Alman basını: Biden’ı dikensiz gül bahçesi beklemiyor

Dosya Haberleri —

AMERIKAN SECIM

AMERIKAN SECIM

  •  “Sağlık ve iklim politikası gibi önemli politik sahalarda karar alıcılık kazanabilmek ya da korona krizi bağlamında bir konjonktür paketi çıkarabilmek için Başkan Biden, Senato’nun onayına muhtaç olacak. Demokratların Yargıtay üyelerini değiştirmek ya da hatta tartışmalı seçim yasasını reforme etmek gibi planlarını uygulayabilmek için de bir senatör çoğunluğuna ihtiyaçları var. Biden’in bunları Cumhuriyetçilerin yardımıyla hayata geçirebileceğini hayal etmek ise güç.”

OSMAN OĞUZ

ABD’deki başkanlık seçimleri, Almanya’da da gündemin birinci maddesini oluşturuyor. Alman basını, seçimlere dair canlı bloglar, haberler ve makalelerle dolup taşıyor. Almanya’nın anaakım liberal kimliğiyle öne çıkan “Tagesspiegel” ve “Die Zeit”, marksist kimliğiyle bilinen “Junge Welt” ve liberal solda konumlanan “taz” gazetelerinde yayımlanan beş makaleyi özetledik.
Liberal sol kimliğiyle öne çıkan “taz” gazetesindeki yazısında ekonomi muhabiri Ulrike Herrmann, Trump’ın “ekonomik yeteneklerini” ve buna dair “yanılsamayı” masaya yatırıyor: “Anketlerin gösterdiğine göre Donald Trump birçok seçmen tarafından ‘yüksek ekonomik yetenekleri’ olduğu varsayımıyla tercih edildi. Ama Trump işin aslında, son dört yılda ekonomide ne değiştirdi? Cevap: Hiçbir şey.”

Trump, seçimlerden açık bir yenilgiyle çıksa dahi kolay vazgeçmeyecek gibi görünüyor. Tahminlere göre Trump’ın avukatları, önümüzdeki günlerde ya tek tek eyaletlerde davalar açacak ya da büyük bir “federal dava” başlatacak

Korona ABD ekonomisini vurdu
Trump’ın koronavirüs krizinin başlangıcında ABD ekonomisini “açık” tutmak hedefini ortaya koyduğunu hatırlatan yazar, Eylül 2020’de ülkede eylül 2019’a göre 10 milyon daha az iş bulunduğu bilgisini aktarıyor. ABD’nin şimdiye kadar 230 bin kişinin virüsten ölmesini göze almasına rağmen ekonomik olarak krizden ciddi oranda etkilendiğine dikkat çeken Herrmann, bunun seçmen üzerindeki etkisine dair ise şunları yazıyor: “Trump’ın birçok seçmeni için istihdam çok da önemli değil, zira birçoğu ya çoktan emekli olmuş ya da iyi maddi koşullara sahip. Karar verici olan, hisse senetlerinin değeri. Keza ABD’de özel sigortalar önemli bir rol oynuyor ve birçok program hisse senetleri üzerinden yürüyor. Borsadaki bir çöküş, bu nedenle bir felaketle eş anlama geliyor.”
Trump’ın bu durumun bilincinde olduğunu ve başkanlığı sırasında bütün dikkatini hisse senetlerinin değerine verdiğini belirten yazar, koronavirüs salgınının patlak vermesi ardından ilkbaharda ülkedeki hisse senetlerinde yüzde 37’lik bir değer kaybının yaşandığını hatırlatıyor. Bu durumun devleti yardım fonları hazırlamaya sürüklediğini belirten Herrmann, devam ediyor: “Devletin yardım programları, oldukça pahalıya patlayacaktı: ABD bütçesindeki açık, bu yıl 3,3 milyar Dolar olarak kayıtlara geçti. Buna rağmen kurtarma önlemleri çok önemliydi, keza bu yardımlar olmaksızın ABD ekonomisi dramatik biçimde yıkılacaktı.”

Olumlu gelişmeleri hanesine yazdı
Bu kurtarma paketlerinin ama Trump’ın hanesine yazılamayacağının, buna yönelik kararların Temsilciler Meclisinde Demokratlar’ın desteğiyle alındığının altını çizen yazara göre buna rağmen Trump, bu paketlerin olumlu etkilerini hanesine yazdırmayı başardı: “Çünkü Trump’ın bir ekonomiden çok iyi anlayan ‘iş adamı’ olduğu önyargısı, güçlülüğünü sürdürüyor.”
Trump’ın esas yaptığının bir “sembol politikası” yürütmek olduğunu yazan Herrmann, buna örnek olarak Meksika ve Kanada’yla yapılan yeni ekonomik anlaşmaları gösteriyor: “Trump, ‘Önce Amerika’ mottosuyla yeni sansasyonel anlaşmalar yapılacağını duyurdu. Gerçekten de USMCA adıyla yeni bir anlaşma da yapıldı - ama Nafta’dakine benzer karararla.”

