"Gelin eşit şartlarda yaşayalım"
Forum Haberleri —

Abdullah Öcalan..
- Doksanlar geçti. İki binler geçti. İki bin onlar geçti. İki bin yirmiler de geçmek, heba edilmek üzere. Öcalan'ın yapacağı açıklamayı milyonlarca yoldaşı biliyor. Öcalan, "Gelin, eşit şartlarda özgürce yaşayalım ki hepimize önce Ortadoğu'nun, sonrasında Dünya’nın kapıları açılabilsin" diyecektir.
Mehmet Serhat POLATSOY
PKK lideri Sayın Abdullah Öcalan'ın tek taraflı başlattığı Kürt-Kürdistan halkının özgürlük yürüyüşü süreç içinde Türkiye ve Ortadoğu'daki halklar ve inançların özgürlük yürüyüşüne dönüştü.
Tek başına çıkış, çocukluk ile başlıyor. Üniversite yıllarında yoldaşlarla yollar kesişiyor ve on'lar, kısa sürede yüzler, binler, yüzbinler ve milyonlara dönüşüyor. Bir süreç işliyor. Süreç, bir şeyin üzerine kata kata ilerlenen oluyor. Öcalan bir taslak oluşturuyor. Yoldaşlar ve milyonlarla bu taslağın önce temelini oluşturuyor; sonra da tarihte eşine rastlanılmamış bir şekilde istikrarlı dallarını yeşertiyor.
Bir olgunluk ve bir sonuca ancak bir yaratım ile varılır. Öcalan ve yoldaşları da bunu başarıyor. Yaratımın olduğu yer üretim alanlarıdır. Üretilense bir yaşam taslağıdır. Taslak, üretime dönüşüyor. Bir üretim var ancak bu, bir türlü yaşama geçirilemiyor.
Öcalan taslağa yapısal bir müdahalede bulunuyor. Bunun için evrenin, evren olmadan önceki halinden atom-altı dünyaya inip, sonrasında felsefeye tango dansını öğretiyor. Sosyolojinin, pozitivizmin hizmetinde olduğu anlaşılıyor ve Jineoloji böyle doğuyor. Felsefe, Öcalan'ın müdahalesiyle yeni bir öze kavuşuyor. Öz'ün biçime ulaşmaması, temelin, yapısal anlamda anlamsızlıkla diyalektiğin olumsuz anlamda yer bulacağı ve böylelikle de, katı-maddeci karakteriyle karşılaşacağı ve en nihayetinde reel-sosyalizmin çöküş mantığına teslim olacağı demek olduğu biliniyor. Kartezyenciliğin pozitivist dininin bir ideolojisi olan liberalizm o sıra, Hegel'i tersyüz etmeye çalışan Marks ile çatışıyor. Ayaklar yere basmadığından Marks’ın yanlış anlaşılıp yorumlandığı tespiti, SSBC pratiğiyle ispatlanıyor. Öcalan, iğne ile kuyu kazarcasına bir süreç işletiyor çünkü iğne deliğinden görülen bir Hindistan var. Kendisi sabırla bu süreci, ilmek ilmek örüyor. Ördüğü süreç içerisinde sahasından, en değme canlarını yitiriyor. Bir yandan yeni yaşam arayışları örülürken diğer yandan ihanet, kendi ağlarını örüyor. Yetersiz yoldaşlar zaman zaman örülen bu örümcek ağlarına takılıyor. Kurtulan özgürlük yürüyüşüne devam ederken takılanlar ya yoz yaşama düşüyor ya da bir posaya dönüştürülüyor.
Öcalan yürüyor ve yarattığı süreç, 70'ler 80'ler, 90'larda müthiş anlam arayışlarına sahne oluyor. Gün gelip çatıyor ve esir düşüyor. Milyonların tek ses olup, Önderliğini sahiplendiği, yüzlerce yoldaşının dünyanın her yanında, dışarıda, zindanda bedenini ateşe verdiği günler, aylar ve yıllara tanıklık ediyoruz. Derken Özgürlük Sosyolojisi, "Sümer Rahip Devletinden Demokratik Uygarlığa" ile yeni bir taslak olarak yeniden doğuyor. Doğuş, öncesi, beraberi ve sonrasında hep sancılı olur ki böyle de oluyor. Bizler bu yeni taslakla, halklar ve inançların kırıma uğratılması, Kadın'ın düşürülüp bir meta haline dönüştürülerek doğanın sistemi ile oynanmasını Öcalan'ın neolitik çağ araştırmalarıyla anlayacaktık. Neolitik çağ insanlığın araştırılması gereken asıl atom-altı evreni dersek pek abartmış olmayacağız. Canlılığın mekanik müdahalelerle dengesizleştirilmesiymiş asıl atom-altı dünya. Öcalan dengelerle oynadı. Sadece işgale uğrayan dört parça Kürdistan'ın işgalcilerinin dengeleriyle değil; doğru bilinen tüm yanlışların dengesiyle oynadı. Neolitik en başından yorumlandı. Devletin karakteri ortaya serildi. Erkek zihniyetinin köken ve dayanakları teşhir edildi. Vahşi kapitalizmin şifreleri çözüldü. Halk ve doğadan yana ekonomik modeller ortaya çıkarıldı. Ekoloji nedir saptandı. Ve Öcalan tüm araştırma, inceleme ve yoğunlaşmalarını "Bir Halkı Savunmak" ile insanlığın hizmetine ahlâki-politik bir temelde sundu. Sümer Rahip Devletinden Demokratik Uygarlığa ile yeni baştan yaratılan taslak, üretimini Bir Halkı Savunmak süreciyle ilerletti.
Bir süreç, bir yaratım taslağı, bir üretim. Geriye tek bir 'şey' kaldı. Yaşam. Adına, onurlu yaşam denildi. Eşitliğin, ahlâk ve vicdanla nefes alıp-verdiği yaşam.
Özcesi; Öcalan ilk doksanlarda "gelin, eşit şartlarda yaşayalım" demişti. Doksanlar geçti. İki binler geçti. İki bin onlar geçti. İki bin yirmiler de geçmek, heba edilmek üzere. Gelelim Sayın Öcalan'ın 15 Şubat ya da öncesi veya sonrasında yapacağı söylenen açıklamasına. Öcalan'ın yapacağı açıklamayı milyonlarca yoldaşı biliyor: Öcalan, "gelin, eşit şartlarda özgürce yaşayalım ki hepimize önce Ortadoğu'nun, sonrasında Dünya’nın kapıları açılabilsin" diyecek.
Aksi olursa ne mi olur? Aksi olmasın diye her kendine aydın, demokrat, gazeteci, yazar ya da benim de bir sözüm var, diyenlerin söz söylemekten çıkarılıp görevler üstlenmesi ya da verilmesi gerekecek. Duyarlı, dayanışma içerisinde olacak bu kesimlerin, ellerini koltuk altlarından çıkarıp bedenlerini kayalıkların altına yatıracak imkanların sağlanması, yiğitlerin toprağa düşmemesi, anaların ağlamaması, halklar ve inançların eşit, özgür bir şekilde beraber gönüllü birliktelikle yaşamasının önünün açılması gerekmektedir.