Mafyatokrasinin ekonomi politiği 

Veysi SARISÖZEN yazdı —

  • Büyüyemeyen tekel, rakipleri tarafından öldürülür. Türk tekelleri ölmemek için, yeniden içeride büyüme yoluna girdi. Bir yandan daha vahşice kamu malları yağmalandı, devlet tehdidiyle, örneğin Doğan Grubu gibi tekellerin mallarına el kondu, asıl yağma ise 15 Temmuz darbesiyle “Cemaatçi” denilenlerin trilyonluk sermayelerine çökülerek gerçekleşti.

Nasıl bir iktidarla karşı karşıya olduğunu bilmeyen, ne yapıp edeceğini de bilmez.

Karşısında devletin bir kesimine amigoluk yapan Erdoğan’ı “iktidar” sandığın zaman işin kolaydır. Adama bir tekme attın mı, iktidarı yıktım sanırsın. Oysa yıktığın, iktidarın çirkin yüzüdür. Söz aramızda, size bir sır vereyim: “Devlet aklı” diyorsunuz ya, o “devlet aklı” baktı ki seçmen tabanı bakımından rakipsizken kullandığı bu “çirkin yüz” hepten çirkinleşti, giderayak tabanını kaybetmeye başladı, o “aklı” olan devlet bir bakmışınız ki, sizden önce davranıp onu alaşağı etmiş. Böyle olacak demiyorum, durumu anlatmaya çalışıyorum. Sırada “kadın yüzlü” Akşener, “imam suratlı” İmamoğlu var. O “akıllı” devlet, “hele bir Başkanlık koltuğuna otursun, Kılıçdaroğlu’nu oturduğuna oturacağına pişman ederiz, bir ya da iki yıl sonra bir seçimle kullanışlı yüz ve suratları ekranlara çıkarırız” diye düşünüyor bile olabilir.

O hade “nasıl bir iktidar” sorusuna, ekonomi-politik biliminin verdiği cevabı, “ekonomist” olmadığım için kabaca aktarmaya çalışayım.

Analize devletin sınıfsal temelinden başlamak doğru olur. Bu sınıfsal temel iyi anlaşılmalı ki, onu temsil eden “üst yapının” cibilliyeti de anlaşılsın.

Bizim solcular hali hazırdaki devletin bir “burjuva-kapitalist-neo-liberal” sınıfa dayandığını söylerler. Kim iktidarda olursa olsun, nedense bu sınıf onlara göre hep sabit kalır. Genel olarak doğru olsa bile, şu andaki devletin sınıf yapısı bu teze uymaz. Gelin şu andaki devletin dayandığı sınıfsal temeli anlamaya çalışalım.

İyice kabalaştırarak ve özgün belirleyicileri, tekelleşmeyi vs. yok sayarak söylersek, kapitalist ekonomide sermayenin geliri üç türden meydana gelir: Sanayi sermayesinin ve hizmet sektörünün geliri artı-değere dayanır. Bunun adı “KÂR”dır. Banka sermayesinin gelirinin adına “FAİZ” denir. Toprak sermayesinin geliri de “RANT”tır. Arz talep kanununun geçerli olduğu piyasa ekonomisinde, bunların arasındaki denge bir bozulur bir düzelir. Sanayi sermayesine yatırılan 100 lira yılda yüzde 20 kâr getirsin. Faiz ve Rant ise bu alandaki yatırımcıya yüzde 50 kazanç sağlıyorsa, sanayiye yatırım yapan kişi oradan kaçar parasını bankaya yatırır ya da bina satın alır. Bu durumda sanayi malları azalacağından bu malların fiyatları öyle artar ki, satan her sattığından yüzde 100 kazanç sağlar. Bu konjonktürel kârdır. Bu defa faize ve ranta yatırılan sermaye sanayiye ve hizmet sektörüne kayar. Kazançlar dengelenir. Sonra tekrar bozulur. Bu böyle gider.

