YİBO: Soyutlanma, asimilasyon ve şiddet
Kültür/Sanat Haberleri —

YİBO
- Yönetmen Şükran Demir: “Çocukları alıp bu merkezlere (YİBO) topluyorsunuz. Aileyle, çevreyle, toplumla bağınız zayıflatılıyor. Bu bir kapatılma, bu bir asimilasyon.”
BİLGE AKSU
Günümüzde sayıları epey azalsa da geçmişte Kürt çocuklarını kendi kültüründen, kendi çevrelerinden koparmayı amaçlayarak kurulan Yatılı İlköğretim Bölge Okullarına dair yapılan en kapsamlı araştırmalardan biri Hafıza Merkezi’nin bünyesinde e-kitap olarak yayımlanmıştı. “Şiddet ve Asimilasyon Aracı Olarak YİBO” adlı bu çalışmayı yürüten ekip, araştırma sürecini görsel bir metne dönüştürmeye de karar verince ortaya aynı adla bir belgesel çıkmış oldu. Yönetmenliğini Şükran Demir ve Özgür Ünal’ın üstlendiği belgeselin detaylarını, ulaşılan sonuçları, asimilasyon politikalarını ve en önemlisi, anadilde eğitim engelinin yarattığı sorunları Şükran Demir ile konuştuk.
Hafıza merkezinden çıkan raporu okumuştum, epey ayrıntılı ve akademik bir çalışmaydı. Belgesel fikri nasıl ortaya çıktı?
En başta zaten bir raporlama çalışması yanında öznelerle görüşüp röportaj yapma fikrimiz vardı. Fakat sonra düşündük ki bu sadece röportajla olabilecek bir şey değil. Hazır gerçekten insanlarla oturup konuşacağımız bir ortam sağlayabilecekken belki bunu izletebilir ve daha fazla tartışma alanı yaratabiliriz diye düşünüp belgesele de yöneldik.
Biraz daha bütçeli bir iş. Yani buna girişmek ayrı bir cesaret de istiyor…
Şöyle aslında bütçe meselesini biraz hafifletecek bir bakış açısı bizde mevcut. O da nasıl? Bir kamerayla bir ses kayıt cihazıyla oturup insanlarla o sohbeti oluşturmak ve yine elinizdeki bir kamerayla mekanları çekmek. Belgeseli izlediniz siz de fark etmişsinizdir. Yani teknik olarak kendini izleten bir belgesel ama görsel olarak sinema dünyasında böyle çok çok iyi diyebileceğimiz bir belgesel değil elbette. Tabii bunun da bir bağlantısı aslında bütçe. Hafıza Merkezi, Ortadoğu Sinema Akademisi ve Mezopotamya Sinema Kolektifi ile birlikte çalıştık.
Belgesel işi gerçekten uzun süreli bir iş. Buna dair size destek sunan unsurlardan bahsettik ama yolunuza çıkan engeller nelerdi?
Bizim için özellikle mekan çok büyük bir problemdi. Çünkü YİBO’lar artık çok yaygın değiller. Sayıları gittikçe azalıyor ve kapanıyor. Ancak asıl engel mevcut YİBO’lara girişin mümkün olmaması. Yani siz oraya girseniz bile çekim yapamıyorsunuz. Tabii bunun belli başlı aşamaları, başvurmanız gereken mekanizmalar var. İşin bu kısmı gerçekten çok zordu. Bir de tarihi noktada önemi olan ve öznelerin çoğunlukta olduğu bazı okullar son dönemlerde kapatılmış. Örneğin Lice YİBO askeriyeye tahsis edilmiş. Yine Bismil YİBO depremden kaynaklı boşaltılmış. Kulp YİBO tamamen yıkılmış, geriye çamaşırhanenin ve banyoların olduğu kısım kalmış. Bunların ötesinde izin meselesi var. Bir ilçe Milli Eğitim Müdürüyle yaptığımız görüşmede şöyle bir cümle kurmuştu: “Biz zaten çok modern okullar yapıyoruz, niye YİBO çalışıp ortalığı karıştırıyorsunuz?”
Geçen gösterimde biraz bahsetmiştiniz ama onu da sorayım, öznelere ulaşma konusu da epey zorlayıcı oldu herhalde? Özellikle öğretmen bulamadığınızdan bahsettiniz?
Öğretmenlere dair ben kendi dönemimden birkaç kişiyle iletişim kurmaya çalıştım sosyal medya platformları üzerinden ama dönüş alamadım. Bir yandan şeye de emin olamıyorsunuz, o dönemi konuşup konuşmama isteği olur mu olmaz mı ondan da emin olamıyorsunuz ama bir şekilde denememiz gerekiyordu. Özneler açısından da ulaşabilseniz bile ikna etme süreci yaşanıyor, sizi tanımıyorlar çünkü. Ama günün sonunda 30’a yakın kişiyle görüşmüş olduk.
