Kürtçe için 3 yol

Dosya Haberleri —

Kürt dili

Kürt dili

15 Mayıs Kürt Dil Bayramı vesilesiyle yazar Dr. Dilawer Zeraq’la dilsel algı ve dil alanında yapılabilecek çalışmalar üzerine konuştuk...

  • Kürt birey, Kürtçeyle dilsel farkındalık ilişkisi kurabilirse yaşamın ve bilginin tüm kavramsal ve söylemsel alanlarına ilişkin de düşünce aşamasına geçebilir. Yani bir Kürt, dili üzerine ne kadar kafa yorar ve dilin zihinsel devinim sınırlarına ne kadar olanak sunarsa diliyle kurduğu sevgi ilişkisi de o derece büyür. İşte o zaman Kürtlerin dillerine karşı sevgisi gönülden sevgiyi aşacaktır.
  • Bir insanın dilsel farkındalığının duygusallıktan evrilebilmesi için 3 yol var. Bunlardan biri dilsel algıdır. Bir diğer yol sistematik ve programlı bir anadilinde eğitim. Sonuncusu ise dilsel yorumu güçlü bir fikir ve algı üzerine kurulu edebiyattır. Günümüzde anadilinde eğitim olanaklarımız yok, tesis edemedik. Dolayısıyla elimizde dilsel algı ve edebi yorum kalıyor.
  • Kürt ulusuna mensup mir ve önderler muhtemelen 500 yıl öncesinde de aynı algıdaydı; toplum ve ulus inşasından ziyade kendilerini örmek için çalışıyorlardı. Bu yüzden diğer mirliklerle anlaşamıyorlardı, hatta birbirleriyle büyük savaşlara bile girişiyorlardı. Öte yandan diyebilirim ki dil, sanat ve edebiyat sathında açığa çıkmış büyük bir enerji var ancak bu enerji karşılığını bulamıyor.

MIHEME PORGEBOL

Bugün 15 Mayıs. Bugün, Hawar dergisinin yayımlanan ilk sayısının yıl dönümü olması vesilesiyle Kürt Dil Bayramı olarak kutlanıyor. Bir ezilen dil olarak Kürtçe, egemen devletlerin baskıcı ve saldırgan tutumları nedeniyle yüzyıllardır engelleniyor. Buna rağmen Kürt halkı kah toplumsal duruşuyla, kah güçlü iç politikaları sayesinde, kah sanatçı, edebiyatçı ve dil aktivistlerinin çabalarıyla direnip dilini bugüne taşıyabildi. Fakat egemenlerin asimilasyoncu baskı ve saldırıları da bitmiş değil. Yani, Kürtçe hala tehlikelerle karşı karşıya ve bu tehlikenin dağılabilmesi için gerçekçi bir algı ve ciddi çalışmalara ihtiyaç var. Biz de yazar Dr. Dilawer Zeraq’la dilsel algı ve dil alanında yapılabilecek çalışmalar üzerine konuştuk.

Son yıllarda dile dönük sözüm ona güçlü bir sahiplenme var ancak istatistikler Kürtçe için tablonun günden güne daha da kötüleştiğini söylüyor. Bu çelişki hakkında neler söyleyebilirsiniz? Sebebi nedir?

“Güçlü sahiplenme”nin istatistiklerde ters yüz olmasının sebebi “sahiplenme” kavramının bir slogan gibi kullanılıp gereğinin yeterince yapılmamasıdır. Bu durum biraz da “sahiplenme” kavramının içerik ve kullanım çerçevesinden kaynaklanıyor; bu ifadedeki “sahip” sözcüğü dili insanın sahip olabileceği bir şey kılıyor. Yani dil öyle bir şey haline getiriliyor ki sanki bize ihtiyacı varmış gibi. Ancak dilin var olması için bize ihtiyacı yoktur, asıl bizim var olmak için dile ihtiyacımız vardır. Bahsettiğim bu ferasetten kaynaklı olarak, bir dil sevgisi ortaya çıkamıyor. Bu sevgi gönülden gelen bir sevgiden ziyade ruh ve bilinçte ortaya çıkar, orada kaynayıp pişer ve Kürt varlığının önemli bir parçası, olmazsa olmazına dönüşür. Dolayısıyla mevcut çelişki dile dair yetersiz sevgi, anlaşılmazlık, pratiksizlik ve içselleştirilememişlikten (non-internalized) kaynaklanıyor.

Aynı zamanda dille kurulan ilişki biçimi de bize birçok şey gösteriyor. Bizim dille kurduğumuz ilişki, ilişki değil. Dilimizle kurduğumuz ilişki öylesine üstünkörü ki; egemenlerin dilimizden eksiltmesine gerek kalmadan biz, kendimiz -onu içselleştirmek yerine- “güçsüz” görmeye başlıyoruz. Sonuç olarak da egemenin dili ve asimilasyon uygulamalarına karşı hem biz hem de dilimiz güçten düşüyor ve elimizde kala kala sloganlar ve temelsiz bağrışlar kalıyor.

