Tecride karşı hukuki mücadele yetmiyor

Abdullah Öcalan

Abdullah Öcalan

  • Tecride karşı hukuki mücadeleyi hem Türkiye hem de uluslararası alanda sürdürdüklerini belirten avukat Rengin Ergül, bir devlete/mekanizmaya adım attırmanın, hukuki başarıdan çok kamuoyunun o talebe sahip çıkmasıyla mümkün olduğunu vurguladı.
  • Kamuoyunun o talebe sahip çıkması, yüksek sesle ve her yerde ifade etmesi gerektiğini kaydeden Ergül, “Bütün mekanizmaları kullanmak, örgütlü alanları aktif hale getirmek gerekiyor. Bunu can alıcı olarak ortaya koymak lazım. Meclis’ten sokaklara kadar” dedi. 

CPT’nin, Türkiye’nin engellemesiyle İmralı’yı ziyaret etmediği iddiaları sürerken avukat Rengin Ergül, spekülasyonlara geçit veren CPT’nin İmralı’dan sonra artık varlığının sorgulanır ve meşruiyetinin tartışılır olduğunu söyledi. 

İmralı’da 26 yıldır ağır tecrit koşullarında rehin tutulan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile Ömer Hayri Konar, Veysi Aktaş ve Hamili Yıldırım’dan 36 aydır hiçbir haber alınamıyor. Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Raziye Öztürk, İbrahim Bilmez, Emran Emekçi ve Cengiz Yürekli, dün bir kez daha Abdullah Öcalan ve diğer müvekkilleriyle görüşmek için Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı ve İmralı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğüne başvurdu. Türk cezaevlerindeki PKK ve PAJK’lı tutsakların “Abdullah Öcalan’a Özgürlük, Kürt Soruna Çözüm” kampanyası kapsamında 27 Kasım’da başlattığı dönüşümlü açlık grevi, 101. gününde. Tutsak yakınları öncülüğündeki Adalet Nöbeti de 7 kentet devam ediyor. Tutsaklar, “Seçim sonrasına kadar Önderliğimiz üzerindeki tecridin devam etmesi halinde eylemimizi bir üst aşamaya taşıyacağımızı ve sonuç alana dek sürdüreceğimizi kamuoyuna ilan ediyoruz" demişti. Bunlara rağmen Avrupa İşkencenin Önlenmesi Komitesi (CPT), 13-22 Şubat tarihlerinde Türkiye’de temaslarda bulundu, ancak İmkralı’yı ziyaret etmedi. CPT’ye tepkiler sürüyor. ÖHD’den Rengin Ergül, JINNEWS’te Melek Avcı’nın konuyla ilgili sorularını yanıtladı.

 

Avukat Rengin Ergül

 

CPT heyeti en büyük tecridin yaşandığı İmralı Cezaevi’ni ziyaret etmediğini açıkladı. Eski raporunu da paylaşmadı. İmralı’yı es geçerek yaptığı ziyarete dair ne söylersiniz?

CPT, Türkiye ziyaretine dair yayınladığı açıklamasında öncelikle gündeminin Yüksek Güvenlikli Cezaevleri (YGC) ve S tipleri olduğunu ve bir diğer odak noktasının kadın ve LGBTİ mahpuslar olduğunu belirtmiş. Bu açıklamanın devamında ise İmralı’ya dair Türkiye’deki kurumlarla görüşme gerçekleştirdiğini ve özellikle dış dünyayla iletişim konusunda yapılandırılmış görüşmeler yapıldığını iddia ediyor. Şimdi öncelikle bu YGC’lerin pilot olarak uygulandığı ilk yer İmralı’dır. İmralı’yı CPT bizzat kendi tespitleriyle incominicado olarak açıklıyor; dış dünya ile tamamen iletişimin kesildiği ve hiçbir haber alınmayan bir alıkoyma biçimi olarak tespit ediyor. CPT, 2022’de başka bir gündemle geldiği Türkiye’de İmralı’yı ziyaret etmişti, ancak buna dair raporunu açıklamamıştı. Türkiye’nin adım atmaması karşısında CPT’nin de çözüm üretemediğini, kendi işlevini yerine getirmediğini görüyoruz. YGC’lere dair hangi cezaevlerini ziyaret ettiklerine ilişkin listeyi açıklamışlar ve bu yeni açılan cezaevlerinin hemen hemen hepsinin örnek aldığı pilot cezaevi İmralı Cezaevi’dir. Dolayısıyla bu sorunu ortadan kaldırmanın başlangıç noktası İmralı olmalıdır. CPT 2022 tarihli raporunu açıklamadı ama artık raporu açıkla demek de yetersiz bir taleptir, çünkü 2022’den bu yana bir buçuk yılı aşkın bir zaman geçti ve yine haber alınamadı. CPT’nin bu konuda yapısal görüşmeler yapmaktan öte bir ziyaret gerçekleştirmesi ve bu ziyaretten sonra kurumlar üzerinde baskı uygulayıp adım attırması gerekiyordu. CPT, tam olarak işlevini yerine getirmiyor.