Sizin de belirttiğiniz üzere YİBO’lar artık kapanıyor ya da dönüştürülüyor. Yeni kuşakların bilmediği bir mesele bu. Kısaca anlatırsanız nedir YİBO? Herhangi bir okuldan farkı nedir?
Aslında baştan sona bunun değerlendirmesini belki de eğitim politikası üzerinden yapmak gerekiyor. Şu çok net, bugün Diyarbakır'a eğitim hakkı üzerinden gitmeniz yeterli değil. Eğitim hakkını nasıl tanıdığınız ve nerede tanıdığınız da önemli. YİBO’ları bu konuda daha da önemli hale getiren şey, orada bir kapatılma meselesinin ortaya çıkması. Özellikle 90'larda köy yakmalar sonrası çok fazla artış gösteriyor. Oradaki çocukları alıp bu merkezlere topluyorsunuz ve bir yandan aileyle, çevreyle bağlarının sürmesini sağlayacak uygulamalar da geliştirmiyorsunuz. Bu kapatılma meselesiyle aslında aileyle, çevreyle, oradaki toplumla bağınız zayıflatılıyor. 6 ayda bir köyünüze gidiyorsunuz örneğin ve okulda geçen 6 ay boyunca Kürtçe yasak. Siz orada Kürtçe konuştuğunuzda ya da kültürünüze ait herhangi bir şeyi sergilediğinizde şiddetle karşılaşıyorsanız aslında orada bir asimilasyona tabi tutulduğunuz gerçeği de ortaya çıkıyor. Çünkü burada bir asimilasyon niyeti olmasa sizin diliniz yasaklanmaz, oraya bir şekilde entegre edilir. Hatta en iyi ifade yolunu açtığı için dilinizde konuşmanız teşvik edilir. Ama siz o kişiyi hedeflediğiniz yere evriltmek istiyorsanız bunu tabii ki tek dil, tek millet gibi söylemlerle yapmaya çalışırsınız.
Eskiden beri sürdürülen pratikler bunlar, sizin çalışmanız da 60’lı yıllara kadar gidiyor. Zaman içerisinde değişen, dönüşen uygulamalar olmuş mu? Ya da öğrencilerin politik bilince ne ölçüde sahip olduğuna dair tespitleriniz var mı?
Bütün olarak bakınca burada 38’i ve Sıdıka Avar’ı görmemiz gerekir. Ya da Kazım Karabekir’in Ermeni çocuklar için açtığı okulları. Bunların hepsi bir bütündür ama 60’larda bir resmileşme meselesi var. Burada deniyor ki dağlık yerlerde, yerleşimin dağınık olduğu yerlerde okullar açtık. Şimdi siz tekçi söylemleri kenara bıraksanız, eşitlikçi olduğuna kanaat getirebilsek bu iyi bir söylem. Ama pratikte öyle olmuyor. Hakkari’de 11 okul açmışsınız ama Trabzon’da 1 tane. Bu da kara kaşınıza gözünüze dair olmadığını düşündürüyor. Denk geldiğim bir tane arşiv belgesinde 23 astsubay Mardin, Diyarbakır, Van, Hakkari gibi şehirlere müdür olarak atanmış örneğin. Haliyle askeri disiplinden çıkmış gitmiş birinin yöntemleri uygulanıyor. Yine de 80’lere kadar daha yumuşak bir politika var. Nasıl yumuşak, mesela oyunlarla sürdürülen bir baskı hali. Sonrasında 90’larda çok daha sert hale geliyor. Eskiden mesela Türkçe konuştuğun zaman ödüllendirilirken sonraları Kürtçe konuştuğunda dayak yiyorsun. Bunda elbette Kürt çocuklarının gerek ailelerinden gerek oradaki etkiye tepki meselesinden ileri gelen bir ulusal bilinç kazanma durumunun sonucu da var.
Bazı okul binaları işkence merkezi olarak da kullanılmış, kimi tanıklıklar mevcut. Yazılı raporda da bazı toplu mezarlara dair tespitler var. Bu konuda nelere ulaşabildiniz?
Genelde askeriyeyle iç içe olan mekanlardan bahsediyoruz ama faili meçhul cinayetlere de denk düşebilecek bir durumla karşılaşmayı hiç düşünmemiştik açıkçası. Bir gün gazete tararken Ramazan Akçiçek’in bir beyanına denk geldim. İşkenceye maruz bırakıldığı zaman kendisiyle birlikte birkaç kişinin daha olduğunu ve orada yaşadıklarını falan aktarıyor.
Doğrudan bir okul çatısı altında mı?
Evet, yanlış hatırlamıyorsam Lice YİBO’ydu. Tam olarak “Lice'deki Yatılı İlköğretim Bölge Okulu’nun geniş banyosundaki küçük odalarda kendilerine işkence yapıldığını anlattı” gibi bir ifade. Hatta 10 kişi olduklarını falan anlatıyor. Günün sonunda kaybolan isimler gerçekten kişinin iddia ettiği şekilde. Yapılan araştırmada birkaç kişiye ait kemik bulunuyor ve bu kemikler adli tıbba gönderiliyor.