Tek faydalanan zenginler
Trump’ın yüksek gümrük vergileriyle ABD’nin ticari eksiklerini gidermeyi vaat ettiğini, bununla yeni istihdam alanları oluşacağını iddia ettiğini hatırlatan Herrmann, yazısını şu tespitle sonlandırıyor: “Fakat ticari eksikler oldukları gibi kaldı. Bu politikanın tek etkisi, ürünlerin ABD’li tüketiciye yüksek gümrük vergileri nedeniyle daha pahalı ulaşması oldu. Bundan tek faydalanan aslında zenginlerdi: Onlar, Trump’ın başkanlığa başlar başlamaz getirdiği vergi indirimlerine sevinecekti.”

Günün sonunda başkanlık koltuğuna otursa bile Joe Biden’ı, Senato’daki koltuk dağılımı nedeniyle zor günler bekliyor…

Biden ‘şiddetli rejim değişikliği’ uzmanı
Radikal sol kimlikli günlük gazete Junge Welt’ten Arnold Schölzel, ABD’deki “Foreign Affairs” dergisinin 28 Ekim’de Trump’ın seçimi yeniden kazanmasının “Amerikan demokrasisinin sonu” anlamına geleceğini yazdığını hatırlatıyor ve devam ediyor: “Joe Biden’in başkanlığı muhtemelen düşüşü yavaşlatır ama hiçbir şey net değil. Neticede Biden, 50 yıldır Washington’da en üstlerdeki pozisyonlarda eskinin ‘tek süper gücü’ ABD’nin bugün içine girdiği çıkmaz sokağa ulaşmasına katkı sağladı. Bu ‘demokrat’, ABD’nin politbürosunda -yani savaş işletmesinde- ‘bloody - aptal’ yakıştırmasını sonuna kadar hak etti.”
Forbes’e göre Biden ailesinin yalnızca 9 Milyon Dolarlık bir servete sahip olduğuna dikkat çeken Schölzel, “Fakat yılların senatörü, şiddetli rejim değişikliklerine ilişkin derin bir bilgiye sahip; Belgrad ve Kiev’de bu bilgileriyle başarılı da oldu” diye yazdı.

Başkan değişir, bazı şeyler değişmez
Almanya’da borsa odaklarının ve Alman Federal Endüstri Birliğinin ABD’de seçimler ardından gelişmesi olası uzun süreli bir istikrarsızlığının “ABD demokrasisine olan güveni sarsacağı” uyarılarında bulunduğunu belirten Schölzel, devam etti: “Savunma Komisyonu, ihtiyaten henüz Çarşamba günü Airbus’tan 38 yeni ‘Eurofighter’ sipariş edecekti. Berlin, ‘nükleer katılımı’ için önemli 45 F-18 ABD savaş uçağına da halen sahip olmak istiyor. Başkanın kim olduğunun bu konuda bir önemi yok. Savaş durumunda başkanın tek yapacağı, Alman pilotlara atom bombası atma emrini vermek. Bazı şeyler, seçimlerden bağımsız işlemeye devam ediyor.”

Biden ülkeyi birleştirebilir mi?
Anaakımın liberal seslerinden Tagesspiegel’den Ruth Ciesinger, Joe Biden’in ABD’nin 46. başkanı olması hâlinde “ülkeyi birleştirmeyi” vaat ettiğini hatırlatıyor ve bu sözün tutulmasının zorluklarına dikkat çekiyor. “Biden bir seçim zaferi elde etmeyi başarsa dâhi -ki bu hâlâ kesin değil-, birlik ve uzlaşı hedefi de, Demokratların başka somut politik hedefleri de şimdiden daha uzağa sürüklenmiş durumda” diye yazan Ciesinger, bunun bir gerekçesi olarak Senato seçimlerinde Demokratların diledikleri çoğunluğa ulaşamamalarını işaret ediyor.
Demokratların Temsilciler Meclisinde de çoğunluğa ulaşmalarına rağmen iki yıl önceye göre koltuk kaybettiklerini belirten Ciesinger, devam ediyor: “Sağlık ve iklim politikası gibi önemli politik sahalarda karar alıcılık kazanabilmek ya da korona krizi bağlamında bir konjonktür paketi çıkarabilmek için Başkan Biden, Senato’nun onayına muhtaç olacak. Demokratların Yargıtay (Supreme Court) üyelerini değiştirmek ya da hatta tartışmalı seçim yasasını reforme etmek gibi planlarını uygulayabilmek için de bir senatör çoğunluğuna ihtiyaçları var. Biden’in bunları Cumhuriyetçilerin yardımıyla hayata geçirebileceğini hayal etmek güç.”