Kürtlerde romantik bir sahipleniş ve sloganvari bir tutumun ötesinde güçlü bir dilsel algının -dil temelli bir gündelik, toplumsal ve siyasi algı ve zihniyet- gelişmesi/yaratılması için neler yapılmalı, hangi yol ve yöntemler kullanılmalı?

Onu güçlü bir temele oturtmak ve içeriklendirebilmek için yıllardır “dilsel algı” kavramı üzerinde duruyorum. Evet, dilsel bir algı ve zihniyetin yaratılması için en başta ifadelerimizi kavramsallaştırmamız ve ardından da onları söylemsel alana katabilmemiz gerek. Dilimizdeki ifadeler kavramsallaştığı zaman dilimizle kurduğumuz ilişkiyi de güçlendirebiliriz; ilişkimizi gönül, ağız ve kulak derecesinden zihin ve algı derecesine yükseltebiliriz. Dilimize ilişkin kavram ve söylemleri zihinsel ve algısal düzeyde yorumlayabildiğimiz, üzerine düşünebildiğimiz ve onları bu temelde harekete geçirebildiğimiz zaman, zihnimiz dilimize mekân olabilir.

Bunun gerçekleştirilebilmesi için de ilk olarak dilsel bir farkındalık zorunludur. İki dilliliğin “çağa yetmeyen dil, resmi ve bilim dili olmayan dil” çerçevesindeki kabuller değildir bahsettiğim dilsel farkındalık. Bir varlık olarak Kürt birey, dili her ne kadar baskı altında olsa da, engellenip payesiz bırakılsa da sözünü ettiğimiz zorunlu dilsel farkındalıkla kendi dilini algısal bir düzeye getirir, düşünsel ve zihinsel devinimlerinde ona güçlü bir rol biçer. Kürt birey, Kürtçeyle bu temelde bir dilsel farkındalık ilişkisi kurabilirse yaşamın ve bilginin tüm kavramsal ve söylemsel alanlarına ilişkin de düşünce aşamasına geçebilir.

Yani bir Kürt, dili üzerine ne kadar kafa yorar ve dilin zihinsel devinim sınırlarına ne kadar olanak sunarsa diliyle kurduğu sevgi ilişkisi de o derece büyür. İşte o zaman Kürtlerin dillerine karşı sevgisi gönülden sevgiyi aşacaktır. Sevgi o zaman hem zihinde hem de gönülde tesis olur ve o zaman Kürt bireyi asimile etmeye kimsenin gücü yetemeyecektir. Çünkü bu aşamadan sonra Kürt birey dilinin farkındadır, yaşamını onunla inşa ediyordur. Böylece kendi dili dışındaki tüm diller kendi dilinin güçlenmesi için birer hizmetkara dönüşür.

Bugün Bakur’da çok sayıda insanın Kürtçeyle bu tür bir ilişki kurduğunu söylemek mümkün ve artık daha geniş çaplı yol ve yöntemlerle dil ve edebiyat etkinlikleri ile güçlü ve yeni dil politikaları üretilmeli. Böylece bu etki alanı peyder pey genişleyebilir ve daha çok Kürt bu anlamda bir farkındalık, bir dönüşüm yaşayabilir, kendi diline yoğunlaşabilir.

Peki bu söylediklerinizin gerçekleşebilmesi için ne gibi çalışmalar yapılmalı?

Bir insanın dilsel farkındalığının duygusallıktan evrilebilmesi için 3 yol var. Bunlardan biri az önce kısaca bahsetmeye çalıştığım dilsel algıdır. Bir diğer yol sistematik ve programlı bir anadilinde eğitim. Sonuncusu ise dilsel yorumu güçlü bir fikir ve algı üzerine kurulu edebiyattır. Günümüzde anadilinde eğitim olanaklarımız yok, tesis edemedik. Dolayısıyla elimizde dilsel algı ve edebi yorum kalıyor. Bilindiği gibi dil ve o dildeki edebiyat -coğrafya, tarih ve kültürle birlikte- uluslaşmanın temel sütunlarından biridir. Bu halkın okumuşları olarak -kuşkusuz siyasetçiler de buna dahildir- edebi yorumlarımızı dilsel bir algıyla kurup bunu yaşamsal praksiste uygulayabilirsek halk da bizden güç alır. Halkın cesareti açığa çıkar ve o zaman Kürtçe, az da olsa içine düşürüldüğü folklorik konseptten kurtulabilir, Kapitalist Modernite’nin egemen olduğu günümüzde kendi rengini dışarıya yansıtabilir, egemen dil(ler)in kavrayış ve yorum biçimlerinin esaretinden kurtulabilir.