Ne zaman olmuş bu?
94'te gözaltına alınıyor. En son üç kişiyle banyoda kaldığını ve peşmerge kıyafeti giydirildiğini söylüyor. Nedenini sorduğunda da geri bırakacakları için diye açıklanmış. Sonra işte bu üç kişinin kemikleri bulunuyor. Günün sonunda bu kemikler yolda kayboluyor. Bu açıdan YİBO’ların farklı pratiklere tekabül ettiğini tespit etmek mümkün.
Sona yaklaşırken özellikle sorayım. Kendim de Hakkari’de pansiyonlu bir okulda çalışmıştım. Köylerden gelen çocuklar Türkçeyle çok geç karşılaştığı için okulun ilk yıllarında çok büyük kayıplar yaşıyor ve bunu toparlamakta zorlanıyorlardı. Eğitim sürecinde anadilinizi konuşamamak akademik başarıyı doğrudan ve uzun vadeli etkileyen bir şey. Sizin buna dair gözleminiz vardır mutlaka…
Kendi sınıfımdan hatırlıyorum. İki tane arkadaş vardı. Aslında Kürtçe iletişimde gayet iyilerdi, iletişim kurmakta hiç sıkıntıları yoktu. Ama bu çocuklar Türkçeyi yarım yamalak öğrenip bu sistemde devam ettirilmiş çocuklar. Günün sonunda ikisine de tırnak içinde aptal muamelesi yapılıyordu. Öğrenme güçlüğü ya da algılama sorunu olarak değerlendirilip sürekli olarak sözlü şiddete maruz bırakılıyorlardı. Ama günün sonunda fark ediyorsun ki bu eğitime dair temel bir eksiklik. Diyarbakır'da, Hakkari'de, Van'da kimbilir kaç tane çocuk özel eğitim statüsünde değerlendiriliyordur… Son zamanlarda çok sık denk geldiğim bir şey bu. Aslında özel eğitime ihtiyaç duymalarının sebebine eğilinmemesidir esas eksiklik. Bu çocukların büyük kısmının algılama sorununu yaşamasının nedeni ana dil problemidir. Bu çocuğa sen Kürtçeyle gitsen büyük bir ihtimal o çocuk algıda herhangi bir sorun yaşamayacak ve gayet entegre bir şekilde eğitim hayatına devam edebilecek. Ama sen bilmediği bir dille bunu değerlendiriyorsun.
YİBO’larda uygulanan asimilasyon politikaları günümüzde sürdürülüyor mu sizce?
Hala çok açıktan yürütülen bir politika bu. Sonuçta bir şehrin %90'ı aynı dili konuşuyorsa siz o dil üzerinden onların hayatını kolaylaştırmak zorundasınız. Kürtçe, Türkçe, İngilizce hiç fark etmez. Bir topluluk nerede hangi dille yaşıyorsa o dille bütün araç gereçleri rahat kullanabilir, kendini anlaşılır kalabilir. Şimdi bugün annesi babası 60-70 yaşındaki insanların çoğu şunu der: “Benim annem hiç Türkçe bilmiyor.” Siz bu kişinin hayatını kolaylaştırmak zorundasınız. Çünkü bunu yasal olarak da taahhüt ediyorsunuz. Sağlık hakkını, yaşam hakkını taahhüt ediyorsunuz. Siz uluslararası belgelerde dillere çekince koyarsınız belki ama günün sonunda taahhüt altına aldığınız diğer bütün haklar bununla da bağlantılıdır. Sizin artık bununla yüzleşip Kürtçe anadilde eğitim hakkını tanımanız, hatta telafi etmek için ekstra yoğunlaşmanız gerekiyor. Örnek veriyorum benim annem Türkçe bilmiyor ve belki doktora giderken bize muhtaç olmak istemiyordur. Belki bir gün tek başına gitmek istiyordur ve oradaki doktorla konuşabildiği dilden iletişim kurmak istiyordur. Onun için bu asimilasyon meselesi aslında devam eden bir mesele. Eğitimde de böyle, Kürtçe için yaşayan diller statüsünde seçmeli ders koyuyorsunuz ama 10 kişilik kota var. Çocuk istese de tek başına alamıyor. Siz kitabın çocuğa ulaşımını sağlayamıyorsanız bir problem. Ya da yeterli sayıda Kürtçe ders verebilecek öğretmen atamıyorsanız bir problem. Yani bunun çözümü artık zor da değil. İstanbul'da hala Türkçe bilmeyen bir sürü Kürt var. Şimdi bu Kürt’ün gittiği doktor Kürtçe de bilsin, kime ne zararı var ki? Çok dili olsun doktor, çok dilli olsun öğretmen, çok dilli olsun avukat. İnsanlar gerçekten kendini anlatabilsin, anlaşılabilsin. Bunların önündeki engelleri kaldırmak gerek.















