NATO zirvesi ve Rojava

Cafer TAR yazdı —

  • Bölgede inisiyatif yeniden ABD ve Batı’ya geçmiştir ve Erdoğan liderliğindeki oligarşi şimdilerde bunun telaşını yaşamakta ve direksiyonu yeniden ABD ve Batı’ya doğru kırmaya çalışmaktadır. Fakat bu noktada Erdoğan eli zayıf olan ve gittikçe de zayıflayan taraftır.

Uzun yıllar önce Putin’e yakın kaynaklar Erdoğan/Putin ilişkisini tanımlarken; “Putin’in, bir uçtan başka bir uca bu kadar hızlı savrulabilen Erdoğan’a bir daha hiç güvenmeyeceğini, ama onunla çalışmaya devam edeceğini!” söylüyorlardı.

Sonuçta her iki tarafın da birbirinden maksimum seviyede yararlandığı bu ilişkide en son 11/12 Temmuz’da Vilnius’da yapılan NATO liderler zirvesi sonrası yeni bir döneme girildiğini söyleyebiliriz.

Zirve öncesi İsveç’i suçlayıcı ifadeler kullanan, zirveye adeta bütün NATO’yu karşısına alacakmış edasıyla giden Erdoğan, günün sonunda İsveç’in ittifak üyesi olabilmesi için Katılım Protokolü’nü Meclis’e göndereceğini açıkladı.

Erdoğan ve etrafındaki ekip Türkiye’nin çoğunluğunun iç hassasiyetlerini ve zaaflarını çok iyi okuyan ve bunları büyüten bir çizgi sürdürüyorlar. Ve maalesef bu strateji Türkiye toplumunda kendine bir karşılık yaratıyor. Erdoğan eğer bir sebepten dolayı büyük bir taviz verecekse, önce tam aksi yönde çok provokatif açıklamalar yapıyor.

Bu yolla kendi seçmeninin iç dünyasında sanki büyük bir kavgaya dirayetli, güçlü bir liderle giriliyormuş hissi yaratıyor. Birçok insan sonra olanlardan tamamen kopuyor ve gelişmeleri ya takip edemiyor ya da kendisine gelen bilgileri doğru yorumlayamıyor. Halbuki bütün bu uluslararası gerilimlerde Erdoğan kaybeden taraftır; fakat buna rağmen Erdoğan’ın ideolojik kurumları devreye girerek, yenilgiyi ortalama Erdoğan seçmeni nezdinde sahte bir zafere dönüştürüyor.

Litvanya’nın başkenti Vilnius’da yapılan NATO zirvesi öncesi ve sonrasında yine benzer bir sahte kahramanlık hikayesi ile karşı karşıya kaldık. Zirve öncesi Erdoğan sanki asla, ne pahasına olursa olsun İsveç’in NATO üyeliğine onay vermeyecek edalarında iç kamuoyuna açıklamalar yaptı. Hatta konuyu Türkiye’nin AB üyelik süreci ile ilişkilendirerek bütün AB ülkelerini adeta tehdit etti.

Fakat günün sonunda İsveç’in NATO ittifakı için yaptığı başvuruya ilişkin Türkiye’nin çekincelerinin kaldırıldığını ve konunun en kısa sürede Meclis’e gönderileceğini yerli ve yabancı kamuoyu ile paylaşmak zorunda kaldı.

Bu gelişme Türkiye’nin adeta dış düşman olarak tanımladığı ABD ve AB ülkeleri nezdinde çok olumlu karşılanırken, daha düne kadar Erdoğan’ın en büyük dostu olarak ilan edilen Putin ve Rusya tarafından endişe ile karşılandı.

Halbuki ABD Başkanı Jeo Biden, AKP medyası tarafından yakın zamana kadar Erdoğan’ın en büyük düşmanı olarak ilan ediliyor, hatta bizzat Erdoğan’ın kendisi de Biden’ı kendisine karşı düşmanca bir tutum içerisinde olmakla suçluyordu.

Bütün bu gelişmeler üzerinde zirve sonrası ABD Başkanı Joe Biden gazetecilere yaptığı açıklamalarda, Erdoğan’ın liderliğini övdü ve birlikte çalışmaya devam etme isteğini dile getirdi.

Burada asıl soru şu olmaktadır; Ne oldu da Erdoğan birdenbire 180 derecelik bir dönüş yaptı? Buradan baktığınızda başta ABD olmak üzere bütün Batı’nın pozisyonunda dikkate değer bir değişiklik yok. Fakat Erdoğan yönetimi gelinen noktada dün ak dediğine bugün kara deme noktasına geldi.

Bunun birçok sebebi var muhakkak; bunlardan kamuoyunca bilinen en önemlileri; F 16 satışı, S 400’ler, Halk Bank davası, Bilal Erdoğan hakkındaki yolsuzluk iddialarının uluslararası bir boyut kazanması, Türkiye’de yaşanan ekonomik yıkım olarak sayılabilir. Muhakkak bütün bunların yaşanan gelişmelerde ciddi bir payı var; fakat bizim durduğumuz yerden en önemli mesele Rojava’dır.

Türk devlet aygıtı Rusya’nın Ukrayna savaşı sonrası Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’da artık eskisi gibi etkili olamayacağını anladı. Ukrayna işgali Putin’in istediği gibi gitmiyor; Batı’nın da askeri desteği ile Ukrayna ordusu Rusya’nın beklediğinden daha güçlü bir mukavemet gösterdi.

Bu durum Rus askeri bürokrasisi ve devletin diğer önemli kurumlarında ciddi ayrışmalara ve Putin’in liderliğinin sorgulanmaya başlandığını gösteriyor. Muhtemelen geçenlerde yapılan NATO zirvesinde savaşın yer yer Rusya içlerine yayılması kararı alındı ve Rusya buna yeterince güçlü karşı koyamıyor.

Erdoğan liderliğindeki Türk devletinin yakın zamana kadar Astana süreci olarak adlandırılan mekanizma yoluyla Rusya ve İran’a dayanarak Kuzey Suriye Demokratik Yönetimi’ni yok etme siyaseti karşılıksız kalmıştır.

Bölgede inisiyatif yeniden ABD ve Batı’ya geçmiştir ve Erdoğan liderliğindeki oligarşi şimdilerde bunun telaşını yaşamakta ve direksiyonu yeniden ABD ve Batı’ya doğru kırmaya çalışmaktadır. Fakat bu noktada Erdoğan eli zayıf olan ve gittikçe de zayıflayan taraftır.

Rojava’yı savunmak artık her namuslu Kürt için bir onur sorunudur; Rojava düşerse bütün bölgenin biricik umudu haline gelmiş demokratik Kürtlük büyük yara alır. Bu noktada bize düşen; hem bölgemiz hem de bütün dünyanın yeniden düzenlendiği bir dönemde kararlığımızı, inancımızı ve irademizi güçlendirmek olmalıdır. Bunları zorlayacak, sözde eleştirel tutumları elimizin tersi ile itmeli ve daha fazla ve inançla ve dirayetle yüz yüze olduğumuz bu tarihi sürecin hakkını vermeliyiz.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.