Umudu büyütmekten asla vazgeçmedim

Kültür/Sanat Haberleri —

Yılmaz Atlığ

Yılmaz Atlığ

  •  Zindanda olmasaydım da zindanda, iddia anlamında ne yapıyorduysam yine onu yapardım: Yeni ve özgür bir yaşam tarzının, sosyal devrimciliğin, duruşunun çapım oranında temsilcisi olmaya çalışırdım.

MIHEME PORGEBOL

Yılmaz Atlığ, 30 yılını cezaevinde geçiren bir devrimci. 1971 Yılında Batman’ın Kozluk ilçesinde doğan Atlığ, mücadele geleneği olan bir aileden. Liseye kadar Kozluk’ta okudu. Daha sonra Amed’de Dicle Üniversitesi Eğitim Fakültesi Coğrafya Bölümü’nde tahsiline devam etti. Eğitim hayatı sürerken mücadele kararı aldı. Dönemin koşullarına, devlet politikalarına, Kürt inkarcılığına bir devrimci olarak başkaldırdı. Dışarıdaki mücadelesi 1992 yılında yakalanmasıyla birlikte son buldu ancak “bir devrimci için her yer mücadele alanıdır” düsturuyla cezaevinde de direnmeye devam etti. Sonradan kapatılacak olan Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nde (DGM) yargılandı, müebbet hapse çarptırıldı. 

30 yıllık tutsaklığı boyunca Elazığ, Bartın, Amed, Erzurum, Siirt, Muş, Bayburt, Düzce ve Tekirdağ cezaevlerinde kaldı. 9 Ekim 2022 tarihinde 30 yılı tamamladığı için tahliye oldu. Haliyle cezaevi ve tutsaklık gerçekliğini en iyi bilen ve yaşayanlardan biri. Biz de bu sebepten bir devrimci için cezaevinin ne anlama geldiğini Yılmaz Atlığ’la konuştuk. 

Son 30 yılınızı kısaca tarif eder misiniz? Zindanda 30 yıl geçirmek nasıl bir şeydir?

Zindanı yaşayabilmek, hissedebilmek toplumsal olarak zindan gerçekliğine yakın ya da uzak olmakla ilgilidir. Mücadele eden halklar için zindan hep vardır. Hayatında zindan kavramı hiç geçmemiş ya da sadece bir sözlük kavramı olarak var olan insanlarda ise zindanın tasavvuru çok zordur. Bunun için Anthony Giddens’ın örnek verdiği Stanford Üniversitesi’nin sosyolojik deneyiminin okunmasının açıklayıcı olacağına inanıyorum. Güncel boyutta şunu söyleyebilirim: Belçika hükümeti göreve başlayan bütün hakimlerin iki gün boyunca cezaevinde kalmalarını yasal zorunluluk haline getirmiş. Yine de otuz yılı kavramak çok az diyebilirim. Akvaryumda yaşayan bir balığın okyanusa salıverilmesi gibi bir benzetmeye gidiyorum. Ya da hep kafeste yaşamış, suluğu, yemliği sabit bir muhabbet kuşunun herkesi onu besleyen insan dostları gibi sanıp herkese savunmasız ve safça yaklaşması gibi.

Sizin gibi uzun yılları zindanda geçmiş arkadaşlar zindanın kendilerinden çok şey aldığını, aynı zamanda çok şey de kattığını söylerler. Zindan sizden ne aldı, size ne kattı?

Devrimcilik bilinmelidir ki; hep bir adanmışlık felsefesi içerir. Bu anlamda klasik bir yaşamdan çok şey aldığı kesin. Tek tek izah etme gereği duymuyorum. Ancak devrimcilik bunların yerine bunları aramayı hiç gerektirmeyecek kadar muhteşem ilerlemelere de yol açıyor. Aslında kişiliklere bir şeyler katan da bir şeyler alan da zindan değil duruştur.

Hapishane, zamanda tutsağın ailesini ve yakın çevresini de bir bütün olarak esaret rejimine dahil eder, bir anlamda onları da hapseder. Milyonlarla ifade edilen hapishane toplumu üzerine neler söyleyebilirsiniz?

