Sessizliğin dosyası

Yurt Dışı Haberleri —

Paris Katliamı

Paris Katliamı

Paris katliamları, bir kez daha gösteriyor ki; adalet geciktikçe, toplumsal hafızadaki yara derinleşiyor. Her cevapsız soru, yeni kuşağa devredilen bir travmadır. Gerçek, hem hukuki hem de etik bir zorunluluktur.

SELMA AKKAYA

Bazı ölümler vardır; yalnızca bir yaşamı sona erdirmez. Bir halkın hafızasında onulmaz çatlaklar açar, zamanı askıya alır ve geride cevapsız sorular bırakır. Takvim yaprakları değişir, kentler yenilenir, sınırlar yeniden çizilir fakat bazı isimler vardır ki; zamanın dışına itilir, hafızanın orta yerine bir soru işareti gibi bırakılır.

Evîn Goyî, Mîr Perwer ve Abdurrahman Kızıl… 2013’te Paris’te katledilen Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez…Farklı coğrafyalarda, farklı tarihlerde ama aynı kader çizgisinde buluşan bu isimler; sürgün, direniş, hedef gösterilme ve kurumsal suskunlukla örülü ortak bir yazgının temsilcileri olarak karşımızda duruyor. Bu dosya, tekil trajedilerin ötesine geçerek, bu ölümlerin ardındaki yapısal sürekliliği görünür kılmayı amaçlıyor.

Bu konuda yazılan her haber, yayımlanan her rapor ve paylaşılan her tanıklık, yalnızca birer yas metni değil; aydınlatılmayan gerçeklerin, yarım bırakılan yargı süreçlerinin ve geciktirilen adaletin kroniğidir. Bu dosyada yer alan isimlerin ortak noktası, yalnızca hayatlarını kaybetmiş olmaları değil; temsil ettikleri kimlikler, taşıdıkları politik ve kültürel anlamlar nedeniyle kamusal alanda görünür olmalarıdır. Bu nedenle söz konusu ölümler, sıradan adli vakalar olarak değil; politik sonuçlar doğuran, toplumsal etkileri hâlâ süren ve kapanmamış dosyalar olarak ele alınmalıdır. Sessizlik, çoğu zaman gerçeğin karşısındaki en güçlü araçtır.

Sürgüne taşınan savaş

Evîn Goyî, DAİŞ’e karşı Rojava’da yürütülen direnişte aktif rol almış, Şengal hattında savunma süreçlerine katılmış, ardından ağır sağlık sorunları nedeniyle Avrupa’ya iltica etmek zorunda kalmıştı. Yaşam öyküsü, savaşın yalnızca cephede yaşanmadığını; bedende, zihinde ve sürgün hayatının her anında devam ettiğini gösteren çarpıcı bir tanıklıktı. Rojava ve Şengal’de yaşananlar, askeri çatışmaların ötesinde bir halkın varoluş mücadelesinin en sert evreleriydi. Bu süreçte yer alanlar için savaş, sınır geçişleriyle sona ermedi. Sürgün, mücadelenin başka bir cephesi olarak devam etti. Avrupa’daki yaşam, Goyî'nin katledilmesi ile bize, çatışmanın coğrafyayla sınırlı olmadığını; savaşın sürgünle birlikte başka ülkelere taşındığını bir kez daha hatırlattı.

Sesin hedef alınması

Mîr Perwer, Kürt müziğinin politik ve kültürel damarında önemli bir yere sahipti. Şarkıları, estetik bir üretimin ötesinde kolektif hafızanın taşıyıcısıydı. Yas, direniş, kimlik ve sürgün temaları, Perwer’in eserlerinde bireysel duygulardan toplumsal bir anlatıya dönüşüyordu. Sesi yalnızca sahnelerde değil; sürgün evlerinde, miting alanlarında, uzun yolculukların sessizliğinde yankılanıyordu. Bu yönüyle Mîr Perwer, kültürel direnişin en görünür figürlerinden biriydi. Perwer’in ölümü, yalnızca bir sanatçının kaybı değil; bir halkın duygusal hafıza kanallarından birinin bilinçli biçimde susturulması olarak değerlendirildi. Müzik, baskı ve sürgün koşullarında hafızayı diri tutan en güçlü araçlardan biridir.

