Türkiye siyasetinden gına geldi biraz teori bahçesinde gezelim 

Veysi SARISÖZEN yazdı —

  • “Demokratik ulus” ve “ahlaki-politik toplum”. Bunlar “devrimden sonra” inşa edilmeyecek, devrim bu iki gelişmenin ürünü olacaktır. Bu iki moment, “demokratik modernitenin” manevi ya da sübjektif temelini sağlayacaktır.

Bugün güncel politikadan biraz uzaklaşıp, Başkan Öcalan’ın konuya ilişkin temel görüşü ışığında “devlet” meselesine bakmak istedim. 

Marksist literatürde devlet “egemen sınıfın baskı aracı” olarak tarif edilir. Bir başka ifadeyle kapitalist toplumda devlet, ister parlamentoyla örtülü olsun, ister olmasın “burjuvazinin diktatörlük” aygıtıdır. Ordu, polis, istihbarat, yargı, hapisaneler bu kapsamdadır. Bunlara bir de “merkezi din kurumu ile eğitim kurumları” eklenir. Totaliter rejimlerde medya da devletin ideolojik aygıtı arasındadır. 

Devlet, egemen sınıfın baskı aracı olarak tarif edilince, tartışmaya sosyalist devrimin devletinin ne olduğu girer. Madem sosyalist devrimle birlikte “proletarya hakim sınıf” olacak, o halde onun da devleti burjuvaziye karşı hakim sınıfın devleti olacaktır. Bunun da adına, o nedenle “proletarya diktatörlüğü” denmiştir. Sermaye sınıfı kökten yok edilene kadar “proletarya diktatörlüğü” geçici bir dönem olarak düşünülmüşse de, zamanla “komünizm kuruluna kadar” devam etmesi gerektiği  de yazılıp, çizilmiştir. 

Lenin “proletarya diktatörlüğünü” “devlet olmayan devlet” diye tarif eder. Bu formül teorik bakımdan mükemmeldir. Buna göre devletin eski baskı aygıtı dağıtılacak, halk tümden silahlandırılacak, egemenlik Sovyetlere ya da Şuralara geçecektir. Bürokratik işler “dönüşümlü” olarak işçi sınıfı tarafından görülecektir. 

Ancak bu formül “bal” tadındadır ama, bu bir fıçı bala bir bardak sirke katılmıştır: Demokratik merkeziyetçilik… 
Gerçekte bu iki terim birbirini inkar eder. Merkeziyetçilik demokratik olamaz. Merkez demokrasiyi adım adım yer, bitirir. Reel sosyalizm pratiği bu tezi kanıtlamıştır. 

O halde konfederal Ortadoğu Ortak Evi’nde devlet olmayacak mıdır? Olacaksa nasıl olacaktır?  

Bu soruya Lenin’in tanımıyla yanıt verebiliriz: Konfederalizmin devleti, “devlet olmayan devlet” olacaktır. Başkan Apo, Lenin’in pratikte uygulanamayan bu tezini ters-yüz ederek, ayaklarının üstüne oturtmuştur. Bu devlet, başına hangi sıfat yerleştirilirse yerleştirilsin, “merkeziyetçi” bir devlet olmayacaktır. “Adem-i merkeziyetçi” olacaktır. Öyle “ordu, yargı, polis, ideolojik aygıt” merkeze, “bayındırlık, yerel asayiş, çöpçülük v.s.” yerelere “şeklindeki reformist” adem-i merkeziyetçilik değil. Mutlak bir “adem-i merkeziyetçilikten” söz ediyoruz.  

Bu teoride merkez, “iktidar merkezi” olmaktan çıkacaktır, onun biricik fonksiyonu, yerellerin her alandaki işlerini, ülke çapında “koordine” etmekten ibaret olacaktır.  

Bu da olmasın denebilir. Örneğin nereye ray döşenecek, tren fiyatları ne olacak gibi sorunları yereller kendi içlerinde çözecektir. Ama “tren trafiği” ile ilgili bir merkezi eşgüdüm komitesi yoksa, trenler kafa kafaya çarpışacaktır. Bu işin basit kısmı.  

Ama eğer Konfederal devrim dünya çapında değil de, bir ya da birkaç bölgede zafer kazandığında “yerellerin gücünü koordine eden bir merkezi olarak devlet” olmayınca işler karışacaktır. Örneğin emperyalist bir devletin Konfederal Ortadoğu’ya savaş açması durumunda, yerellerdeki öz savunma güçleri birbirinden kopuk olarak emperyalist merkezi devlete karşı koyamayacaktır. O halde, yerellerin öz savunma güçlerini sevk-idare edecek bir “ülke savunma eşgüdüm komitesine” ihtiyacı olacaktır.  

Denebilir ki, bu “eşgüdüm komitesi” savaş halinde yerel öz savunma güçlerini sevk ve idare etme yetkisini, iktidarı ele geçirmek için kullanırsa ne olacaktır?  

Burada “eşgüdümle” sınırlı olsa bile o merkezi eşgüdüm komitelerinin bileşimi, tüm yapısı yerellerin temsilcilerinden oluşmadıkça, yani yetkiler “eşgüdüm komitesi”nde işi “merkezde oturmak” olan sabit bürokratlara bırakılırsa, bu komite kısa zamanda “devlete” dönüşecektir. O nedenle “devlet olmayan devlette” kurulacak istisnasız bütün merkezi eşgüdüm komiteleri, orada çalışanların “münavebeli” yani “dönüşümlü” çalışma ilkesi temelinde  yerellerin seçtiği temsilciler tarafından oluşturulacaktır.  

Doğrudan demokrasi, en ideal şekilde, toplumun en küçük yerel birimlerinde gerçekleşebilir. Herkesin birbirini tanıdığı böyle yerel birimde, halk çoğunluğu en ehliyetli, en dürüst ve güvenilir olanları seçecektir. Böyle nitelikte bir insan yozlaşamaz mı? Yozlaşabilir. Bunun da çaresi yerel meclisin seçileni istediği zaman geri çağırmasıdır.  

O halde “genel ve temsili merkezi seçim” sistemine böyle bir toplumda gerek yoktur. En küçük yerellerde seçilenlerin seçtiği temsilcilerden oluşan bir “yasama meclisi” yeterli olacaktır. Bu mecliste geleneksel “hükümet” yani “icra organı” olmayacaktır. “Yasama meclisinin” tüm yerellerin oyuyla yaptığı yasaları uygulamak yerel meclislere aittir.  

Daha pek çok şey söylenebilir. Ancak böyle bir ideal yapının “hayal” olmaktan çıkmasının iki temel şartı olduğu söylenebilir.

Konfederal devrim kesintisiz bir devrimci süreçtir. Onu zafere ulaşılan tek bir ülkede dondurmak olmaz. Devrimci süreç en son ülke devrime katılana kadar sürecektir. İşte bu tarihsel dönem boyunca, iki önemli gelişme olacaktır: “Demokratik ulus” ve “ahlaki-politik toplum”. Bunlar “devrimden sonra” inşa edilmeyecek, devrim bu iki gelişmenin ürünü olacaktır. Bu iki moment, “demokratik modernitenin” manevi ya da sübjektif temelini sağlayacaktır. Böylece her türlü “milli egoizm” ve “bireyci egoizm” ortadan kalkacak ve “devlet olmayan devlet” dediğimiz devrimci inşanın “insan faktörü” yaratılmış olacaktır. 

Öcalan’ın devlet teorisinden benim çıkardığım sonuçlar böyledir. Yanlışlar benim, doğrular sizin olsun.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.