CPT’nin İmralı’yı ziyaret amacıyla da geldiği, ancak Türkiye içinde yapılan görüşmelerde bundan vazgeçtiği iddia ediliyor. Uluslararası bir mekanizmanın bu şekilde işlemesi mümkün mü?

CPT, Avrupa Konseyi altında bir uluslararası denetleme mekanizması olarak AİHM’den ve Bakanlar Komitesi’nden ayrılıyor. CPT’nin sözleşmenin tarafı devletlerle arka planda görüşmeler yapmak gibi bir yetkisi var. Bunun sebebi CPT’nin kapalı görüşmelerle daha çok devletleri yaptırıma zorlayıp adım attırmaktır, kamuoyundan bilgi gizlemek değil. Dolayısıyla CPT’nin arka plan görüşmelerinin bu kadar gizemli ve üstüne spekülasyonların üretilecek duruma gelmesi, aslında CPT’nin sözleşmeye dayanan varlığını tartışmaya açan bir durum. Eğer bu mekanizmalar insan hakları iddiasını dayandıkları sözleşmelere göre uygulamayıp sözleşmeye taraf devletlere uygun olarak gizli kapılar ardında spekülasyonlara açık olarak yürüteceklerse meşruiyetini tartışmaya açmamız gerekiyor. 

CPT, yetkililer ile “yapılandırılmış görüşmeler” gerçekleştirdiğini iddia ediyor, bu yapılandırılmış görüşmeler ve yetkililer kim; üstelik ziyaret yapılmadan iletişimi sıfıra indiren iktidarın söylemlerini esas almak ne kadar doğru?

Birleşmiş Milletler İşkencenin Önlenmesi Sözleşmesi’nde bir ek protokol yer alıyor ve bu ek protokolde sözleşmeye taraf bütün devletlere ulusal önleme mekanizması şartı getiriliyor. Türkiye’de ulusal önleme mekanizması Türkiye İnsan Hakları Kurumu’ydu, ancak bu kurum kapandı. Ardından Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu (TİHEK) Bakanlar Kurulu tarafından kuruldu. Bu kurum tam bir AKP kurumu. Bu ulusal önleme mekanizmalarının asıl işlevi, hapishanelerden huzur evlerine kadar devletin bütün kapatılma yerlerinde haber vermeksizin inceleme ve rapor verme yetkisidir. Eskiden görece daha iyi bir kurumdu. Şu anda ise TİHEK tamamen AKP zihniyeti ile hareket eden bir kurum; cezaevi raporlarını takip ettiğinizde hak ihlallerini görünmez kılan raporlar yayınladığını ve kendi hassasiyetlerine göre yaklaştıklarını görebilirsiniz. Bu kurumun bugüne kadar İmralı’yı gündemine aldığına dair bir şey görmedim sitelerinde, arka planda yaptılarsa bilmiyorum. Bu kurumu, hem BM mekanizmaları hem de Avrupa Konseyi mekanizmaları muhatap alıyor, ancak bağımsız ve özerk olmadığı, AKP yapısı gibi işlediği açıktır. O nedenle uluslararası kurumların daha çok bağımsız sivil toplum örgütlerinin görüşlerine açık olması ve onları esas alması gerekiyor. CPT’nin, TİHEK ile de görüşüp fotoğraf verdiğini biliyoruz. Dolayısıyla görüştüğü TİHEK’in, daha çok işkenceyi görünmez kıldığını ve İmralı’yı gündeme almadığını söyleyebiliriz.

