Ve işte gidiyoruz!

  • Gidiyoruz işte… Belki de dönmemek üzere… Ama ağıtlar yakılmasın ardımızdan. Türküler söylensin, tilililer çekilsin. Bu gidiş, bir özgürlük yürüyüşüdür. Bu gidiş aydınlık dolu günlere gebe olan yarınları kucaklama yürüyüşüdür. Duvarlar arasında tutsak edilmiş özgür ruhlu yüce insanların bir nehir gibi bendleri yıkıp aşan yürüyüşüdür…

EGÎD CIVYAN


Mayıs ayının kutsallığında, bir 18 sabahının kızıl şafağında koyuluyoruz yola. Kucağımıza özgürlüğün kızıllığını doldurarak, gözleri ufuklarda umut bekleyen analara ve direnişleriyle kendini küllerinden yaratmış bir halka özgür yarınları müjdeleme şiarıyla…
Yüzümüz doğan güneşe dönük, bizi her zaman ısıtıcı, aydınlatıcı ve yaşam dolu ışınlarından yoksun bırakmamış özgürlük kıblemizi; güneşimizi selama durarak ve yeni bir süreci başlatmış olmasından dolayı onun fedaileri ve militanları olarak etrafına aydınlık huzmelerini oluşturmak niyeti ve amacıyla…
Gidiyoruz işte!
Yüzümüzü özgürlük kıblesine dönüp ve ardımızda yoktan var edilmiş bir halkı bırakarak… Bir sabah serinliğinin, o mis gibi ferahlatıcı kokusunda ve merakında… Bir yaprak üzerinde kümelenmiş çiğ damlası gibi sessizce süzülerek…
Ardımızda su dökenimiz yok, bu son gidiş olmasın diye. Acılarımızdan, hasretimizden ve sevinçlerimizden dolayı döktüğümüz gözyaşlarının toprakta kalmış solgun ıslaklığı var sadece. Ki bu nem, bakir topraklarda sürekli yeni filizleri yeşerten direniş hamuru gibidir.
Ve işte gidiyoruz… Zozanların buz gibi sularını son kez kana kana yudumlayarak… Göğüs körüklerimizi bir kez daha zozanların serin, temiz ve cesaret dolu havasıyla pompalayarak. Kar kütlelerinin hemen kıyısında, bazen de incelmiş karın tam da orta yerinde, bir Berfîn çiçeği gibi yerden bitercesine…
Gidiyoruz işte, şehit yoldaşlarımızla bir kez daha vedalaşarak… Arkamız onlara dönük ama bize bıraktıkları bayraklarını, silahlarını, yarım kalmış bütün isteklerini, bitiremedikleri sözlerini, bir bütün umutlarını önümüze katarak, sıkılmış yumruklarımızın içine gömüp şaha kaldırarak, sert bakışlarımızın içinde saklayıp gözlerimizi ufuklara dikerek ve onları yüreklerimizin zirvelerine yerleştirerek gidiyoruz. Halkımızın kendi gözyaşlarıyla bedenleri üzerine örtü serdikleri o kahraman yoldaşlarımızın kemiklerini arkamızda bırakarak, ama kutsal ülkenin yaratılmasında nasıl yiğitçe dövüşerek gittiklerini anlata anlata gidiyoruz. Her ayaz gecede, yönümüzü Kuzey’e her çevirdiğimizde ve gözlerimizi gökyüzüne her diktiğimizde…
Pırıl pırıl parlayıp göz kırpan o güzelim yıldızları, o güzelim yoldaşları görme umuduyla…
Ve gidiyoruz işte… Mezopotamya’nın, insanlık tarihine beşiklik etmiş, toprağa ekilmiş ilk tohumundan günümüzde insanı bile pazarlayan kokuşmuş meta kültürüne kadar, tanrıçaların yaratıcı kültüründen, cennet olarak tarif edilen güzelliğinden, cehenneme dönüşmüş işgal tabelalarına kadar, kabilelerin özgürlük ruhunu bir nehir gibi günümüze kadar getiren direnişlerinden, kendini üç kuruşa satma düşürülmüşlüğüne kadar, pek çok maceraya tanıklık etmiş bu toprakların son büyük isyanının, umut dolu, özgür ruhlu, dik yürüyüşlü serüvencileri olarak… Maskeli-maskesiz bütün “tanrıların” tahtını söke söke ve bütün kutsal mekânların şerbetini herkese ikram ederek…
Gidiyoruz…
Semada, on dördünde bir mehtabın solgun ışıkları altında, sıra sıra dizilmiş gerilla siluetlerinin o heybetli görüntüleriyle… Her biri bir dağ gibi görünen, her biri on gibi görünen özgürlük savaşçılarının, o sempatik, dimdik duruşlu ve aynı zamanda cesaret ve bazen de korku salan görüntüleriyle…
Gidiyoruz işte… Belki de dönmemek üzere… Ama ağıtlar yakılmasın ardımızdan. Türküler söylensin, tilililer çekilsin. Bu gidiş, bir özgürlük yürüyüşüdür. Bu gidiş aydınlık dolu günlere gebe olan yarınları kucaklama yürüyüşüdür. Duvarlar arasında tutsak edilmiş özgür ruhlu yüce insanların bir nehir gibi bentleri yıkıp aşan yürüyüşüdür… Yiğit analarımıza, kucaklarına özgür şafakları doldurup getirecek gençleriz. Ardımızdan yalnızca “Önlerine bütün rüzgârları alıp gittiler” deyin!
Ve… Patikalardan gerilla yoldaşlarımızın mekap izlerini silmeyin. O izler ki, güzelim ülkemizin bedeni üzerinde yıllarca süren işgalin, talanın, zulmün ve katliamların izlerini silip süpüren izlerdir!

* Egîd Civyan, bu yazısını 2018 baharında Botan’a geçmeden önce yazdı.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.