Ancak bunlar “sömürüyle” elde edien kazançlar olsa da, şu çağın bir gerçeği var: Emperyalizm. Emperyalist ekonomide kazancın çok önemli bir kısmı, sermaye ihracı ile rakip kapitalist pazarlarda hegemonya kurmaktır. Rakip sermayeleri geçici olarak “barışçı” yolla, kural olarak ise “emperyalist ve bölgesel emperyalist savaşlarla” yutmaktır.

Türk kapitalizmi kendine özgü bir yolla sermaye birikimini gerçekleştirdi. Baldırı çıplak Türk “girişimcisi” önce “içerdeki” zenginliklere jenosidle çöktü. Ermeni soykırımıyla Ermenilerin, Rum soykırımıyla Rumların fabrikalarına, işletmelerine, evlerine barklarına çökerek palazlandı. Bir kısmı, özellikle İkinci Dünya Savaşı yıllarında “karaborsayla” vurgun yaptı. Devlet tekelleri halkın vergileriyle oluşturuldu, bir süre sonra bu tekeller siyasi iktidar eliyle özelleştirilerek bunların eline geçti. (Dikkat Osmanlı haraççıydı, “modern kapitalistin” temelinde soykırım yağmacılığı var; ontolojik olarak “mafyatokrasinin temeli bu tarihi arka plandır. Topal Osman’ın yerinde Ağar var.)

Türkiye’de tekelleşme bu kanlı ve ahlaksız yolla gerçekleşti. Gerçekleşince içerideki “büyüme” onlara yetmemeye başladı. Dar ayakkabıda büyüyen ayak tırnağının ete batması gibi tekeller sızlanmaya başladı. Sonra bunlara gün doğdu. Potansiyel bölgesel emperyalist eğilim, Sosyalist dünyanın yıkılması ve yeni bir “emperyalist paylaşımın” başlamasıyla “kuvveden fiile” tırmandı. İştahlar kabardı. Bunun sonucu Ortadoğu’da ve Kuzey Afrika’da elde edilen mevzilere dayanarak Türk bölgesel emperyalizmi Arap Baharı’yla birlikte bölgesel Pazar paylaşım savaşına bütün gücüyle daldı. Sonuç malum. Kafasını Kurdistan’ın dağlarına, ovalarına vurdu ve yenildi.

Büyüyemeyen tekel, rakipleri tarafından öldürülür. Türk tekelleri ölmemek için, yeniden içeride büyüme yoluna girdi. Bir yandan daha vahşice kamu malları yağmalandı, devlet tehdidiyle, örneğin Doğan Grubu gibi tekellerin mallarına el kondu, asıl yağma ise 15 Temmuz darbesiyle “Cemaatçi” denilenlerin trilyonluk sermayelerine çökülerek gerçekleşti.

Bu kadar olsa, “kapitalizm kurtlar sofrasıdır” der geçerdik. Ama öyle değil.

Ne dedik? Kapitalizmde gelirler “kâr, faiz ve ranttır” dedik. Buna emperyalizm çağında “sermayenin sermayeyi yutmasını” ekledik. Bu yutmanın “çökme” biçiminden de söz ettik. Bütün bu büyümeler sonuçta kapitalist birikime yol açar. Olan işçi sınıfına, emekçilere olur. Sistem ve sistemin devleti böyle işlerden dolayı zarar görmez.

Ama kazancın bir de “kriminal olanı” vardır. “Cepçi” birinin parasını çaldığı zaman kazanır. “Gaspçı” da öyle. Kapitalist bütün devletlerde mafya olur. Zaman zaman devleti bile etkileyen boyutlarda güçlenebilir. Hatta ABD’de Al Capone çetesinin başardığı gibi kimi senatörleri ve polis şeflerini bile rüşvetle satın alabilir.

Ama mafyanın “devlet haline gelmesi” istisnai bir haldir. Sovyetler yıkıldığında mafyaya dönüşen bürokrasinin devlete geçici olarak egemen olduğu dönem gibi.

Türkiye’de durum ne?

Yarın konuya devam edeceğim.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.