Sürgündeki görünmez baskı

Abdurrahman Kızıl, yurtsever kimliği nedeniyle politik baskılara maruz kalmış ve Avrupa’ya iltica etmek zorunda kalmıştı. Yaşamı, sürgünün yalnızca fiziksel bir yer değişikliği olmadığını; derin bir ruhsal ve toplumsal kopuşu da beraberinde getirdiğini gösteriyordu. Avrupa diasporasında birçok Kürt gibi, Kızıl da bir yandan yeni bir hayata tutunmaya çalışırken, diğer yandan sürekli hedef olmanın tedirginliğiyle yaşadı. Onun şahsında, sürgünde yaşayan ve politik kimlikleri nedeniyle görünmez bir baskı altında tutulan bir kuşağın portresi okunmaktadır. Bu portre, bireysel bir trajedinin ötesinde sistematik bir politikanın sonucudur.

9 Ocak 2013: Karanlık bir dosya

Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez’in Paris’te katledilmesi, Avrupa’da işlenen en ağır politik cinayetlerden biri olarak kayıtlara geçti. Cinayetin işlendiği Kürt Enformasyon Bürosu, diasporanın politik ve diplomatik temaslarının yürütüldüğü stratejik bir merkezdi. Soruşturma sürecinde, ciddi güvenlik açıkları, failin istihbarat bağlantılarına dair iddialar, delil karartma şüpheleri uzun süre kamuoyunun gündeminde yer aldı. Sanığın yargılama süreci tamamlanmadan ölmesiyle dosya fiilen askıya alındı ve cinayetin tüm boyutları aydınlatılamadı. Bu durum, dosyayı çözülememiş bir cinayetin ötesine taşıyarak, cezasızlık ve örtbas tartışmalarının merkezine yerleştirdi.

Yargı süreçleri sessizliği

2013 Paris Katliamı sonrasında ortaya çıkan diplomatik açıklamalar ve resmi beyanlar, fail bağlantılarının istihbarat düzeyine uzandığını gösterirken, Fransız yargısının bu yönde somut adımlar atmaması dikkat çekti. Rojava ve Şengal direnişlerinin Avrupa kamuoyunda görünür hale gelmesinin ardından, Fransa, Almanya ve Belçika başta olmak üzere birçok ülkede Kürt siyasetçilerin hedef alındığı suikast planları gündeme geldi. Bu girişimlerin çoğu, ya yargıya taşınmadı ya da süreçler sürüncemede bırakıldı. Avrupa’daki Kürt mültecilerin artan biçimde hedef haline gelmesine rağmen etkili koruyucu mekanizmalar devreye sokulmadı. Dosyalar ilerlemedi, yargı süreçleri sessizliğe gömüldü.

Kamuoyuna açıklanmayan güvenlik kayıtları, erişime kapalı belgeler, askıda bırakılan dosyalar ve göstermelik soruşturmalar… Tüm bunlar, adaletin değil; cezasızlığın kurumsallaştığını gösteriyor. Cezasızlık ise yalnızca geçmişi karartmaz; gelecekte işlenecek benzer suçlar için de zemin hazırlar.

Kolektif hafızanın simgeleri

Evîn Goyî, Şengal’in suskun taşlarında kalan bir direniş nefesiydi.

Mîr Perwer, gecenin koynunda yankılanan bir halk türküsüydü.

Abdurrahman Kızıl, gurbetin soğuğunda solan bir yurt özlemiydi.

Sakine Cansız bir mücadele cümlesi, Fidan Doğan diplomatik bir hafıza, Leyla Şaylemez ise geleceğe düşülmüş yarım bir nottu.

Onlar artık yalnızca birey değil; kolektif hafızanın simgeleridir. Adalet geciktikçe, toplumsal hafızadaki yara derinleşiyor. Bu dosyalar, mahkeme salonlarını aşarak toplum vicdanının da önünde duruyor, çünkü biliyoruz: Her cevapsız soru, yeni bir kuşağa devredilen bir travmadır. Gerçek, yalnızca hukuki değil; etik bir zorunluluktur. Adaletin sustuğu yerde söz büyür. Söz büyüdükçe gerçek görünür olur ve görünür olan, er ya da geç hesap sorar.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.