‘Demokratlar sosyalizmi getirecek’
Federal hakimlerin seçiminde de Senato’nun önemli rol oynadığına dikkat çeken Ciesinger, böylece Senato’nun “sevmediği” bir Başkan’ın önüne büyük taşlar koyabileceğini yazıyor.
New York Times’ın seçim sonuçlarının gelmeye başlaması ardından ABD’li seçmenlerin çoğunun Trump’ı istemediği ama yine de Demokratların uygun adım güçlenmesine de karşı olduğu yorumu yaptığını aktaran yazara göre burada Cumhuriyetçilerin “Demokratlar sosyalizmi getirecek” propagandası etki göstermiş olabilir. 

Kararnamelere muhtaç kalabilir
Biden’ın partiler üstü ittifaklar aramasıyla meşhur olduğuna dikkat çeken yazar, bunun işe yaramaması durumunda Biden’ın başkanlığının nasıl işleyeceğini ise şu sözlerle özetliyor: “Bu durumda Joe Biden, bu pat durumunda son çıkış yolu olarak Donald Trump’ın seçilmesi ardından yaptığı gibi, kararnamelerle yönetmek durumunda kalabilir. Barack Obama’da başkanlığı sırasında böyle önlemlere başvurmak zorunda kalmıştı; keza o da 2014’te Mitch McConnell’in çoğunluk liderliğini üstlendiği cumhuriyetçi bir Senato ile karşı karşıyaydı.”

Mücadelesiz pes etmeyecek
Anaakımın bir başka liberal tandanslı gazetesi Die Zeit’in ABD’deki yazarları Johanna Roth ve Rieke Havertz, “Seçimin ilk gününden altı ders” başlıklı analizlerinde iki adayın stratejilerini ve bunların başarı şanslarını değerlendiriyor. Donald Trump’ın stratejisini “dava aç, dava aç, dava aç” olarak özetleyen yazarlar, cumhuriyetçi adayın kampanya ekibinin seçimlerin hemen ardından “Seçimleri çalmaya çalışıyorlar”, “Ulusumuzu savunun” ve “Bu radikal solcular…” gibi sözler içeren epostalarla bombardımana başladığını aktarıyor. Trump için sürpriz denecek düzeyde pozitif geçen seçim gecesinin ardından Çarşamba’dan itibaren tablonun değişmeye başladığına, Joe Biden’in yalnızca oy sayısında değil Seçiciler Kurulunda da Trump’ı açık biçimde yenilgiye uğrattığına dikkat çeken yazarlar, devam ediyor: “Bütün bunlar, sadece Trump’ın ne denli gergin olduğunu değil, ayrıca gerçekten de mücadele etmeden pes etmeyeceğini gösteriyor. Biden, seçim zaferi için ihtiyacı olan 270 Seçiciler Kurulu üyesine ulaşsa bile Trump, sonuçları şaibeli hâle getirmek için elinden gelen her şeyi deneyecek.”

Biden’ın stratejisi: ‘Say, say, say!’
Yazarlar, Joe Biden’ın stratejisini ise “say, say, say!” tekerlemesiyle özetliyor: “Joe Biden, Çarşamba akşamı yaşananın uzun bir seçim mücadelesi olduğunu söylüyordu. Seçim gecesi ise Demokratlara olduğundan daha da uzun gelmiş olmalı. Eyaletlerdeki sonuçların milyonlarca mektup oyunun sayılmasıyla çoğunlukla değişebileceği bilgisine rağmen bu, Biden için hayal kırıklığına sürükleyen bir akşam oldu.”
Ertesi günden itibaren ise Biden’ın seçimi sonunda kazanacağına dair güven kazandığını ekleyen yazarlar, Biden’in “Her bir oy önemli!” cümlesini sürekli tekrarladığına dikkat çekerek ekliyor: “Biden, Trump’ın Michigan ve Pennsyvania gibi eyaletlerde dört yıl önce ucu ucuna kazandığına dikkat çekmeyi de unutmuyor. Trump, bazı eyaletlerde Hillary Clinton’un yalnızca yüzde 0,1 önündeydi. Bunun verdiği mesaj: Birkaç bin oy ile kazanılmış bir zafer, yine de bir zaferdir.”
Trump’ın bu koşullarda sonuçlara yönelik güveni ortadan kaldırmak için elinden gelen her şeyi yapacağını da belirten yazarlar, Demokratların da şimdiden “hukukçular için para ayırdığını” ve Trump’ın olası davalarına hazırlık yaptığını yazıyor.

