olmayan çok sayıdaki vatandaşımız, kendilerine en yakın toplama merkezlerine ellerindeki arşivleri (resim ve videolu ispatlarla) bırakabilir. Bu anlamda özellikle Kürt görsel medya organlarıyla beraber geliştirilecek dev bir arşiv kampanyası sonucu bir araya gelecek devasa bir kültür-sanat hazinesinden bahsetmemiz mümkündür.

Belki kurumlarımız gerektiği gibi bir arşiv sistemini oluşturamamış olabilirler, ancak anılarına, yaşadıklarına değer veren yüzlerce, binlerce ailenin var olduğunu ve ellerinde biriktirdikleri her türlü görsel, işitsel arşiv değerlerini, başlatacağımız bir arşiv kampanyasıyla sunabileceklerini biliyoruz. Bunlarla beraber Kürt kültür-sanat dünyasının birçok alanında enstitüleşmenin, akademileşmenin maddi zemini de ortaya çıkacaktır.

‘Kurdish Sound Library’

Kim bilir neler elde edeceğiz ama, bu sürecin sonunda belki de bir “Kürt Görsel Tarih Enstitüsü, Kürt Arşiv Enstitüsü, Kürt Tiyatro Enstitüsü, Kürt Dengbêjlik Akademisi, Kürt Müzik Enstitüsü, Kürt Halk Oyunları Enstitüsü” gibi özel çalışma alanları başta olmak üzere şahsen benim kişisel bir hayalim olan “British Library” gibi bir çalışmanın “Kurdish Library” ya da “Kurdish Sound Library” gibi çok özel bir müze ve kütüphanesi olan bir kurumlaşma başlatmak mümkün olabilecektir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.