Sorunun cevabı aslında soru da var. Bütün tutsak yakınları ve ailelerinin son derece çilekeş yaşamları var. Hepsini yürekten selamlıyorum. Hatırlatmak isterim; zindan cezaları asla tek taraflı bir cezalandırma değildir. Tutsakla birlikte ve belki de ondan daha fazla aileleri cezalandırılır. Bu şekilde zindan cezalarıyla “caydırıcı” olmaya çalışıyorlar. Şuna inanıyorum ki tutsak ailelerinin yaşadıkları zorluk ve acılarda biz hep buz dağının görünen yüzüne şahit olduk. 

Siz ömrünün büyük kısmını bu pervasız politikaların birincil muhatabı olarak yaşayanlardansınız. Devletin hapishane politikaları nelerden beslenir, neleri esas alır, pervasızlığını nereden alır?

İktidarlığın tarihi boyunca devletler daima halkların iradelerini denetlemeyi esas almışlardır. İktidar olmanın temeli budur. Bunu başaramazlarsa egemenliklerini sürdüremezler. Onun için yoğun bir irade kırma saldırısını bireylerin yaşamları boyunca sürdürürler. Bunu da çok sinsice hayatın olağan akışının unsurları olarak yansıtırlar. Kısacası iradeyi kırmak dışarıda da tam gaz sürüyor. İçeride yaşananlar, iktidarı sürdürmeye odaklanmış bu gerçekliğin en yoğun şekilde yaşatılmak istenmesinden başka bir şey değildir. Her şey irade üzerinden gelişir. Zindana dair bütün tretmanlar irade kırmaya dönüktür. Bütün hırçınlıkları öfkeleri kaynağını bu temel siyasetten alır.  

Devrimci tutsaklardan bahsedilirken her seferinde “fiziki esarete” vurgu yapılıp devrimci tutsakların aslında özgürlük tanımını mekanın ötesinde yorumladığına işaret edilir. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?

Tam da bu nedenle az önce söylediklerimin bir devamı olarak ifade edebilirim: Dayatılan irade kırma saldırılarına karşı devrimciler her an iradi bir savaş yürütür. Bu savaş dediğim gibi an be andır. Sonra karşılıklı ayın, yılın ve büsbütün yaşamın muhasebeleri ortaya çıkar. 

Zindanların edebiyat, sanat, düşünce vb. birçok alanda oldukça üretken olduğunu da görüyoruz. Bunu sağlayan irade ve motivasyon ne?

Az önce de dilim döndüğünce açıklamaya çalıştığım bilinç ve inanç gücü neyse arkadaşlara harika eserleri yazdıran da odur. Bu konuda geride kalan arkadaşlar adına ses olmak istiyorum: Bu konudaki imkanları artırılmalıdır. Çabalarına daha fazla duyarlılık ve saygı gösterilmeli, daha dikkatli yaklaşılmalıdır diye düşünüyorum. 

Dönüp geçen 30 yıla baktığınızda “Eğer zindanda olmasaydım şunu şunu yapar/yaşardım” dediğiniz şeyler var mı? Zindanda olmasaydınız neler yapardınız?

Onlarca yıl önce şunu demiştim. Geçirdiğimiz her bir zindan yılını dışarıda telefi edecek şekilde bir güne sığdırarak yaşamak, eğitim ve mücadele. Zindanda olmasaydım da zindanda, iddia anlamında ne yapıyorduysam yine onu yapardım: Yeni ve özgür bir yaşam tarzının, sosyal devrimciliğin, duruşunun çapım oranında temsilcisi olmaya çalışmak…

Kurdistan ve Türkiye’nin gündemini takip ediyorsunuz. Kimyasal silah kullanımından sansür yasasına, çocuk istismarlarından yolsuzluklara kadar her gün sayısız felaket haberi duyuyoruz. Birçok alanda ve toplumun her kesimine dönük barbarca bir kuşatılmışlık var. Bu size nasıl hissettiriyor?

Çok yüksek derecede izolasyon, kriminalizasyon ve terörizasyona şahit oluyorum. Bunlar umutsuzluğa korkuya ve dağılmaya hizmet ediyor. Bunların karşısında yapılması gerekenler tersinmedir. Her üç boyutta da ret ve alternatif gerekiyor. Ve umudu büyütmekten asla vazgeçmemek.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.