Siyasi partiler dahil, Kürt kurum ve kuruluşlarının dil politikalarını genel olarak nasıl görüyorsunuz?

Bahsettiğin çevrelerin bu anlamdaki politikaları güçlü ve etkili başlamıştı. 2016 yılına kadar da ortak bir renk ve tutumla sürdürüldü. Ardından halkın ve kurumların üzerinde uygulanan geniş baskı uygulamaları özellikle halk ve kurumlar arasındaki ilişkinin kopmasına neden oldu. Böylece halk -gerek bilmeden gerek korkudan gerekse de ihmalkarlıktan- kendi dil ve kültüründen uzaklaştı. Ancak son zamanlarda güzel bir ortam ve koşullar oluştu; eğer bu olumlu havayı yine kendi katılım ve eylemlerimizle güçlendirebilirsek bir şeyler başarabiliriz. Fakat eski kafada ısrar edersek yolda kalırız. Yolda kalmamamız için kimi gerekli yol ve yöntemlerden bahsettim zaten. Özellikle şunu belirtmek isterim; kurum ve kuruluşlar çalışmalarını eski yöntem ve pratiklerle sürdürüyorlar. Bu şekilde devam edersek yol alamayız çünkü, o eski yol ve yöntemler devlet ve sömürgeci sistem tarafından etkisizleştirilmiş haldedir.

Kürtçenin her anlamda çağa yanıt olabilmesi için nasıl bir sistem yaratılmalı, kişi ve kurumlar ne tür çalışmalar yapmalı?

Kısa da olsa bu konuda kimi şeyler söyledim. Ek olarak şunu söyleyebilirim: Bizim öğrenilmiş pratiklerden uzak durmamız gerek. Yani ifadelerimizi her seferinde aynı biçimde söylememeliyiz. Eylemlerimizi aynı biçimde sergilememeliyiz. Kimi eylem ve ifadeler dönemsel, konjonktüreldir. Onların farkında olmalıyız ve onları tekrarlayarak kendimizi zehirlememeliyiz. Kurum ve kuruluşlarımızda yaratıcı fikirler üzerine çalışan birimlerin olması ve bu birimlerin çok yönlü çalışmalar için yeni ve aktif düşünce, yol ve yöntemler üretebilmesi gerek. Çalışmalarımız öyle aktif ve yenilikçi olmalı ki sömürgeciler kolay kolay sızıp onları içeriden çürütemesin. Bu yüzden çalışmaların etki çapının büyüklük ve küçüklüğünün peşine düşüp avareleşeceğimize her anlamda yeni çalışma ve pratikler yaratmanın peşine düşmeliyiz. 

Toplumda dilin yükü çoğunlukla sanatçı ve edebiyatçılardadır ancak Kürt toplumunda her gün dil ve politik tutarlılık üzerinden anlaşmazlık ve tartışmalara şahit oluyoruz. Dil konusunda hem sanatçı ve edebiyatçılarımız hem de toplum olarak bazı şeyleri yanlış yapıyoruz gibi… Siz ne dersiniz?

Sanatçı ve edebiyatçıların bahsettiğin çatışmaları bana çaresizlikten kaynaklanıyor gibi geliyor. Kürt ulusuna mensup mir ve önderler muhtemelen 500 yıl öncesinde de aynı algıdaydı; toplum ve ulus inşasından ziyade kendilerini örmek için çalışıyorlardı. Bu yüzden diğer mirliklerle anlaşamıyorlardı, hatta birbirleriyle büyük savaşlara bile girişiyorlardı. Öte yandan diyebilirim ki dil, sanat ve edebiyat sathında açığa çıkmış büyük bir enerji var ancak bu enerji karşılığını bulamıyor. Bu enerji sanatçı ve edebiyatçılar arasında sıkışıp kaldığı için bir yerden sonra bu kişilerin birbirine karşıtlaşmasına, birbirlerine yönelmesine sebep oluyor. Bunun da sebebi bu büyük enerjinin karşılık bulması gereken zeminin enerjinin büyüklüğüne yetmemesidir bana göre. Bu yüzden de aldığı karşılık, yazar ve sanatçının asıl meyilini üretim ve yaratıcılığa odaklamasını engelliyor. Yani her ne kadar yanlış da olsa bir başka başat sebep de dil, edebiyat ve sanat alanında bahsettiğim büyük enerjiden kaynaklı sıkışmışlık mevcut ve zeminin genişlemesi, ferahlaması için yeni kapılar açılıp olanaklar yaratılmazsa hiçbirimizin istemeyeceği bir savrulma, bir dağınıklıkla karşı karşıya kalabiliriz.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.