ABD’de sistem (henüz) ayakta
Seçimin verdiği derslerden birinin de ABD’de sistemin bütün karmaşaya ve pandemiye rağmen göğüs germeye/ayakta kalmaya (henüz) devam ettiği olduğunu belirten Roth ve Haverz, “Şimdi her şey, Trump kampanyasının tek tek eyaletlere karşı dava açma ya da Trump’ın kişisel avukatı Rudy Giuliani’nin hayal ettiği gibi hemen bir ‘federal dava’ açma stratejisini ne denli agresif sürdüreceğine bağlı” diyor. 

Kasım huzursuzluk ayı olacak
Yazarlar son olarak seçimle ilgili tartışmaların ve sonuçların kesinleşmesinin uzun bir sürece yayılabileceği ve bu sırada birçok vakanın yaşanabileceği tahminini yapıyor ve koronavirüsün olası etkilerine dikkat çekiyor: “Çarşamba günü ABD’de yeni enfeksiyon sayısında yeni bir rekor kırıldı: Sadece bir günde 102 bin 951 pozitif test sonucu. Oldukça açık ki bu Kasım ayı, huzurlu bir ay olmayacak.”

ABD’nin cumhuriyetçi başkanı Donald Trump, kitle konsolidasyonunu popülist bir sembol politikası ve ırkçılıkla gerçekleştiriyor. Seçmenlerinin çok büyük bölümü, beyaz Amerikalılardan oluşuyor

Trump demokrasiye inancı kalıcı olarak sarsıyor

Bettina Gaus ise “taz” gazetesinde yayımlanan yazısında Trump’ın “demokratik sisteme olan inancı sarsmaya” oynadığına dikkat çekiyor ve tehlikeyi işaret ediyor: “Toplumun önemli bir bölümü onu alkışlıyor.”
“ABD başkanlık seçimleri nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, bir şey şimdiden açık: Kamuoyu araştırmasıyla uğraşan herkes, bir meslek değişimini gözden geçirmeli. Her bir kristal küre, bu branştan daha güvenilir” yorumunu yapan yazar, devam ediyor: “Hillary Clinton’ın zaferinden tamamen emin olunan 2016’daki felaket yanlış tahmin, bir kereliğine affedilebilir ama bu ikinci defa yaşandığında güven, kalıcı bir yara almıştır. Joe Biden başkanlığı kazansa dâhi şu koşullarda derinlere ulaşan bir trend değişiminden, bir erozyondan söz etmenin imkânı yok.”

Korona politikası fayda mı sağladı?
Donald Trump’ın koronavirüsüne dair politikasının ABD’de ve dünyada tartışmalara yol açtığını, birçok yorumun bu politikanın Trump’a zarar verdiğini tespit ettiğini hatırlatan yazara göre belki de bu politika Trump’a zarar vermek şöyle dursun, fayda sağladı. Yazar, şu sözlerle devam ediyor: “Gerçek şu ki, bilmiyoruz. Açık ki, temel eğilimler ve toplumun büyük bölümündeki atmosfer hakkında inandığımızdan çok daha az şey biliyoruz. Bu, can sıkıcı bir durum.”

Kim gelirse gelsin tablo karanlık
Daha fazla insanın oy kullanmasının da Joe Biden’ın lehine bir gelişme olacağı tahminleri yapıldığını ama bunun da bir yanılsama olmuş olabileceğini belirten Gaus, ekliyor: “Ne olursa olsun söylemek mümkün ki, ABD Başkanı son dört yılda demokratik sistemin sütunlarına olan inancı kalıcı bir biçimde sarsmayı başardı. Eleştirel medya, onun dünya görüşü içinde kontrol edilemez ve ‘düşman’ olarak konumlandırılıyor. Bilime, politik çıkarlar hizmetine hareket etme suçlamasında bulunuyor. Şimdi ise mahkemeler, en azından hakimleri onun eline bakmayan mahkemeler, sırada. Sorun, esas olarak, birinin bunları denemesi değil. Sorun, kamusalın önemli bir bölümünün bunları destekleyip alkışlaması.”
Avrupa’da da şu günlerde demokrasinin “en iyi günlerini” yaşamadığını belirten yazara göre bunu tespit etmek için Macaristan ya da Polonya’daki gelişmere bir bakış atmak yeterli. ABD’deki seçimlerin bugüne kadarki işleyişinin yalnızca sağ popülistlerin değirmenine su taşıyacağını tahmin eden Gaus, yazısını, “Karanlık bir tablo. ABD’nin gelecek başkanı kim olursa olsun” cümleleriyle bitiriyor.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.