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nde işkenceye ilişkin oylama yapılmıştı ve bir rapor hazırlandı. Burada Türkiye'nin İmralı'da tecrit uyguladığı ve fiziki özgürlüğü konusunda herhangi bir adım atılmadığı yönünde hukuki tespitler yapıldı. Ayrıca CPT raporlarına dair de önermeler içeriyordu…

Sözleşmeye göre; eğer taraf devlet sözleşmeyi uygulama noktasında adım atmıyorsa CPT, taraf devletle iş birliğini sonlandırabilir, taraf devletin icazetini beklemeden raporları yayınlayabilir. Şimdi hukukçular, bunu madde madde tartışabilir, ancak kamuoyu için bilmemiz gereken çok net bir şey var; işkence yasağı ile koruma altına alınan insanlık onurudur ve insanlık onuru sadece işkence gören kişinin onuru değil, bütün insanlığın onurudur. Dolayısıyla işkencenin önlenmesi konusunda yetkisi ve görevi olan kurumlar, bütün insanlığa karşı bu işkenceyi sonlandırmak zorundadır. Bunu oturup tane tane maddelerle izah etmeye, insan haklarını bu kadar teknik bir meseleye indirgemeye de gerek yok. 36 aydır haber alınmıyor. Yaşadığına ya da işkence görüp görmediğine dair bilgi alınamıyor ve konuda uluslararası mekanizmalar da basiretsiz davranıyor. Bunu tespit etmek ve bu mekanizmaları zorlamak gerekiyor. 

Ne yapmak gerekiyor?

Türkiye’deki bütün mekanizmaları; Meclis’ten sokaklara kadar bütün mekanizmaları kullanmak gerekiyor. Bunu can alıcı olarak ortaya koymak lazım. Evet, bu ülkede Öcalan kelimesi sihirli bir yasaklı kelimeye dönüşmüş durumda. Şöyle düşünelim; sizin evinizden biri alınıp tutuklanıyor ve siz 36 ayı aşkın süredir bu kişiden haber alamıyorsunuz. Türkiye’de buna ses çıkarmayacak tek bir insan bulabilir misiniz? Ses çıkarmamayı haklı gösterecek tek bir kişi bulamazsınız. Devletin bir işkence ve yaşam hakkı ihlalinin potansiyel faili olarak görülüp Sayın Abdullah Öcalan’ın içinde bulunduğu koşulları böyle değerlendirmek; bu tecridi bir an önce sonlandırmak gerekiyor.

Artık bu aşamadan sonra yapılmayıp da yapılması gereken ne kaldı?  

Bu soruya bir hukukçu olarak cevap verecek olursam; bildiğimiz ve yapabileceğimiz bütün başvuruları yaptık. Bunu Sayın Öcalan’ın avukatları, ÖHD, bizimle dayanışma içinde olan uluslararası avukatlar, insan hakları dernekleri ayrı ayrı yapıyor. Bakanları Komitesi önünde yürüyen bir süreç var; umut hakkına ağırlaştırılmış müebbet hapsin yasalardan kaldırılmasına dair ve o süreç yine tıkanmış durumda. Bakanlar Komitesi’nin işleyişine aykırı bir biçimde yıllardır sürüyor ve Türkiye’ye bir adım attırılmış değil. CPT’nin önünde tecridin sonlandırılmasına dair bir süreç var ve buna dair de ÖHD olarak, bağımsız herhangi bir avukat olarak da yüzlerce başvuru yapıldı. Onlarda tıkanmış durumda. Hukuken her şeyi yaptığımızı düşünüyorum ve yapmaya devam edeceğimizi söyleyebilirim. Bu noktada hukukçular olarak şunu söyleyebiliriz; bir devlete/mekanizmaya adım attırmak maalesef bir hukuki başarıdan çok kamuoyunun o talebe sahip çıkmasıyla mümkün oluyor. Kamuoyunun o talebe sahip çıkması, yüksek sesle ve her yerde ifade etmesi gerekiyor. 

Dediğim bu sokaktaysanız sokakta, Meclis’teyseniz Meclis’te, herkesin örgütlü olduğu her yerde bunu ifade etmesi ve talebe sahip çıkması gerekli; sahip çıkıyorsanız daha görünür bir biçimde ortaya koymanız gerekiyor. Örgütlü alanları aktif hale getirip burada mücadele verilmeli, çünkü ciddi bir kriz var. Krizin sonlandırılması da Türkiye’deki herkesin sorunu ve gündemi olmalıdır. 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.