Türk emperyalizmi

Aykan SEVER yazdı —

  • TC emperyalist siyaset açısından ise kuyruğunu kovalayan kedi misali. Türk sermayedarlarının hevesi çok ancak sahadaki kapasite sınırlı, askeri açıdan belli bir güç olsa da bu tek başına yetmiyor.

Sovyetler Birliği'nin dağılması sonrası başlayan 3. Dünya Savaşı yıllar öncesinden dünyanın genel seyrini değiştirmeye başladı. Bugün içinde bulunduğumuz zaman diliminde karşımıza çıkan yönetim biçimleri, kapitalizmin dinamikleri ve  uluslararası sömürü-baskı siyasetleri özü aynı kalsa da geçmişe nazaran farklılıklar gösteriyor. Bugünün faşizmleri, emperyalizmleri egemen sınıf siyaseti olmayı koruyor ancak  aynı sözcüklerin yaşamdaki karşılıklarının da eskisi gibi olduğu şüpheli. İçinde bulunduğumuz post-modern karakterli 3. paylaşım savaşı nasıl bir süreğenlik ve birçok faktörün iç içe geçmesini arzediyorsa benzer bir hâl neo-faşizmin dünya genelinde tırmanışı ve emperyalist güçlerin yapıları, siyasetleri ve çekişmeleri için de söz konusu.

Türk-sunni egemen sermaye kesimleri, Sovyetler Birliği’nin dağılması, Balkanlar'da Yugoslavya'nın bitişi ve sonrası 1. Körfez Savaşı'yla birlikte kendi önünde genişleme ve sömürü ağını büyütme olanakları gördü. Elbette bu siyaset "bölgesel güç" olma adı altında ABD ve NATO tarafından da desteklendi. Özal sadece 12 Eylül cuntasının toplumu sindirme-alıştırma siyasetinin bir aktörü değil, geniş emekçi kesimleri yoksullaştıran neo-liberal politikaların paralelinde Türk emperyalizmini geliştirme planları yapıyordu. Nitekim o ve yardakçıları "bir koyup üç alma" hevesleri peşinde Musul-Kerkük işgali hayalleri kurarken; savaşa karşı çıkanları Mehmet Ağar türünden şahıslar aracılığıyla infaz ve işkenceye tabii tutuyordu. Özal'ın ömrü kısa oldu, meramına eremedi. 

Onun yerini kısa zamanda Demirel aldı. Bu arada onun  tıpkı 12 Mart ertesi olduğu gibi 12 Eylül sonrası da bir kısım "solcu" tarafından demokratlığı keşfedilmişti. Demirel bu nevi zuhur solcu eskisi akıl hocalarıyla beraber Ermenistan, Orta Asya seferlerine çıktı. Bu emperyalist siyasetin devamcıları ülkeyi kana boyarken arada Azerbaycan'da darbe düzenlemeye kadar işi vardırdılar.

Türk-Sünni egemen sermaye kesimleri asıl fırsatı ise  "Arap Baharı"yla hareketlenen Orta Doğu'da yakaladı. 2010 sonrasında rejim gözü karartmıştı. Irak, Suriye, Lübnan, Filistin, Mısır, Libya... Anlayacağınız Allah ne verdiyse işgal edecekti. Zira bu topraklar ata yadigarıydı. Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı. Halklar işgal-vahşet siyasetine direndiler ve sürdürüyorlar. Rejimin Batılı güçlerle ilişkileri de kurguya uymadı. 

Bugün durum ise kısaca şöyle: İçeride rejim ve devlet arasında önemli ölçüde bütünleşme var. Ancak iktidar içi çelişkiler ve iktidar blokunun hegemonyasının halklar üzerinde asıl olarak baskı ve demagojiye dayalı olması onun yumuşak karnı. Düzen ekonomik olarak zayıf. Geniş halk kitlelerinin ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yolsuzluğa batmış ve çürümüş durumda. Ancak halkları faşistleştirmek için eline geçen her fırsatı kullanıyor. Rızayı bir anlamda toplumu faşist robotlara dönüştürerek sağlıyor/sağlayabilir.

TC emperyalist siyaset açısından ise kuyruğunu kovalayan kedi misali. Türk sermayedarlarının hevesi çok ancak sahadaki kapasite sınırlı, askeri açıdan belli bir güç olsa da bu tek başına yetmiyor. Yakın zamanda gündeme gelen Birleşik Arap Emirlikleri'ne enerji alanında kapsamlı imtiyazlar tanıyan anlaşmada da olduğu gibi Türkiye başkalarının yağma alanına dönüşebiliyor. Ancak Türk oligarşisi de soygundan pay alacağı için onlar adına sıkıntı yok.

Emperyalist siyasette temel düsturu SAVAŞ olan TC,  Doğu Akdeniz'deki hayallerini şimdilik unutsa da, bunun yerine Rojava-Güney Kurdistan'ın işgali ve petrol bölgelerinin ele geçirilmesi siyaseti revaçta. Bu işgalci politika için herhangi bir bahaneye ihtiyacı yok. Tıpkı Netanyahu yönetimi gibi Erdoğan'la simgelenen iktidar da başka halklara yaşam şansı tanımamayı ilke edinmiş. Birisi Tevrat'ı diğeri ceddinin yediği haltları referans veriyor. Bu elbette TC açısından sadece bugünün sorunu değil, asıl olarak Osmanlı-İttihat Terakki'den  devralınan ve sürdürülen emperyal, soykırımcı, proto-faşist zihniyetin eseri. 

Bütün bunlar olurken Türkiye'deki kimi aydınlar "ülkenin çıkarları" demagojisiyle doğrudan TC'nin emperyalist siyasetinin birer propagandistine dönüşüyor. Bu türden kesimler öncelikle güce biat etmenin birer sembolü. Aynı zamanda neo-Osmanlıcı yalanların yaygınlaştırılmasının aracı. Dikta, üzerinde yaşayan halklara ne istediklerini sormadan eskiden Osmanlı tarafından ele geçirilmiş toprakları "ecdad yadigarı" deyip işgal etmeyi hak olarak görüyor. Bu kafaya destek olanlar elbette atalarına sadık olabilir ancak halkların ONURLU BARIŞ'ını önceleyen aynı zamanda eşit-özgür geleceğini/umudunu simgeleyen demokratik konfederalizm anlayışının-arayışının düşmanlarıdır...

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.