Toprağımda kalmanın bedeli vardı

Dilber Tanrıkulu

Dilber Tanrıkulu

  • “Herkesin dilinde bir şarkı ve o şarkı zamanla benim dilime de dolaştı” diyen hasta tutsak Dilber Tanrıkulu, tutulduğu Sincan Kadın Kapalı Cezaevi’nde ağır sağlık sorunlarına rağmen tedavi edilmiyor. Tanrıkulu, Nusaybin’de yaralı çıkanlar arasındaydı. “İnsani, vicdani, ahlaki olan da evimde, toprağımda olmaktı. Elbette bu kalışın birçok bedeli vardı. Katliama ve direnişe şahit oldum. En vahşi biçimde yüzünü gösterdi” diyor.

 

İHD’nin hasta tutsaklar listesinde olan tutsaklardan biri de Sincan Kadın Kapalı Cezaevi’nde tutulan ve ağır müebbet hapis cezası verilen Dilber Tanrıkulu. 2016’dan bu yana cezaevinde tutulan Tanrıkulu, uygun tedavi koşullarının sağlanmasını bekleyen binlerce hasta tutsak arasında. Bacağına ve koluna isabet eden şarapnel parçaları nedeniyle ciddi sağlık sorunları yaşayan Tanrıkulu’nun, aynı zamanda kas ve damar zedelenmesi, kalp kapakçığında basıklık, mide ve bağırsak problemi gibi çok sayıda rahatsızlığı bulunuyor.

“Herkesin dilinde bir şarkı ve o şarkı zamanla benim dilime de dolaştı” diyerek özetliyor çocuk yaşta giriştiği mücadelesini. Daha çocukken, yaşamına ezgi tadında başlıyor. Tarihsel bir direniş öyküsü barındıran ve halk dilinde “Nisêbîna rengîn” olarak bilinen Mardin’in Nusaybin ilçesinde 6 çocuklu bir ailenin 4. çocuğu olarak dünyaya gelir. Direnişi miras aldığı kentte küçük yaşta önce “kimlik”, ardından ise “varlık” mücadelesi yürüten Tanrıkulu, tarihsel direnişin tekerrürünü gösteriyor adeta. Genç yaşında önce eril zihniyete karşı çıkıyor, sonra iktidarın asimilasyon politikalarına. Henüz lise öğrencisiyken dilini eğitimde kullanamamasına karşı 11. sınıfta okulu bırakma kararı alıyor. Bir genç kadın olarak kimlik mücadelesine aktif katılıyor.

O şarkı benim dilime de dolandı

 Tanrıkulu, şöyle özetliyor tercih ettiği yaşamı: “Büyüdüğüm mahalle, yer, zaman ve mekan olarak zulmün, işkencenin ve aynı zamanda direnişin olduğu bir yerdi. Kürt gerçekliğini tanımak, bilmek ve onun için mücadele etmek, çocuk yaşımda zulme karşı bir zafer işareti yapmak bile o dönemde bir başarıydı. Pek bilincinde olmasam da Kürt kanı, direnişçiliği beni buna itti, yöneltti. Herkesin dilinde bir şarkı ve o şarkı zamanla benim dilime de dolandı.”

Büyüyen isyanı toplumsallaştırdı

 İsyanının zamanla büyüdüğünü ama yılların yarattığı korku, kaygı ve alışkanlığını atmanın kolay olmadığını belirten Tanrıkulu, “Bedenine, zihnine, ruhuna vurulan kilit paslanmıştı ve o pası ancak ben kendimi, gerçekliğimi tanıyarak, içinde yer alarak atabilirdim. Bir basın açıklamasında, mitingde yer almak, içine girmek dahasını da isterdi. Bilinen, boş olan yanım zamanla yerine oturuyordu. Yerine tam oturmasıyla birlikte aktif bir parçası, mücadelenin bir bireyi oldum. Toplumsal olan tüm etkinliklerde en önde yerimi alma çabası içindeydim” diyor. 

Katliam ve direniş

Tanrıkulu, 7 Haziran ve ardından 1 Kasım 2015’teki genel seçimlerde genç bir kadın olarak çalışmalardaki yerini aldığını; ardından ise başlayan sokağa çıkma yasaklarında yakılıp yıkılan şehrini terk edemediğini, evinde kalmaya devam ettiğini kaydediyor. Tanrıkulu, şöyle devam ediyor: “İnsani, vicdani, ahlaki olan da evimde, toprağımda olmaktı. Elbette bu kalışın birçok bedeli vardı. Katliama ve direnişe şahit oldum. Kimseye en ufak bir yaşam hakkı dahi tanınmıyordu. Orada insanların olduğu, yaşadığı unutuldu. En vahşi biçimde yüzünü gösterdi savaş.” 

Yol boyunca işkence

Haftalar süren yasakların ardından insan koridoru oluşturulan Nusaybin’den, 26 Mayıs 2016’da 17’si çocuk 70 kişiyle birlikte çıkıyor Tanrıkulu. Asker ve polisin yoğun bombardımanı altında olan Nusaybin’de bacağı ve koluna isabet eden şarapnel parçaları nedeniyle yaralanan Tanrıkulu, tahliye edilmelerinin ardından polisin işkencesine maruz kalıyor. Tanrıkulu, yaşananları şöyle anlatıyor: “Parça olan bacağımın kemiği kırıldı, paramparça edildi. Hastanede aldığım darbeler sonucu ailemin beni tanıyamayacağı bir hale getirilmiştim. Bunu yapan sadece askerler değildi. Diğer görevliler de bu sistematik işkenceye katıldı. Ne ambulansta ne de hastanede yaralarıma müdahale edildi. Her işi yapamıyor, eğilip bükülemiyor, rahat yürüyemiyorum şu anda. Daha hastanede hiçbir ihtiyacımı karşılayamayacak durumdayken tutuklanıp Mardin E Tipi Kapalı Cezaevi’ne götürüldüm. Tedavi için gittiğimde ise ‘Tedaviye ihtiyacın yok’ denilerek geri gönderildim.”

23 yaşında ömür boyu ceza!

 Tutuklanarak Mardin E Tipi Kapalı Cezaevi’ne gönderilen Tanrıkulu’na, “ülkenin birliği ve bütünlüğünü bozmak” iddiası ile üç yıl boyunca Mardin 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davada aynı gerekçeden ağırlaştırılmış müebbet, “kasten öldürmeye teşebbüs”ten 16 yıl, “kamu malına zarar vermek”ten üç yıl ve “tehlikeli maddeleri izinsiz olarak taşımak”tan 7 yıl 6 ay hapis cezası verildi. Henüz 23 yaşında olan Dilber’e ağırlaştırılmış müebbet ile 26 yıl hapis cezası verildi.  

Sürgün ve sorgu

 Tanrıkulu, 2018’de “toparlandığı” gerekçesiyle Sincan Kadın Kapalı Cezaevi’ne sürgün edildi. Tanrıkulu, Sincan’da yaşadıklarıyla ilgili şunları ifade ediyor: “Tedaviye gittiğim esnada polis sorgusundaymışım gibi doktorlar sorular soruyordu. Hastalığımla ilgilenmediler. Rahatsızlığım daha da ilerledi. Kolumdaki şarapnel parçasının yarattığı rahatsızlık da aynı şekilde tedavi edilmemektedir. Kalbim kanı geriye doğru pompalıyor ve kalp kapakçığında basıklık bulunuyor. Mide ve bağırsak problemi yaşamaktayım. Doktorlar bir şeyimin olmadığını söyleyerek beni geri gönderiyor.”  JINNEWS/MARDİN

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.